26 Eylül 2014 Cuma

Endonezya gezisi son günü “abla” grubu, gün doğumu için Penanjakan Dağı’na gider, Tengger Kum Denizi’ni atla geçer, Bromo Volkanı’na tırmanır.


8 Ağustos 2014 Cuma sabahı, küçük kız kardeşin “altın vuruş’u sona bıraktılar” dediği saat 03:00’te uyandırıldıklarında, gezi boyunca erken kalkmalara gık’ı çıkmamış “abla”nın, dönüp pof pof yorganına sarınıp uykuya devam edesi gelir. Böyle yapmış olsa, en çok 15 dakika sonra yataktan fırlayacağını bildiğinden, ısının tepede çok düşük olacağı bildirildiğinden -30 derecelerde bavul hazırlarken çok kalın bir şey koymaya da içi elvermediğinden- ne bulduysa üzerine kat kat geçirip, bir tür “evsiz” şıklığıyla, ortancayla çıkar, kör karanlıkta dörtlü gruplar halinde bindikleri 4x4’lerle, gün doğumunu izlemek üzere, 2750 m yüksekliğindeki Penanjakan Dağı’na yollanırlar.

Yarım saat sonra, aynı niyetle, oradan buradan, sokak aralarından eklenenlerle -gerçekten yetmişikibuçuk millet- konvoy halinde aldıkları yol biter; inilen yerden öteye araba giremediğinden, karanlıkta motosikletler, yokuş yukarı 30 dk. tırmanmayı göze alamayanları arkalarına atıp vızır vızır, yola düşmekte.

Üstleri yufka olup kalınlaştırmak isteyenler, -örneğin arkasına Tina yazılı- hırpanî ama hayat kurtaran ceketlerden 5.000 rupi verip kiralamakta, adım başı eldiven, atkı, bere vb. satışı tüm hızıyla sürmekteyken, yukarı yürüyüş dendiği kadar sürmese de; iki yanına bir tuvalet bir çayevi düzeninde sıralı, ışığı ümit saçan mekânlar önünden akan motosikletlerin anî atakları dikkat gerektirir.

Karanlıkta okunamayan, gün ağardıktan sonra Taman Nasıonal Bromo Tengger Semeru yazısı ortaya çıkan kemer altında buluşma saati, yeri kararlaştırılır; grup dağılıp tıklım tıkış platformda bir yerlere konuşlanır. Henüz Venüs parıldamaktayken, bir aktivite olur deyip, havanın serinliğinin de etkisiyle tuvalet kuyruğuna giren “abla” çıkışta, -06:35- hayranlık nidalarıyla karşılanan güneşi yakalar; ezoteriklerin önerisine uyup, -bu işlerden habersiz yüzlerce insanla birlikte- üçüncü göze denk gelen iki kaşı arası bir parmak üstte bariz kamaşmayla, epifiz bezini* aktive ettiğine inandığı gündoğumu kodlarını memnuniyetle alır.

Giderek yükselen güneş göğün kontrolünü ele geçirir; diğer taraçadan ufak ufak istim salmakta Bromo önde, Semeru arkada fotoğraflanır, hava da görece ılınırken toparlanan grup yolu üstündeki ilk çay evine dalar. Kahvaltıya epey vakit varken, rehberin üşenmeden taşıdığı bisküvi, çayın yanına tartışmasız pek yaraşır.

Her biri farklı müzik yayınlamakta çok sayıda 4x4’ten, plakasını ezberlemeleri tembih edilen kendininkilerini, sürücüsünün de yardımıyla bulup binen “abla” üçlüsü ile rehber, bir 5 dk. sonra iner, adını Brahma’dan alan 2329 m’lik Bromo ile, ardındaki Java’nın en yüksek dağı, -bir diğer adı, ulu dağ anlamına Mahameru- 3676 m.lik Semeru Volkanı’nı bir başka açıdan yeniden fotoğraflarlar.

Kısa süren yolculuk sonunda araçlardan indikleri, göz alabildiğine geniş, -Kraliyet Sarayı bahçeleri zeminini de örten- füme renkli tozla kaplı Tengger kum denizi, zaman içinde, şimdilerde sakin volkanların püskürtüleriyle oluşmuş.

Yanlarında, kendileri gibi ufak, midilli irisi atlarıyla beklemekte, ağzı yüzü, toza karşı sarılı adamlardan biri, programın korkulu rüyası –kum denizi atla geçilecektir!- için “abla”nın yanına yaklaşır, üzeri büyük harflerle IWAN yazılı kartvizit büyüklüğündeki kartonu uzatır. Bulunduğu taraftan deneyip binmeyi beceremeyen “abla”, neyse ki hayvanın öte yanına geçtiğinde sağ ayağını üzengiye, koyar, -şükürler olsun!- tek hamlede yerleşir.

Çok uzun olmayan kum denizi geçişi, -dönüşünde damadına ballandırarak anlatacak olsa da- ilk kez ata binen “abla”ya bitmeyecekmiş gibi gelir. Daha önce Nil kıyısında deveye, Hindistan Jaipur’da file binmişliği var ise de, içgüdüsel biçimde belden altını eyere sabitleyip, üst kısmını dalgalanmaya bırakmış “abla”nın, iniş çıkışlarda üzengiye abanmayı o dakika keşfetmemiş olsa, toz yüzünden de aksıran bu ufak hayvanın üzerinden, yeteneksiz bir rodeocu gibi uçması an meselesi!

Bromo’nun bitmek bilmez görünen merdivenlerine en yakın noktada inilir; kendisini geri götüreceği talimatı almış Iwan’a kartını iade edip, yürüyerek döneceğini parmaklarıyla anlatan “abla”, aradaki mini taraçalarda dinlenip soluklanarak tepeye ulaşır. 

Bromo’nun küçük ama kararlı, beyaz, yoğun duman tüten kraterine, dilek dileyip çiçek buketleri atanlara, parmaklık boyunca fotoğraf çektirenlere sürüne sürüne, “Allah vere de niyetini bozmasa” dileğiyle yol alıp bakınırken, rüzgârın aniden yön değiştirmesiyle, boğazları yakan dumandan kısmetine düşeni alıp aksıra tıksıra dönüşe geçenler arasında, “abla” üçlüsü de var.

Atlar, yanlarında sahipleri, kum denizini gerisin geri yürüdükleri sıra “abla” üçlüsüne eşlik ederler. Ayaklar altında özel biçimde kıyırdayan toz, o yükseklikte bir yandan rüzgârın etkisiyle, sarılı olsalar da, içlerine dek işler, hatta bir kısmı bavullarda, fotoğraf makinelerinde, çantalarda ülkeye dek gider.

Otele varılır; dönüş için toplanan bavulları kapı önüne çıkaran “abla” üçlüsü, olabildiğince tozdan arınır, kahvaltıyı da ucundan yakalarlar.

Yola çıkış saatine dek dolanıp, orada burada lav taşlarının öbeklendiği, cıngıl cıngıl Melek Borazanı yüklü ağaçlı güzel bahçeler, kardeşler tarafından fotoğraflanırken; “abla”nın rastladığı, “selamünaleykum”a, “aleykümselam” yanıtı alan görevli, Müslüman olduklarını öğrenince, “abla”nın güdük İngilizcesi elverdiğince ayaküstü sohbet ederler.

Öğle yemeği molasıyla bölünen yol Surabaya’da havaalanında sona erer. Bekledikleri sıra, elindeki, karıncayiyene benzeyen üzeri kadranlı gereci, bavulların fermuarı dibine yerleştirip, bavula bastırarak içeriden çıkan havayı koklatan görevlinin neyin peşinde olduğu anlaşılmaz.

Akşamüzeri grup Singapur’a, 9 Ağustos 2014 Cumartesi gece yarısından sonra da Singapur’dan İstanbul’a doğru havalanır. Tuvaletleri geniş uçak rahattır ama grubun derin uyumasının asıl nedeni, akıllıca son güne konmuş, erken saatlerden beri gün boyu yaşanan yoğun programdır.

Günler sonra kardeşler bir araya geldiklerinde ortanca, çok beğendiği, konusu Java’da geçen, bir filmden söz eder: Java Heat. Birlikte izledikleri filmi “abla” ile küçük kız kardeş de çok beğenir. Rob Allyn ile Colon  Allyn yazıp yönettiği, Mickey Rourke, Kellan Lutz, Ario Bayu… oynadığı, Yogyakarta, Borobudur gibi gezdikleri yerlerde çekilmiş, dahası ülkenin gerçeği üzerine dürüst bir gözlemi de içeren filmi “abla” yazısı sonuna eklemeyi borç bilir.

 

“Abla”nın gezi arkadaşının bol fotoğraflı izlenimleri:


*Epifiz Bezinin Gizemleri:

http://www.kosulsuz-sevgi.com/yeni-eklenen-mesajlar/epifiz-bezinin-gizemleri/

Bromo Tengger Semeru Ulusal Park görseleri:

https://www.google.com.tr/search?q=bromo+tengger+semeru&biw=1188&bih=585&tbm=isch&tbo=u&source=univ&sa=X&ei=AlgMVN7NN4OR7AaApoD4Cw&sqi=2&ved=0CBoQsAQ

Semeru görseleri:


Penanjakan görseleri:


Java Heat filmi:

24 Eylül 2014 Çarşamba

Onbirinci gün Endonezya, Java’da “abla” grubu, Mojokerto’ya gider, Pasuruan Limanı’na uğrar, Bromo Tengger Semeru Ulusal Parkı’na varır.


7 Ağustos 2014 Perşembe sabahı 05:00’te uyanıp, kahvaltı yapan grup 06:00’da yola koyulur. “Abla” araçta, camdaki, Acil Çıkış anlamına gelen Dalam Keadaan Darurat uyarısındaki son sözcüğün “zaruret” ile kuzen olduğundan emin.

Trafikte yitirilen zamanı azaltma amacıyla, bavulları bir gece önceden yola çıkarılan grup, Mojokerto’ya dört saatlik tren yolculuğu için istasyona gelir.

Kalkışa yarım saat kala, biletler pasaportlar gösterilerek teslim alınır. “Abla” üçlüsü kalan zamanı, alacakaranlıkta şık bir avizenin aydınlattığı, eskiliğine karşın temiz, güzel açık bekleme alanlarında dolanarak geçirirken rastladıkları, tuvalet kapılarındaki stilize, sıkışmış kadın ve erkek ikonlarını çok eğlenceli bulurlar.

Fotoğraf ihtimaline karşı hemen saçlarını düzelten satıcı kadının önünde, birer kiloluk muz ve salak hevenkleri dizili.

Piyano müziği yayınlanmakta eski ama temiz trenin, başta çok soğuk, 5 no.lu kompartımanına yerleşilir, yola çıkılır. Dışarıda çeltik tarlaları akarken, ekranda siyah zeminde beyaz yazılarla, sessiz film formatında, Endonezya demiryollarının hikâyesi anlatılmakta.

Küçük kız kardeşin yanında oturan, bir ara başka kompartımandan gelen bir kadınla çocuğun ziyaret edip saygıyla elini öptüğü yaşlı hanım, grubun programından, rotasını inceler ve çok beğenir.

Bazısında durulmayan istasyonlardan geçerken, barikatlar ardında sıcak sabahta onlarca motosiklet, kaskları altında sabırla beklemekte.

İkinci istasyon Solo Balapan’dan, iki hamal yardımıyla şişkin kocaman bavullarla trene binen Arap kökenli genç adam, grubun programını soruşturup öğrendikten sonra içtenlikle anlatır: Solo’lu eşi ile Yogyakarta’da okurken tanışmıştır, iki de çocuklarıyla aile ziyaretinden dönmektedirler; bavullar, Brunei’de pazarlanmak üzere batik doludur.

Arada “abla”nın kardeşine poz da veren sempatik yiyecek satıcısının gülümseyerek servis yaptığı kompartıman, ekranda Doğu estetiğiyle çekilen yeni tür dövüş filmlerinden biri oynarken, yanında yardımcısıyla kondüktör tarafından ziyaret edilir, biletler kontrol edilir.

Üçüncü istasyon Madiun’da çok sayıda motosiklet, kartonlarla sıkıca sarılı, nakledilmeyi beklemekte. Dördüncü istasyon Nganjuk ile bir sonraki Jombang arasında bitki örtüsü değişir; pirinç yerini mısıra, ekrandaki film ise yerini Sting’e bırakır.

Diplerine tomruklar yığılı, gölgesi geniş, güzel siluetli ağaçlar arkada kalır, ekranda ABBA çalıp söylerken, temiz, düzenli Stasiun Mojokerto’ya varan grup tam saatinde, 11:00’de iner, bavullarıyla daha önce yola çıkmış araçla buluşur.

“Java’nın doğusundayız, Pasuruan’a 1.5 saatlik bir yolumuz var” bilgisine karşın kilitlenmiş trafik açılacak gibi görünmez. “2006’da burada yol çalışması sırasında çok bol miktarda çamur çıkması üzerine, köyler göçe zorlanıyor. Jeologlar araştırıyorlar, buranın eski bir yanardağın kayıp kraterine yakın olabileceği fikrine varılıyor. Bunu üzerine yeni bir otoyol yapılıyor. Bu yüzden bir U dönüşü için bu kadar zaman kaybettik.”

Öğle yemeği sonrası çıkılan yol yoğun ama akmakta. Dükkân önlerinde salkım saçak torbalarda karides cipsi; sarılar yumurta, pembeler tapyoka ile renklendirilmiş.

Nehrin denize açıldığı noktada, medcezir yüzünden iyice çekilmiş suyun çaresiz bıraktığı teknelerle Pasuruan Limanı, zamanında çok önemli bir ticaret noktası. Tenha limanda çıplak ıslak toprakta zıplayıp duran, su dolu çukurlara ulaşmaya çalışan balıklar bir zaman sonra yürümeyi başaracak gibi görünmekteler.

Sağda solda, briket imalatı yapılan büyük çukurlarla, mısır tarlalarıyla gitmekte yol; aracın filtresine bakım, bir kez de düşen filtre kapağını bulup yerine koyma amaçlı iki mola ile kesintiye uğrar. İkincisinde, başında durulan sokak, kısa zamanda çevre evlerden, bahçelerden çıkıp gelen, operasyonu ve grubu izleyen sevecen yerlilerce doldurulur.

“Alt tabaka Müslüman, Hindu’ların alt tabakası da burada, Java’da Bromo’da; üst tabakası ise Bali’de yaşıyor.”

Yolun iki yanında sıkça görülen yüksek bambu iskeleler üzerinde güvercinlikler sonrası giderek tırmanışa geçen araba, bir noktada boğulur. Grup iner yokuşun başına dek yürür; yeniden araca geçilir. Epey tırmanıldıktan sonra varılan ufak garajın yanındaki camiden yapılan ezan yayını, -araçta çaresiz biçimde oturdukları sıra, hanımlardan birinin verdiği bilgiye göre, esnetilmiş, zenginleştirilmiş, uzatılmış namazı nakletmekte- ülkedekine taş çıkartır, travma ve işitme bozukluğu garantisi taşır yükseklikte!

18:00; Bromo’da, Java ve elbet Endonezya gezisi son durağı, son otele varılır. Çevre, “abla” üçlüsünün Peru’da Melek Borazanı adıyla tanıdığı, muhteşem güzellikte kokusu, çökmekte olan gecenin serinliğinde dağı taşı sarmış, çiçekli ağaçlarla bezeli.

Dillerin karıştırıldığı Babil Kulesi atmosferindeki lokantada, her dilden konuşan insanın buluşup akşam yemeklerini yer yemez ortadan kaybolup, bahçelere bakan serin odalarına dağılmalarının nedeni bir ihtimal, ertesi sabah gün doğumu için çok erken kalkılacak olması.

 

“Abla”nın gezi arkadaşının bol fotoğraflı izlenimleri:


Melek Borazanı görselleri:

23 Eylül 2014 Salı

Onuncu gün Yogyakarta’da “abla” grubu, Kraliyet Sarayı ile muhteşem Su Kalesi’ni gezer.


6 Ağustos 2014 Çarşamba sabahı toparlanıp yola dökülen grubun Yogyakarta’daki ilk durağı, 1755’te başlanan, yapımı 40 yıl süren Kraliyet Sarayı: “Babadan oğula geçen sultanlık için, şimdilerde, beş kızı olan 10. Sultanın dört erkek torununun başka soydan geliyor olmaları dolayısıyla kriz yaşanmakta ve Sultanın en yaşlı erkek kardeşinin çözüm olabileceği konuşulmakta.”

Sarayın önündeki kutsal Banyan ağaçlarıyla çevrili geniş toprak meydan törenler, pazarlar için.

Girişte, sarayı ziyaret için uygun giysiler, resimli bir Yes/No panosu ile gösterilmişse de grup, içeri girerken, sandalyelere oturmuş beş kişilik –jüri- önünden geçerken denetlenir; birine, ufak bir el işareti ile şapkanı çıkar mesajı iletilir.

Sarayın rehberliğinde gezileceği hanım önlerine düşer: “14 hektarlık alana yayılmış sarayın yedi bölümünün üçüncüsündeyiz.” Teak ağacı, dağ formlu çatılar, avluyu çevrelemekte. “Sultan Müslüman ve arkada bir cami olsa da Budizm, Hinduizm bir arada yaşar.”

Müzik bölümünde, orkestra anlamına Gamelan: “Her gün 10:00-12:00 arası müzik yaparken, Hz. Muhammed’in doğum gününde iki Gamelan birden çalar.”

Sağ kötü, sol iyi’yi temsilen iki Budist figürle korunan bölümde bir oyuntuda gerçek boyutlu iki saray muhafızı figürü, batik etek/serpuş, siyah mintan, sırtta kuşağa takılı keristen oluşma üniforma ile bağdaş kurmuş oturmakta.

Duvara asılı Teak ağacı arma üzerinde, küpe, taç, kanat figürleri yanı sıra Sanskritçe bir de sıfat var; “1-10. Sultan aynı sıfatla anılırken numara ile ayrılır. Sultan Cumhuriyet’te, aslında Vali’dir, aylığı devlet bütçesinden ödenir.”

Törenlerin yapıldığı, zemini volkanik koyu renkli kum kaplı, üstü örtülü alana geçilirken “Tümü evli beş kızı olan Sultan tek eşlidir, Vali olduğundan örnek teşkil etme amacıyla; öncekinin birçok eşi vardı.”

“1000 kişinin yaşadığı sarayda, haftada iki gün büyük onur duyarak, gönüllü olarak çalışan saray muhafızları burada kalırlar ama dışarıda başka işleri de vardır.”

Girişte, sağda, ibadete çağırma amaçlı, solda iri bir merdaneye benzeyen, tehlike uyarısı yapan davulun bulunduğu “Prensler bölümü Sultan’ın oğlu olmadığından boş”; üç saray muhafızı, kâğıt kalemle, bayram sonrası, toplanmış fitre, zekâtı hesaplamakta.

Kadın saray görevlisi rehber, muhafızlarla aynı giysiler içinde, saçları saray adabınca toplu; gülümseyerek gruba poz verir.

Sultanın ve ailesinin dans ederken, törenlerde hatta yılda bir kez düzenlenen denize, volkana -Hindu tarzı- adak sunarken çekilmiş fotoğrafları, geleneksel mobilyalarla döşeli bölümde sergilenmekte.

Batikle ilgili iki bölümde, Sultan ile ailesinin ürettiği, klasik renklerde -kahve, siyah, beyaz- batik kumaşlar, tören giysileri, iki tür saç toplama, en büyük prensesin düğün töreni, giysileri; “bekâr hanımlar omuz açık giyinebilirken evlendikten sonra omuzlar örtülüyor.”

Sultana gelen hediyelerin sergilendiği pavyonda, Afrika, Çin, Hollanda’dan gelen hediyeler görülürken bir soru üzerine, Türkiye’den gelen halıların sarayda serili olduğu bilgisi alınır. Şarap içilmediğinden İtalya’nın hediyesi kristaller vitrinde durmakta, Japonya’dan gelen büyük vazonun ağzı depremde kırılmış.

Karşılıklı Çin usulü iki ejderhanın küpeştesini süslediği, üstü örtülü dört yanı camlı bölüm, altın-kırmızı renklerle şık ve zengin görünüşlü, 9. Sultan anısına.

Tümüyle 9. Sultan’a ayrılmış bir diğer bölümde, yaşamından fotoğraflarına paralel biçimde oyuncakları, izci, binicilik giysileri, alfabesiyle defterleri, gölge oyunu, batik gereçleri, ‘32’de Hollanda’daki eğitimi, yemek yapmayı sevdiğinden mutfak gereçleri, ocağı, fotoğraf makineleri, radyo, dürbün, eğer, şemsiye, kitap vb. eşyaları sergilenmekte. Hollanda’daki eğitimi ardından ülkesine dönen 9. Sultan, Cumhuriyet için mücadele eden halkla birlikte hareket eder; rejim değişikliğinden sonra da aynı Hollandalılar tarafından nişanlarla taltif edilir.

Oğulların meyve, kızların yapraklarla gösterildiği, ortasında 8. Sultan’ın yer aldığı soy ağacı tablosu ile başlayan son bölüm; törenlerde kullanılan kuğu, geyik, Garuda… figürleriyle, Sultanların kulaklarını biraz büyütüp sivrilten –“abla”ya Mısır’dan aşina Hathorları anımsatan- altın aksesuarlar; Hollanda, Belçika’dan gelmiş nişanlar, cenaze töreni, Suharto’nun fotoğrafı ile (bu coğrafyada “abla”ya hep, dizgi hatası yüzünden okuyamadığı duygusu veren), “halk için tahttayım” anlamına “tahta untuk rakyat” yazılı pano ile sona erer.

Grup sırayla, sırtta bel kuşağına sokulu keris’li muhafızla poz veredursun, ortalıkta dolanan, “…kedilerin kuyrukları neden kesik?” sorusuna İmam, -Sulawesi’de Matthew’nun “pislik taşıdığı için” cevabından- çok daha tatmin edici bir yanıt verir: “Endonezya’da Müslümanlar Şafii’dirler, kedi, köpek kuyruğu değdiğinde abdest tazelemeleri gerekir”

Rehberlerin biri suya sabuna dokunmazken, diğerinin aynı soruya verdiği yanıt, -“abla”nın Singapur’da da, altı ısrarla çizilen bir örneğini gördüğü- farklı dinlere mensup ahalinin, bir arada tutulması amacını taşıyor olsa gerek.

Saray ziyareti çıkışı, yol üstündeki Banyan ağacı dibinde üç oğlan yaptıkları koca roket maketiyle, yanlarından geçerken ilgilenen gruba poz verir.

Bereketli, şen pazar yeri yürüyerek geçilirken İmam alışveriş edip gruba, -“abla” üçlüsünün Japonya’dan tanıdığı- incecik pirinç hamuruna sarılı tatlı, sıcacık fasulye ezmesi ikram eder. Bambu sepetlerde ikili ambalajlanmış balıklar, ayıklanmış sebze, baharat, çeşidi bol meyve; yaşlı bir kadın mandalina tepesi ardından edalı biçimde poz verirken bir diğeri Hindistan Cevizi rendelemekte…

Bir göl bölgesine 1758’de kraliyet dinlenme, eğlence yeri olarak, Portekizli bir gemici, mimara yaptırılan, daha sonra Hollandalıların Su Kalesi diye adlandırdıkları Taman Sari, alttan tünellerle bağlı geniş alana yayılı mekân, zaman içinde İstanbul surlarındaki gibi, pek çok eklentiyle halkın, yaşamın işgaline uğramış.

Depremlerin de etkisiyle ilk halinden uzaklaşmış, -“abla”ya Endülüs’teki Elhamra Sarayı’nı hatırlatan- yapılar bütünü toparlanabilse “bir cennet tasviri olacak kadar güzel.”

Geniş merdivenlerle giderek derine serine inilen kemerli, yanları oluklu basık dehlizler, İslam öncesi dönemde meditasyon, şimdilerde önde abdest amaçlı kuyusuyla yeraltı cami olarak kullanılmakta. İmam’ın aktardığı, “abla”nın bir başka gerçeklik olarak kavrayıp çok derinden etkilendiği “Bir söylentiye göre, dönemin sultanı/kralı, meditasyon esnasında burada, Java’nın güneyindeki Ruhlar Alemi Kraliçesi ile buluşuyormuş.” Su Kalesi “son zamanlarda eski güzel günleri canlandıran film mekânı olarak kullanılmaktaymış.”

İkinci katta da, aynı planla, geçitlerle bölünmüş dairesel tüneller, yazın serin, büyülü. Tavanı demir kasnaklarla güçlendirilmiş merdivenle çıkışa ulaşan grup, sokak aralarında, bakkal, minik havuzlu bitkilerle örülü bir köşe, kapıda terlikler, TV’den seslerin taştığı, çamaşırlar serili, kuş kafesli içten, yoğun mahalle yaşamına tanık olur.

Varılan, geniş, ağaçlı avlunun kenarında bir el sanatları dükkânı grup tarafından işgal edilir.

Yüksek taş duvarın oymalı, ejder başlarıyla süslü kapısından geçilerek varılan bahçenin ortasında, kol boyunu uzatan aparatlarla selfie çeken turist tayfası arasından ulaşılan ejderlerin ağzından su fışkıran “…havuzlardan zamanında üç tane vardı. Arkadaki Sultanın kızları için; öndekinde cariyeler yüzerken Sultan beğendiği birine çiçek atar, çiçeği alan kız Sultanın olduğu bölüme geçermiş.”

Merdivenlerle ulaşılan kısım “Dört salonlu bölüm müzik odaları…”

Batik Atölyesine gidilirken anlatılan: “Batikte pamuk, özellikle de ipek kumaş kullanılır, boya bölgesi erimiş balmumu ile belirlenir, kumaşın her iki tarafı da boyanırsa renkler daha güçlü olur. Ne kadar balmumu kullanılırsa o kadar keskin hatlar elde edilir.”

Atölyenin girişinde bir dizi pano ile süreç anlatılır: “Kurşunkalemle motifin kumaşa aktarılması, balmumu ile örtme, detayların ilavesi, bulaşmaması için kumaşın arkasına da aynı işlem, renklendirme, balmumunu çözmek için kaynar suya atılma, her renk için tekrarlanan aynı işlem. Kumaşın beyazı üzerine, kök boya indigo, kahve, geleneksel renkler, çok renklilerde kimyasal kullanılmış demektir. Halk özel günlerde giyiyor, özgün motif büyük onur, bunun için yüksek paralar ödemeye hazırlar, özellikle hanımlar…”

İncecik motifli bakır kalıplar baskı için kullanılırken, kadınlar, yanlarındaki altında küçük bir ateş yanan çanaklara batırıp doldurdukları balmumu kalemlerini üfleye üfleye önlerindeki kumaşların, örtülmesi gereken yerleri kapamakta. “Noktalama yapanlar günde 7.5 USD kazanırken, kontur çekenler daha az…”

Öğle yemeğinde, masada tatlı sos olarak yine pekmez var. Tatlı mısır çorbasıyla başlayan yemek lezzetli; duvarda güzellerin, Miss Universe 2012 ile Putri Indonesia 2013 fotoğrafları.

Öğleden sonra Malioboro Caddesi’nde serbest zaman: “Abla” üçlüsü alçakgönüllü bir alışveriş merkezinde, Lemur sindirim sisteminden geçtikten sonra işlenen kahveyi tatmak için bir mola verirler. Lemur Kahvesi anlamında Kopi Luwak’ta verdikleri sipariş, neredeyse Japonların yeşil çay servisi kadar incelikli bir ritüeldir: Herkese ayrı birer tepside gelen, altın kaşıklı, tepesinde küçük altın bir lemurun oturduğu kapaklı, varaklı, irice fincanlara, şifon keselerden çıkarılıp ağzı kesilen poşetlerden (önce koklatılarak) dökülen kahve üzerine kaynar su konur, 1 dakika kadar bekletilir. Telvenin dibe çöktüğü, yumuşak içimli kahve, kahve düşkünü olmayan “abla” tarafından bile hoşnutlukla tüketilir.

İstasyona yakın, trenin geçişini sabırla bekleyen motosikletliler, tertemiz camekânı dilimlenmiş tazecik meyve dolu seyyar satıcıdan sonra, en son, caddenin başını belirleyen, altında gençlerin fotoğraf için uzun uzun bekleştiği tabela altında kardeşlerden ikisi fotoğraflanır, otele dönülür.

Akşam yemeği, 38. yaşını kutlamakta Ramayana Ballet- Purawisata topluluğunun, minik amfitiyatrosunu da barındıran mekânında, Dünyanın değişik yerlerinden gelmiş turistlerle bir arada, danslı müzikli gösteri eşliğinde yenir; ardından Ramayana’nın, maymunları canlandıran, çatılara, direklere pervasızca tırmanıp inen küçük oyuncuları sempatiyle izlenir.

“Abla”nın gezi arkadaşının bol fotoğraflı izlenimleri:

http://gezix.blogspot.com.tr/

Gamelan görselleri:

https://www.google.com.tr/search?q=Gamelan&biw=1138&bih=561&tbm=isch&tbo=u&source=univ&sa=X&ei=alMIVK2hLeKhyAPzroG4Bg&ved=0CB0QsAQ

Taman Sari görselleri:

https://www.google.com.tr/search?q=taman+sari+yogyakarta&biw=1138&bih=561&tbm=isch&tbo=u&source=univ&sa=X&ei=NlQIVKCWDJTb7AbhroCoCA&ved=0CBoQsAQ

Malioboro görselleri:


Kopi Luwak görselleri:


Ramayana Ballet- Purawisata:

20 Eylül 2014 Cumartesi

“Abla” grubu dokuzuncu gün Java’da, Borobudur, Mendut, Pawon ve Prambanan tapınaklarını gezer.


5 Ağustos 2014 Salı sabahı saat 05:55’te, İmam’ın tek tek bellerine sardığı sarı sarongları kuşanıp ellerine birer de fener tutuşturulan grup, aynı saatlerde gelen araçlardan inenlerle oluşturulan kafileyle, puslu karanlıkta yürüyerek bilet kontrol noktasına varır. Çantalar kontrol edilir, çok dik merdivenler tırmanılır, ters dönmüş çan benzeri stupaların kenarlarına Doğu’ya bakar biçimde konuşlanılır. Serin karanlıkta fotoğraf çekiminin ana modeli havada dönüp duran incecik su tozlarıdır.

Saat 05:55, hava aydınlanmakta; pusula ile Doğu net biçimde saptanmışsa da sise bulanmış ağaçların seçilir olması dışında gün doğumundan iz yok. Umudu kesen, sarı, turuncu, kiremit renkli saronglarla birbirlerinden ayrılan gruplar fotoğraf için dolanmaya başlar. “Abla” grubu toplanır, güzel bir grup fotoğrafı çekilir.

İmam anlatmaya başlar: “Giderek küçülen altı kare üzerine küçülerek yerleşen üç daireden oluşan tapınağın yatay planı evreni temsil eden bir mandala. Aşağıdan, duvarları, Dünya yaşamını sembolize eden resimlerle bezeli katlardan başlayıp döne döne yükselerek yol alan kişi giderek, hiçbir resmin olmadığı daire planlı katlara ve spritüel benliğine ulaşır. Dört kez saat yönünde dönüp kabartma resimleri okuyarak yükselirken, keşişler giderek azalır ama en yukarı varan tüm manzaraya hâkim olur. Resimler yan yana konsa 3 km. uzunlukta. Bazı mezheplerde Nirvana son basamaktır, Mahayana Budizm’de Nirvana’ya ulaşılsa da Dünya’ya dönüp kalanlara yardım vardır.”

Ayakta, oturarak, elleriyle, Buda’nın dört yönü de simgeleyen hareketlerini gösteren İmam, “Dört kez dönüşleri sırasında yollarını yitiren keşişler Buda heykellerinin pozisyonuna bakarak yollarını, yönlerini bulurlar.”

“1973’teki son restorasyonda, köylülerin evlerinde kullandıkları parçalar alınıp yerlerine konuldu; mantar, toz, kül temizlenirken farklı görünüme bürünse de her taş orijinaldir. Olmayanlar, üzerlerindeki minik beyaz bir nokta ile işaretlenmiştir. Unesco organizasyonunda sanat tarihçileri, arkeologlar yanı sıra mühendisler de yer almış, hatta mistik havayı yakalamak için Budist rahiplerden yardım alınmış, onlar ortaya bayağı enteresan şeyler çıkartmışlar.”

“Siddartha bir dilenciyle karşılaşır, ona verecek parası yoktur; mendilini serer, dilencinin elindeki Hindistan Cevizi kabuğunu alır ters çevirip koyar, üzerine de değneğini diker.” İmam’ın, elinizde hiçbir olmadan da neşe yaratabilirsiniz ana fikrine dayandırdığı öykü, aynı böyle göründüğünden, “abla”nın aklına, “stupa formu bundan çıkmış olmasın?” sorusunu getirir.

“Stupaların içlerinde bir şey yok; duvar örgüsü, aşağı katlarda baklava biçimliyken daha yukarıda sadeleşerek kare formlu. En tepedeki Buda’nın oturduğu stupa tamamlanmamış.” Kilittaşlarıyla döşeli zemin yer hareketleriyle tümüyle çökmüş, tehdit devam etmekte. Abu Simbel gibi taşımayı neden düşünmediler sorusunu İmam, “Mümkün değil, Budistler detaylı hesaplamalarla buranın en uygun olduğunu saptamışlar. 2010’da altı ay süreyle temizleme amacıyla kapatılmış, kültür mirası olduğundan ibadetten ziyade turizme, ama düşük sezonda ibadet için tüm Budistlere açık… Çevreleyen dağlarda, Buda’nın ölüm anını sembolize eden, sağ dirseği üzerine uzanmış yatar duruşuna benzer panorama var ama sisten anlaşılmıyor.”

Alt katlarda yüksek olan duvarlar, giderek alçalmakta. 1904-1907 yıllarında Hollandalıların sarıya boyadığı kısımla başlayan İmam, Buda’nın yaşamını konu eden kabartma resimleri tek tek anlatmaya başlar. İmam’ın titiz, profesyonel tavrı ile epey zaman alan bu süreci “abla” not almış olsa da sonunda, daha ciddi bulduğu bir kaynağı yazısı dibine Buda’nın yaşamı notuyla koymayı uygun bulur.

Tapınağı uzak, uygun bir noktadan görüntüleyen, eksile döküle gruptan kalan son birkaç kişi otele kahvaltı için döner. Bir akşam önce, oteldeki müzisyenden dinlediği hüzünlü şarkının peşine düşse de “abla”, görür ki anlaşabilme söz konusu değil: Dinledikleri arasından orta Java geleneksel müziğine karar kılar, 150.000 Rupi’ye bir CD alır.

Öğle yemeği sonrası grup, çevredeki diğer tapınakları ziyaret eder: Mendut Tapınağı’ndan Borobudur’a giderken keşişlerin uğradığı, duvarları Budist öğretiyi anlatan kabartmalarla bezeli Pawon Tapınağı eskiden yakma işlemlerinin de yapıldığı bir tür mola yeri, giriş kapısı.

Borobudur’dan önce inşa edilmiş, basamaklı küçük Mendut Tapınağı girişi, her tür turistik ıvır zıvır yanında, halk kültürüne İslam’la girmiş yarı şeffaf gölge oyunu (Wayang Rule) karakterleri satıcılarıyla dolu. Bir yanında geçmişi, diğer yanında (başında bir küçük Buda ilavesiyle) geleceği ve ortada bugünü simgeleyen üç Buda heykelinin bulunduğu odanın yüksek konik yığma taş tavanı gizli bir huzur duygusu yaratır.

Bir saat yolculukla ulaşılan Prambanan Tapınak kompleksi, Unesco kültür mirası. 2004’te tsunami, 2006’da restore edilmiş kısımlarla birlikte depremden, 2010’da yanardağ faaliyetlerinden hasar görmüş 200 binadan 18’i gezilebilir durumda. 9. yy.dan bu yana Hindu Tanrı / Tanrıçalarına adanmış Prambanan Tapınağı irili ufaklı binalarıyla çok geniş alana yayılmış. Grubun, diğerleriyle beraber bellerine bağladıkları saronglar, artık net biçimde anlaşıldığı kadarıyla dinselden ziyade sembolik bir amaç taşımakta.

İmam “Pram iyi, Banan Tanrı, Tanrı için yapılan iyi tapınak anlamında” der, “bu isimde pek çok tapınakla karşılaşabilirsiniz.”

Küçük bir tapınağın birleştirilmeyi bekleyen taşları yığın halinde durmakta, depremin çok erken saatte olması burada can kaybını engellemiş; İmam’ın 84 yaşındaki annesi böyle şiddetli bir deprem hatırlamıyor. “Kabartmalar taşıyan duvarları birleştirmek kolay, bir de artık bilgisayarlardan faydalanılıyor”

“Endonezya’daki en güzel Hindu tapınağı, kast sistemine göre, krala, ailesine, maiyetine ve dokunulmazlara, ayrı bölümler barındırmakta; Şiva adına başlanmış olsa da, Hindistan’da genelde bir Tanrı ya da özelliği adına tapınak yapılmaz.” Gruptan gelen, “Orijinal halini nasıl bilip de restore ediyorlar?” sorusu, “Resim ya da çizim yok, tahminle…” yanıtı alır. “Borobudur ile rekabete girişip çok sayıda tapınak yapıyorlar; Şiva için yapılanı Borobudur’dan sadece 2 cm yüksek.”

Tapınak girişlerinde, ilgili tanrının kutsal hayvanları, Brahma’nın kuğusu, Şiva’nın boğası yanı sıra tapınaklar içinde ise Ramayana hikâyesini anlatan kabartmalar yer almakta.

Genç bir İngiliz’in, Vişnu ile poz veren “abla” üçlüsünü fotoğraflamasından sonra, çıkışta içinden geçilen sıra sıra lokantalardan biri önünde tanıdık bir sözcük daha: Dawet.

Grup toparlanırken “abla” ile ortanca, Hindistan cevizi yığınından ikisini seçer; tepeleri kesilip birer pipetle servise sunan kadından alıp içerken, küçük kız kardeş tarafından belgelenirler.

Gecelemek için Yogyakarta’ya dönülür; ortanca ile küçük kız kardeş fotoğraf için otelin yakınındaki hareketli cadde Malioboro’ya giderken “abla” dinlenmeye çekilir.

 

“Abla”nın gezi arkadaşının bol fotoğraflı izlenimleri:

http://gezix.blogspot.com.tr/

Buda’nın yaşamı:

http://tr.wikipedia.org/wiki/Gotama_Buda

Borobudur görselleri:


Mendut görselleri:


Pawon görselleri:


Prambanan görselleri:


19 Eylül 2014 Cuma

Sekizinci gün “abla” grubu, Endonezya’daki üçüncü ve son durak Java’ya geçer.


4 Ağustos 2014 Pazartesi sabahı saat 03:55’te, aynı havaalanı kullanılacağından, sekiz saatlik dönüş yolculuğu başlar. Karanlıkta uyumakta evler yağmurla şırıl şırıl yıkanmakta. Pare Pare geçilir; 8:30 civarı uyanıp kumanyalarıyla inen grup, deniz üzerine çıkıntı yapmış lokantada, taraçada kahvaltı yapar.

Bir sonraki mola yerinde, kadınlar tuvaletinden banyosunu yapıp çıkan, belden aşağısı havlulu mutlu adam gülüşmelere neden olur.

Sömürgecilere karşı direnişin sembollerinden, girişte heykeli de bulunan, geleni Selamat Datang (hoş geldiniz) diyerek karşılayan Sultan Hasanuddin Havaalanı, her yerde, bayraklarda, afişlerde “Selamat Idul Fıtrî” sözleriyle kutlanan Ramazan Bayramı sonunda pek kalabalık.

Bavullarda 15 kg üstü, kilo başına 2 USD ödeme gerektireceğinden ikili, üçlü takımlar halinde bavul verilince, “abla” üçlüsünün bagaj ağırlığı birbirini dengeler; üstelik bu can sıkıcı, yorucu iş hallolurken grup, temiz Çin lokantasında, yemektedir.

Java, Yogyakarta’ya uçuş için kapı numarası bir türlü belli olmaz. Sıcakta 40 dk. süren bekleme sonucu uçağa binip yerlerine yerleşen “abla” üçlüsü, kanada bitişik çıkış kapıları önünde oturduklarından, ufak bir “acil çıkış eğitimi” alırlar. Koltuk ceplerinde, Hıristiyan, Müslüman, Hindu ve Budistler için “uçuşun selameti” duaları kitapçığı da bulunmakta.

Lion Havayolları dergisinde bir sayfa, balonlu bir resmin süslediği Kapadokya’ya ayrılmış. 2.5 saat süren yolculuk sona erer; Java’ya inen ve özel yönlendirmeyle salona davet edilen, genç kızların batik fularlar taktığı grup içecek ikramına yönelirken ilk iş, saatler birer saat geri alınır. Özel karşılamanın sırrına vakıf olamadan, bant başında beklemeksizin, bir yanda toplanan bagaj içinden herkesin bavulunu tanıdığı, başka da hiç zahmete katlanmadığı karşılama herkesi pek memnun eder.

Java Adası gezileri boyunca grubun yerel rehberi Bay İmam, “Java’ya hoş geldiniz; Yogya bizi sıcak karşıladı”  der. “Kuzeye gidiyoruz, hava çok değişmeyecek, öğlenleri daha sıcak olacak.”

Bayram dönüşünün ağırlaştırdığı trafikte avantaj yine vızır vızır motosikletlerde.

“Burası İstanbul lehçesi gibi temiz lisanla konuşur, Cakarta ile Yogyakarta iki özerk bölge, sultanlık sadece Yogyakarta’da; Hollandalılara karşı halkla birlikte hareket edip bağımsızlığın kazanılışındaki rolü yüzünden, özerk… Borobudur’a yolculuğumuz bir saat sürecek… 120 milyon nüfuslu Endonezya’da, 35 milyonluk Java en kalabalık ada.  Yogyakarta ise 3.5 milyon, nüfusun gençlerden oluştuğunu fark edeceksiniz, en eski üniversite kenti.”

Tabelalarda iki farklı yazılış, Cokcakarta, Yogyakarta; “Hollandalılar döneminde ise Djo ile başlamaktaymış. ‘70’li yıllardan önce C ile yazıp, sonra da Yogya yazıp Cogca okur olmuşlar. İsmin kökeni A-Jutha Carta, savaşmadan refah anlamı taşıyor… İslam en görünen din olsa da Suudi gibi değil, tüm dinler atalarının geleneklerine bağlıdırlar. Zamanında Hindu, Budist toplulukların kalın çizgilerle ayrılması İslam’a yarıyor.”

“25 milyon USD’ınız olsa ne yapardınız?” sorusu kafaları karıştırmışken İmam, devamla “Yöre halkı volkan etkisi ve depremlerle doğuya taşındıkça, örtülüp unutulan en büyük Budist tapınak Borobudur; 1896’da gelen İngiliz Ruffles tarafından temizleniyor ama 1970’e dek yine unutuluyor. Terör gruplarının da hasar verdiği tapınak daha sonra Unesco tarafından ele alınıyor, 25 milyon dolarlık bütçeyle, 1 milyon taş tek tek temizlenip yerine konuyor. Doğu Java’daki yanardağ bölgesi doğal park ilan ediliyor ama ahali kutsal olduğu iddiasıyla taşınmak istemiyor. Borobudur’un burada yapılma nedeni volkanik malzeme bolluğu…”

Muteber sayıldığından yüksekçe bir tepeden Çin mezarlığının baktığı, iki eyaleti ayıran kemer altından geçilirken “Sağdaki kül kaplı alan Merapi Volkanı 2010 püskürmesinden; evlerin tümü harap olmuş, yeniden yapıp oturan insanların ısrarı sadece kutsallıktan değil, küller toprağı zenginleştiriyor, çok kez hasat yapılabiliyor. Java’nın bu kadar kalabalık oluşunun nedeni verimliliği, sebzeler, meyveler kendiliğinden yetişiveriyor.”

Çok özel konumda, sit alanındaki Manohara Otel’e varan grup, anahtarlarını alana dek, bahçe içinde dört yanı açık, süslü ahşap tavanda, ışıklar çevresindeki çok sayıda çekelezi ilgiyle izler. Başka kimsenin olmadığı akşam yemeği sonrası grup, ertesi sabah tapınakta gün doğumu izleme niyetiyle 04:15’te uyandırılacağından, bitişik, tek katlı, arkası bahçeye açılan odalarında dinlenmeye çekilir.

 

“Abla”nın gezi arkadaşının bol fotoğraflı izlenimleri:


2010 Java Merapi Volkanı haberi:


Manohara Otel görselleri:


Yogyakarta görselleri:

16 Eylül 2014 Salı

Endonezya’daki yedinci gün “abla” grubu, yine Toraja’da gezer, Kete Kesu’ya giderler.


3 Ağustos 2014 Pazar, saat 06:15; Toraja’da ikinci sabah, gece boyu şakırtıyla yağan yağmura karşın önceki sabah kadar dingin. Horozların tüm gayretleriyle iknaya çalıştıkları güneş nazlı, köyle otel arasındaki çeltik tarlaları pus altında. Uzun beyaz elbiseli bir adam, dizlere, dirseklere kadar kapalı mayolu küçük bir oğlanı, erkenci iki yeniyetmenin şapırtıyla oynadığı havuza, yavaşça sokar. Az ötedeki kareli zeminde satranç taşları, pinpon masası, masa ve sandalyeler, görevli genç kızlar tarafından koca havlularla kurulanmakta.

Kahvaltıda aldıkları ilacın yanı sıra, sinekkovucuyla da savunmalarını güçlendiren “abla” üçlüsü, Rantepao’da gruptan para bozduranları beklerken gezinir, bir iki bajaj ve bir baba ile hiç nazlanmadan poz veren küçük kızının fotoğrafını çeker. 

Yola koyulunur; gündem bir gün önceki cenaze töreni: Yerel rehber Matthew’nun da babası -aile defin için gerekli parayı henüz toplayamadığından- “hasta” imiş. “Tören parası denkleşene dek hasta nasıl korunuyor, çok sıcak ve nemli iklimde nasıl kokmuyor?” sorusu, “eskiden köyün büyücüsü tarafından yapılan bitki karışımlarıyla sağlanırken, şimdi damardan zerk edilen ilaçlar yardımıyla…” yanıtı alır.

Benzinin litresi istasyonda 6000 rupiyken, bakkal önlerinde ahşap raflarda, cam şişede 7000 rupi. Sağlı sollu kerestecilerde, boy boy kereste raflarda sınıflandırılarak satılmakta. Gümrah orman örtüsü asfalta dayanmasa, -Küba’daki gibi- iki taraftan kavuşup yolu, neredeyse yutacak.

“Plakalar 32 eyaleti belirtir harfler taşır; Jakarta B, Bali DK gibi; zemin siyah ise özel, sarı toplu taşıma, kırmızı devlet araçlarını belirlemekte.”

Yol kıyısında, manda başı oyulmuş, üstü üç Tongkonan çatıyla süslü iri bir kaya mezarı; boynuzlar üstü sunak, çerçeveli fotoğraf çiçeklerle süslü. Grubun yürüyüşle geçtiği köyde, küçük kilise önünde çocuklar “bonbon!” istemekte.

Yolun kötü bir kısmında yine, sıklıkla verilen pirinç tarlası fotoğraf molalarından birinde inmeden “pirinç yarım biçilir, kalanı toprağı gübreler” bilgisi veren yerel rehber Matthew, blog yazdığını öğrenince, kendisine, arada ekstra bilgi aktarmak istese de İngilizcesi kıt “abla”dan beklediği randımanı alamaz.

Grup tarlalar arasından, bulutların koruyuculuğunda yürüyüşe devam eder; ince gövdeli sık ağaçlar altında bir minik Katolik şapeli, önünde bir dizi kaya mezarı, taş bir çift tau tau…

Grup, tarlasında çalışmakta bir köylüyü ablukaya alıp fotoğraflarken küçük kız kardeş “sanırsın,” diye dalga geçer, “safaride, aslan çiftleşmesi yakalamışız”.

Az ötede dönemeçte bir yol çalışması; yanlarında bir damacana su ile beş izleyici huzurunda iki işçi, iri bir kayanın yola yaptığı çıkıntıyı, bir alttan diğeri üstten, çekiç ve keskiyle ufaltmaya çalışmakta.

Bambu direklerde teller; “Bir yılda büyüyor ama gövdenin dayanıklı hale gelmesi 15-20 yıl alıyor. İlk iki yaşında esnek, set, çit yapımına uygun… Bu bölgede ağaçlar farklı ailelere ait bölümlerde büyütülür.”

Kahve bahçeleri arasında yeniden yürüyüşe geçen grubun, pirinç taraçaları için vardıkları yeni noktada “abla”, Dünyanın yarısını görüyormuş duygusuna kapılır. Üzerinde wafat tarihi belirtilmiş taşlar ötesinde, çeltik tarlaları yanına öbeklenmiş pirinç demetleri sırıklara asılıp taşınmakta.

Mola yerinde acentenin ikramı; bolca kahve ile bir gece önce otelde “abla”nın nasıl yeneceğini bilemediği meyvenin -Tamarillo- çok lezzetli suyu.

Rehberler birlikte mola çıkışı gruba Pandan -Lat. Pandanus- isimli bitkiyi tanıtırlar; “keskin aroması ile pirince, keke konuyor.” Koklanır, yenenlerden hatırlanır.

İki farklı kakao ağacı, yolun iki yanında bahçeler boyu uzanırken Pazar ayininden dönen temiz, şık, süslü genç kızlar küçük gruplar halinde aracın yanından geçerler.

Bebek mezarlarına giderken sorulan “kedilerin kuyrukları neden kesik?” sorusunu Matthew, “abla” üçlüsünü hiç de tatmin etmeyen biçimde, “sürünürken pisliğe yol açtığından…” diye yanıtlar.

Kutsal Banyan ağacının geniş gövdesindeki, ağızları sazla otla tıkanmış deliklere, doğumdan hemen sonra ölmüş bebekler konmuş.

“Palmiye ağacı üzerindeki delikten, alttaki kaba sızan sıvı, kendi kendine fermente oluyor. Palmiye şarabını, günde iki kez tırmanıp içmeye bayılıyorlar.”

Bir sıra merdivenin sağı ve solunda kaya mezarları; önlerinde pet şişeler içinde sular, isli, haçlı, şapkalı fotoğraflar.

Grup Bori’de: Küçük bir alanı çevreleyen, -biri çene kemikleriyle tıka basa süslü- verandaları, cenaze törenini izleme amaçlı Tongkonan tipi -sembolik- evler, ortadaki –ölenin statüsünü belirleyen- irili ufaklı dikili taşlara bakmakta. Alanın bir kıyısında, ocaktaki çok iri kayadan kesilerek ayrılmakta uzun bir taş boylu boyunca yatmakta.

Yolda bir grup Tongkonan evi daha; bazılarında sütunlar beton, çatı saç ve plastik, tümüyle ahşap olanlar manda boynuzlarıyla süslü.

Büyük, temiz yerleşim yeri Bori’de yol alırken aracın yanından geçen şemsiyeli, elleri çiçek demetli kadınlar “tarlada çalışırken mutlaka maske ve kapüşonlu giysi kullanırlar.”

Yol üzerindeki bir tabela Rantebai Jemaat; az sonra bir diğeri Jemaat Kalambe hakkında bilgi vermekte.

Bir köprüden, albino mandasıyla, manzarayı seyretmekte olan köylü, grup tarafından pek romantik bulunur. “Mandasını alır gezdirir, yedirir, içirir, çocuğu ile ilgilenmez”

Öğle yemeğinden sonra grup, Kete Kesu’ya gider; “Kete, kesmek, Kesu, çömelerek yürümek anlamında; köyün adı pirinç kesmekten bıktık demeye gelen bir tür protesto…”

400 yıldır ayakta, yaşanan/yaşayan müze Kete Kesu’da, büyük zahmetle, ailenin tüm fertlerinin katılımıyla yapılan tekne biçimli çatılı Tongkonan evleri ile aynı özenle yapılmış az ufak pirinç ambarları bakımlı geniş orta yola bakar şekilde karşılıklı dizili; bir evin altında, tezgâhta bir genç ahşap oyma yaparken birkaç kız koşuşturarak satış yapmakta.

Bir diğer kaya mezarlığında, tepesi bitkilerle sık biçimde sarılı kayalıkta yine Tongkonan evi modelli dağılmış tabutlar, kurukafalar, kemikler; girintilerde, duruma sessizce tanıklık eden tau tau. Yüksek bir mezarda, taştan yaşlı çift, -kadın omzunda şalı, başında şapkası oturmakta- tüm giysiler, bastonlar, gözlük camlarına kadar detaylı, adeta evlerinin balkonundan bakmaktalar.

Ertesi sabah 02:45’te uyanıp yola hazırlanacak grup, akşam yemeği sonrası güzel sohbeti 21:00 civarı sonlandırıp bavul toplama niyetiyle odalara çekilir. Gece, hiç durmayacakmış gibi yağan yağmur, grup yola çıkacakken hız keser.

 

“Abla”nın gezi arkadaşının bol fotoğraflı izlenimleri:
http://gezix.blogspot.com.tr/

Kete Kesu Köyü görselleri
https://www.google.com.tr/search?q=kete+kesu+indonesia&tbm=isch&tbo=u&source=univ&sa=X&ei=pYwFVPaSC4bR7AaXooHACw&ved=0CCMQsAQ&biw=1138&bih=561

Bori görselleri