11 Temmuz 2017 Salı

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 6

 

Bir gelişinde damat, oğlan sevdiğinden, sevinsin diyerek, "abla"nın torununa bir "lobot" getirir. İstanbul'dan bu yana uzanan yolu üzerinde rastladığı, binbir markanın bir o kadar çeşit oyuncağını satan, büyük bir oyuncak mağazasından aldığı, gövdesi beyaz, şeffaf bölümlerinden renkli ışıklar saçılan tekerlekli robotun kutusunda, dans ettiği yazmakta.

Dans eden robot, siyahlı mavi tekerleklerinin bağlandığı gövde altında, bir engele takılana dek dört bir yöne hareketini sağlayan küçük yuvarlak mekanizma yanındaki on/off düğmesi açılır açılmaz, başlangıçta kulağa rap gibi gelen yüksek sesli müzikle hareketlenir. Kısılması imkânsız müzik, giderek sertleşerek arada, makineli tüfek tarakasına "war" sözcüklerinin karıştığı korkunç bir gürültüye dönüşür; dans ne kelime, düpedüz saldırı emri altında dönüp duran robot bu haliyle, haliyle "abla"dan geçer not alacak değildir.

Kutuyu atmış olmasa imalâtçısına ulaşıp iyi bir kalaylayacak "abla" hemen tornavida setini açar, ince yıldız uçlu olanı ile taarruza geçer; sekiz minik vida sonra açtığı gövde içindeki ufak hoparlöre ulaşır, iki bağlantıyı keser, sekiz vidayı yeniden yerlerine koyar; huzur!

Arada yenilenen üç kalem pille, mırıl mırıl ortalarda dolanan halini herkes, bir öncekinden çok daha barışsever bulur.

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 5


 
Gözü, eline yapışmış görünen cep telefonunda damat "ne yapıp edecekler, üçüncü Dünya savaşını çıkaracaklar" demekte! Tabağını, mutlu mutlu ekmeğin kabuğuyla sıyırmakta "abla" gayet emin: "Çıkmayacak!" der, "Üçüncü Dünya savaşı çıkmayacak; bu, ekonominin itici gücü korkudan beslenen medyanın uydurması!" "Ama, her yerde bunun kanıtları var" diye asılır damat.

2006'dan bu yana gazete okumayıp TV izlemeyen, sosyal medyanın özenle dışında kalan "abla", "ben hiç bir yerde sözünü ettiğin kanıtları görmüyorum" der, yüzü kararmış damadına. "Siz" diye bastırır damat, "2012'de de bir doğal felaket, toplu bir yok oluş bekliyordunuz!" "Abla" çok pişkin, "o zaman ben basıl yanıldıysam, bir zaman sonra sen de, bu günlerde böyle düşünerek nasıl yanıldığını göreceksin" der, ekler: "Benim yanılgım en azından, senin de yanılmış olabileceğini göstermiyor mu? Odağını medyadan kaydır, medyanın işlemediği çok daha farklı gerçeklikleri görüp farkına varacaksın. Bugünün bileşenleri bir top yekûn savaşı desteklemiyor, yeni insan savaş istemiyor, onu bir yana bırak ben istemiyorum, sen istiyor musun?"

"Yarın Burhaniye'ye gidelim, noterde bir anlaşma yapalım: Üçüncü Dünya savaşı çıkmayacak diyorum, sen çıkacak diyorsun; çok şükür ben sağlıklı bir kadınım, 80 yaşıma kadar yaşayacağım ve inan bana o günlerde de günde üç kez, yaaa, bak çıkmadı deyip bu konuşmayı başına kakacağım, var mısın?"



9 Temmuz 2017 Pazar

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 4

 

"Abla" Güldür Güldür Şov'u izler, sever; dönem skeçlerini çok daha başarılı bulur. Zekâya ürünü söze dayalı esprinin, her zaman başı üzerinde yeri varsa da tümü başarılı usta oyuncuların yetkinlikle kullandıkları beden dili, mimikler "abla" için bile zaman zaman sözün önüne geçer. Oyunları, becerileri, beceriksizlikleri, kendilerine gülme kapasitelerinin büyüklüğü içtendir, belki bu yüzden çok sevilirler.

Yine de salonda bunların tümünden çok daha önemli bir şey vardır; "abla" Güldür Güldür'ün izleyicisine bayılır. Öyle dürüst, o kadar içten ifade ederler ki kendilerini... Eskinin, mikrofonu eline alır almaz hemen bir de sakinleştirici iğne yapılmasını gerektirecek kadar heyecanlanan, -toparlanmaya bıraksan programın perde arasına dek uzayacak- kendine gelir gelmez de bu fırsat için bin bir teşekkürler edip uzun uzun sahnedekilere yağ çekecek kadar özdeğerine uzak izleyicisinden bıkmıştır.

Güldür Güldür izleyicisi, sunucunun tatlı tatlı -bazen zorlayıcı da olabilen- dalga geçmesine uyum sağlar, ki dalga geçmek tam olarak "abla"nın hayatla başa çıkma yöntemidir; böylelikle, kendilerini -herkeste minicik de olsa bir parçası bulunan kusurlarını- tî'ye alıp hayatı hafifletirken, salondan taşıp TV'den, internetten katılımla büyüyen devasa kahkahalar yaratırlar.

Doğal halleri masumiyete çok uzak, olmadığı başka birine dönüştürülmüş çocuklu -yazlık- uygulamasına bir türlü ısınamadığından tek bölümünü izlememiş "abla", keyifsiz zamanında açıp orijinal Güldür Güldür Şov'dan bir bölüm izler. Antidepresan saydığı uygulamayı, Altın Çağ'a yol alan Dünya'nın depresif yolcusu insanoğluna içtenlikle önerir.

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 3

 

James Ponsold yönetiminde Emma Watson ile Tom Hanks'ın oynadığı, yine Tom Hanks'in oynadığı ve "abla"nın beğendiği Kral İçin Bir Hologram'ın da yazarı Dave Eggers'ın Çember isimli kitabından uyarlama Circle'ı izleyen "abla" filmi çok beğenir.

Özel yaşamı tasfiye edeceğe en azından bayağı değiştireceğe benzeyen sosyal medya ile sorumluluğun sınırları üzerine izlenesi güzel film, duygusal açıdan zayıf toplulukların nasıl kolayca kışkırtılabileceğini gösterir. Öte yandan aynı sosyal medya, akıllıca kullanıldığında dürüstlüğe, açıklığa, aydınlığa da yol verecektir.

Filmi bir o yana bir bu yana kayan duygularla izlemiş "abla", gençlerin yeni bir ahlâk anlayışını nasıl da kolayca, korkusuzca öne çekebilmelerine derin hayranlık duyar. Kendisi gibi, pek çok akranının henüz farkındalığına bile ulaşmadıkları, korkularıyla yönetilmediklerinden çok daha cesur davranan, "abla"nın Yeni İnsan dediği gençler Yeni Çağ'ın Yeni Dünyası için muhteşem çözümler üretmekte.

Circle'ın tadı damağındayken oğlanın eski bakıcı ablasından bir mail alan "abla" onun önerisiyle şahane film Okja'yı izler. Yönetmen, "abla"nın en beğendiği filmlerden Snowpiercer'ı da yönetmiş Bong Joon-ho. Her iki filmde de "abla"nın gönlünde özel bir yeri olan muhteşem Tilda Swinton uçlarda karakterler çizerken, Donnie Darko'nun şizofren yeniyetmesi Jake Gyllenhaal bu filmde komik Dr. Johnny olur. İki saatlik bilimkurgu, trajik bir konuyu, sorunu çok hoş biçimde muhteşem görüntülerle anlatır. Her daim müşfik ifadeli yüzüyle Paul Dano çevreci bir eylemci, başrol oyuncusu Seo-Hyeon Ahn ise genetiği ile oynanmış devasa domuz(umsu)nun beraber büyüdüğü sahibesi. Amerikan Sineması yüzlerini çatır çatır sayarken Uzak Doğulu başrol oyuncusunu en sonda hatırlayan kültür emperyalizmi kurbanı "abla", atakta Güney Kore sinemasına ve ustalar arasında saydığı yönetmenine saygılar sunmayı borç bilir.

 
 
 

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 2

 

Damat oğlana "tavtan" kitabı okumakta; verandayı yıkamaktayken kulağına ilişenler "abla"yı hiç mutlu etmez. Kitap tavşan ile farenin canavarlı öyküsü üzerine; "yağmurlu bir günde canı sıkılan fare bir şeyler pişirmeye karar verir, önlüğünü takıp ellerini yıkar". "Önce şekeri, tereyağını, unu ve yumurtaları" çıkarır, sonra da hepsini güzelce karıştırır, akşamüzeri birer bardak sütle yemek üzere "bir sürü kek" yapar.

Arada arkadaşı fareyi canavar kostümüyle -ne gereği varsa artık- bayağı korkutan tavşan kısmına pek takılmadan, verandadan, içerideki çekyattaki sevgi yumağına seslenen "abla", "hep kek, kurabiye, hep hamur; neden sebze ayıklamazlar, en azından güzel bir salata yapmazlar acaba?" diye sorar yemek pişirmeyi seven damadına, "sen izliyorsun yemek programlarını, orada da neden çocuklar hep unla, şekerle, yağla meşgul?"

Yanıtı kendi verir, "bu çocuklar 20 yıl sonra, hastalıklar uydurarak pazarını genişleten ilaç sanayiinin, sigorta ve sağlık sektörünün potansiyel müşterileri de ondan..."

5 Temmuz 2017 Çarşamba

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 1

 
"Plajlarımızda her sabah kumlar tırmıkla tarandığından şezlong ve sandalyelerin şemsiye altlarında bırakılmaması, ısrar edenlerin sandalyelerinin toplatılacağı..." anonsuna ek, çıkışlarda birer de tabela ile aynı içerik tekrarlanır ama hiç biri giderek artan şemsiye altı yer tutma tartışmalarına deva olmaz.

"Abla"nın plajdan alı al, moru mor dönen kızı söylenmekte; "Ben 35 yıldır bu sitede oturuyorum, bizim yerimize oturmuşsunuz, dedi adam...". "Biz sabah 9:00'dan beri buradayız, sizi görmedik diyeydin ya sen de!" der "abla".

Torunu ve tüm akranlarını, ortak, kum kova kürek tırmık paydasında birleştiren kumsal, ebeveynler için tüm ihtişamıyla ego savaşlarının yaşandığı gözde bir mekân: Site kapı girişinde parayı bastırıp akın eden tesis yoksunu komşu site sakinleri yanında, ev sahiplerinin misafirlerini, dahası kiracılarını artık ağırlayamaz hale gelmiş plajda, gazinonun becerikli çalışanlarının işbirliğiyle neredeyse krize dönüşmüş problemin çözümü yok.

Kızının, "abla"nın pek beğendiği kararı; "Öğle yemeği için eve, toplanıp geliriz. Yemek, öğle uykusu falan iki üç saat sonra geleceğiz diye milletin yaptığı gibi şemsiye altını bağlamaya gerek yok; akşamüstü gideriz yer bulursak otururuz. Doğru bulmadığımız davranışı tekrarlamayalım, herkes şikayet ediyor ama, üzerine bir havlu bıraktığı şezlongu beş saat sonra gidip boş bulmak istiyor."

Yeni Çağ’ın 5. Yılbaşı 2017 Temmuz’unda, “abla” yine, tekâmülünde aldığı yolu gözden geçirir.

2017 Mayıs’ı yirmisinden beri, artık duyduğu her yeni sözcüğü yarım yamalak tekrarlayan torunuyla bir arada “abla” çok mutlu. Arada fare başlı sarı boya kalemiyle “fale, fale, faleeee” diye bağırarak mutfağa dalıp bulaşık yıkayan anneannesinin poposunu ısırtan küçük oğlan “abla”nın “ay, aaaay!”larına pek güler. Çamaşır serer toplarken mandaldan mamûl renkli tavşanlar, mutfak artığı temiz streçten, alüminyum folyodan yuvarladığı toplar, oyuncaktan ziyade kutu, kapak, kozalak türünden çer çöp barındırır görünen oyun sepetinde yerini alırken Senbilirsinanneanne’nin asıl amacı çocuğun hayal ve tasarım gücüne fırsat vermek.
 
Annesi gider babası gelir, arada anneanne gözetiminde küçük aile biraraya da gelir. Bayramdan sonra, iki yıla yakındır oğlanın bakıcı ablası, gerekli parayı biriktirdiğinden mimarlık okumaya Rusya’ya giderken doldurulamaz görünen yerini, kendisinden kat be kat büyük özgüvenini “abla”nın kıskançlıkla gözlediği, çok daha genç bir ablaya bırakır. Plajda iki haftada, sitede 10 yıldan fazladır oturan anneannesinden fazla çevre yapan, sosyal becerisi tartışılmaz torunun, yeni ablaya “kebelek resmi” çizdirip saklambaça başlamaları çok sürmez.
 
Bayramın bağlandığı Haziran sonu, ev yaşamını sağlık, mutluluk ve huzurla dengede tutmaya çalışırken, üzerine yığılı hissettiği tonlarca taşın, eski yılın hesap kapatması olduğunun farkında “abla” sabırla bekler. Eş dosttan duyduğu ishaller, bulantı ve kusmalar “abla”ya kalırsa, yeni ayın desteklediği, duygusal bedenlerdeki blokajların çözülmekte oluşunun müjdecisidir. Damada kekik kaynatır, karnına koyduğu sıcak su torbasını yenilerken kendisi de bir kaç gece üstüste, -biri, sakladığı kavanoz dibindeki azıcık yiyeceğini (salça?), yan koğuştaki birine (kardeş?) verirse onu da tehlikeye atar mı kaygısıyla sarsıcı- hapishane rüyaları görür. “Abla”, en derin korkusu özgürlüğünü yitirme, ele geçirilme, esaret kökenli blokajlarını kan ter içinde salıverirken, sabaha karşı uykusunu bölen, can sıkıcı yoğurt makinesi alarmını bu kez minnetle karşılar.
 
2012’yi dengelenme yılı sayıp Yeni Çağ takvimini 2013’ten başlatan ezoteriklerin 5. Yılının ilk ayı Temmuz başında, -torununun doğumu ile başlayıp üç yıl süren ders yardımıyla- kendine aldığı yolu gözden geçiren “abla”nın başka düzeye atladığının farkına varışının nedeni, bir bilimkurgu klasiği; 1953’te yayınlanmış Arthur C. Clarke’ın ödüllü kitabı Çocukluğun Sonu*.
 
Pek çok tartışmaya yol açabilecek içeriği bir yana, kitabın çok etkileyici, kendisini de derinden sarsan finalini kızı, çok yerinde bulup hayranlıkla okuduğunu söyler. Yaklaşımını bir de sık sık tekrarladığı, Halil Cibran’ın
 
Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhları yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.

Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever
 
Diyen şiiriyle destekleyen özgürlük tutkunu kızının tavrını incelemeye alan “abla” kendisi ile ilgili derin bir gerçeğin farkına varır.
 
60’lı yaşlarının başına yol aldığı son üç yılda, giderek, yükselen burcu Yengeç’in özelliklerine bürünmüş “abla” aslında, doğumunda, -kendi annesi gibi mükemmel bir anne olamayacağını düşündüğünden- kızının ablası, arkadaşı olmayı seçmiştir. Gelişmelere bakılırsa, bu kez yan çizemeyip bu son enkarnasyonunda anneliği ille de deneyimlemesi gerekmektedir; öyle ki, kendisinden hiç de beklemediği biçimde davranan “abla”, evladını, kendi beklentileriyle sıkıca sardığı kıskaçları arasında tutmaya çalışır.
 
Zamanında hem babasız hem de annesiz, iyi kötü büyüyüp yetkin bir yetişkin olmuş kızı elbette bu sonradan türeyen anneye yol vermez; ebeveyninin tekâmülünü hızlandırma amacıyla gelmişe benzeyen torun merkezli tartışmalar bitmek bilmez ve kızının sözleri “abla”ya pek kırıcı, pek acı gelir.
 
Arthur C. Clarke’ın kitabının yol açtığı, kızının hükümran bir anneye ihtiyaç duymadığını net biçimde belirttiği konuşma, “abla”da bir bilinç aydınlanması yaratmıştır, bir karar alır. Doz aşımı sorumluluk duygusunun da katladığı arızalı annelik tavrından vazgeçmenin, dolayısıyla da tartışmaların incitici etkisinden korunmanın tek çaresi “abla”ya göre budur.
 
Ocağı kontrol edip türlünün altını kapatır, mayosunu giyip plaja iner, uzak iskeleden denize girer; epey açılmış kızını bulur “onu evlâtlıktan ama esas olarak kendisini annelikten reddettiğini” gerekçeleri ile bildirir. “Abla”nın, yüklediği binbir anlamla ağırlaşmış hasarlı enerji bağını kesmesini izleyen günlerde, irili ufaklı olaylarla sürekli sınanan radikal çıkışının sonuçları muhteşemdir, eski acılar hiçbir zaman tekrarlanmaz.
 
Tüm bunlar olup biterken, yılsonu değerlendirmesinin ana kalemi, “abla”nın halâ en temel eksiği, “kendine şefkat gösterip sevme” konusunda yol alıyor görünse de teoride süper, pratikte nal toplamada oluşu. Kafasında ürettiği olası çözümlerden birini, bu konuda konuştukları arkadaşına önerir; yürüyüş yaparken, “kendisi hakkında iyi düşünme” çalışmasına yardımı olsun diye, “Tanrı’nın eşsiz güzellikte bir parçayım, burada oluşum bunun kanıtı” ya da “Tanrı’m zihnimi sessiz, duygularımı dengede, bedenimi sağlıklı tut” türünden, mümkünse kendi sesiyle yaptığı kaydı dinlemesidir. Kendi sesini de duymaktan hoşlanmayan “abla”nın asıl beklentisi, duya dinleye kendimize önce şefkat sonra da sevgi duyabilme becerimizi tez zamanda kazanabilmek.
 
 
*Çocukluğun Sonu, birer buçuk saatlik üç bölümlük bir dizi olarak da izlenebilir; bir miktar klişeye bulanmış diziyi de izlemiş “abla”nın gönlü, elbette kitabın okunmasından yana…