9 Nisan 2012 Pazartesi günü yağmurun, geleneksel festival yürüyüşünü sabote ettiği "abla", 54 E, Eminönü otobüsüne biner, Akbil'inin paslanmaya yüz tutmuş tomunu bastırır, Taksim'e doğru yola koyulur. Üç filminin üçü de, salon girişinde bilet kesen kızlarla ahbaplığı ilerlettiği Fitaş 4 salonundadır.
Kanada, 2011 yapımı Benim 533 Çocuğum Var: Yönetmen Ken Scott, oyuncular Patrick Huard, Julie Le Breton, Antoine Bertrand... Ağırlıklı seçimini yaptığı Antidepresan bölümünden, "abla"nın bayıldığı, 11:00 seansında dolu salonun kahkahalarla izlediği film, sorumsuz babalardan yılmış -elbette ekonomik açıdan güçlü, devletin desteklediği- kadınların bir klinikten edindikleri sperm aracılığıyla doğurduğu bir grup çocuğun yetişkin olunca kliniğe dava açarak babalarını bilmek istemelerini anlatır. Spermleri kaliteli bulunduğundan 533 çocuğun biyolojik babası olan ve bunların 145 tanesinin tanımak istediği, gençliğinde türlü şeyle uğraşan, kardeşleriyle çalıştığı babasının kasap dükkanında çalışır gibi yapan, borcu -ve alacaklıları- gırtlağına dayanmış David artık orta yaşlardadır; futbol oynamak dışında bir hobisi kalmamış görünür, yaşamını hamile polis kız arkadaşıyla toparlamak hayalindedir. Kimliğini gizli tutmak üzere -kendi dört çocuğunu her şeyi, saçlarını bile emen karadelik olarak niteleyen- avukat arkadaşı ile kliniğe dava açar, kazanırlar ama bu arada çocuklarından bazıları ile kendini gizleyerek tanışan, giderek sorumluluk kazanan David, sonunda doğru bir iş yapma kararıyla ortaya çıkar: Ünlü bir boğadan edindiği takma adı Starbuck'ın kendisi olduğunu açıklar. Tüm kurumlar gibi devrini tamamlamakta aile, ebeveynlik...le kıyasıya dalga geçerken aslolanın kardeşlik, -"abla"ya göre tam zamanı, Zamanların Sonu'nda, ezoterik derinlikli- birlik mesajı verir, en küçük kardeşlerinin doğduğu hastanede, ortasında David'in olduğu, büyük baba ve amcalarına, birbirlerine sarılarak oluşturdukları kardeşler yumağı ile izleyiciye gözyaşı döktürürler. "Abla"nın muhteşem! dediği filmlerden...
Çek Cumhuriyeti, 2011 yapımı Masumiyet: Yönetmen Jan Hrebejk, oyuncular Ondrej Vetchy, Ana Geislerova, Ludek Munzar... Reşit olmasına bir kaç ay kalmış genç kız, kırık bacağını onaran doktoruna, baba eksikliğini giderme ihtiyacından kaynaklanan bir aşkla tutulur, ona mektuplar yazar, erotik mesajlar atar. Aralarında doktorun, eski karısını hamile bırakıp elinden aldığı bir uzmanın da bulunduğu polisin incelemeye aldığı durumun kanıt eksikliği ile kızın duygusal açıdan hasarlı yapısından kaynaklandığının ortaya çıkması ailenin, kayın baba dahil tümü doktorlardan oluşan fertlerine bir soluk aldırırsa da, masumiyet sanıldığı kadar sıradan değildir. Karısının kız kardeşi, yetişirken yaşadığı duygusal ketlenmeyle doktor olamamıştır, hastalığında, kendisini her gün aşağılayan babasına bakmak zorundadır; kendi yaklaşımıyla -hastanede palyaçoluk yaparak, babasına bakarak- kefaret ödemektedir. Ketlenmenin nedeni ise, reşit değilken kendisi ile ilişkiye girip bunu 15 yıl sürdüren eniştesidir.
"Abla" için işin ilginç yanı, -kediler beslediği sıralar çok ısırdığı için köpek adı verdiği Çomar'ın, içinde ne olduğu belli olmayan mamalarla beslenmesine bağladığı erken ergenliği/kızışması ile paralellik kurduğu durum;- kızların bunu büyük bir aşk olarak algılayıp gönül rızasıyla uzun yıllar sürdürmeleri.
Japonya, 2011 yapımı Tepedeki Ev: Yönetmen Goro Miyazaki, seslendirenler Masami Nagasawa, Junichi Okada, Keiko Takeshita... Laser altyazılı film, 1963 yılı Yokohama'sından bir öz yaşam öyküsü anlatır. Savaşta ölen babasına hasret, evin önündeki direğe her gün flamalar çekerek annesi Amerika'dan dönene dek evi çekip çeviren Umi, okulda eski bir binanın yıkılmasını önlemek için temizlenmesine ön ayak olur, o arada da izleyicinin kıkırdamasına yol açan kan bağı olasılığı taşıyan bir aşk gelişir. İyidir, güzeldir de "abla", önceki festivallerde izlediği, geniş hayal gücünün perdeye büyük ihtişamla yansıdığı Miyazaki filmlerini daha sever.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder