9 Mayıs 2010 Pazar

Senbilirsinanne "abla", sevgili editörlerinin doğru bir seçim yaptıkları konusunda şüphelidir.

Bir gün önce, damacanasını ustaca yuvarlayarak getiren sucu gencin uzattığı beyaz karanfille başlayan anneler günü kutlamaları, "abla"nın, ertesi sabah postasında bulduğu, birmilyonkalem'den editörlerinin kafa kafaya verip kendisini oybirliğiyle yılın annesi seçtiklerini haberleyen senbilirsinanne başlıklı, (aylar önce gelen, ağlayarak okuyup bir kenara bıraktığı mektubu, yeniden okuma cesareti veren) iletiyle sürer.

Yeni yılın ilk günlerinde gelen büyük zarftan çıkan, ilki, İl Sosyal Hizmetler Müdürü'nün "Birmilyonkalem.com sitesi tarafından başlatılmış olunan ve ulusal düzeyde katılım sağlanan "Adıyaman'da bir çocuğum var" kampanyasına...." diye başlayıp "...onlar için tek önemli olan şey onları düşünmüş olmanızdır." diye sonlanan, teşekkür ve yeni yıl için içten dilekler taşıyan mesajına eklenmiş üç mektubu okuyup, gözlerini kurulayarak zarfına koyan "abla", yeniden eline alacak gücü, ancak, editörünün sevgi dolu mesajı üzerine bulur:

"... Menderes ilköğretim Okulunda gidiyorum. 7. sınıfa gidiyorum. Keşke sizinle tanışmış olsaydık Nasılsınız İyimisiniz? Umarım iyisinizdir. Keşke bir gün yuvaya gelseydiniz. Hem sizinle tanışmış oluruz. Hediyeler için çok ama çok teşekkür ederim. Herkez hediyelerini beğendiler. Eğer birgün yuvaya gelirseniz çok mutlu olurum. Hemde tanışmış oluruz. Hediyeleri çok beğendik çok teşekkür ederim. Hediyeler çok önemli değil sizin gelmeniz daha iyidir. Sizi çok ama çok seviyorum iyi bir insan olduğunuzu hissediyorum. Sizleri hiç ama hiç unutmayacağım. Kendinize iyi bakın. Yeni yıllınız kutlu olsun. -
Bir yanında okla işaretli Fatma, diğer yanında bir başka okun ucunda Evren yazılı kocaman kalbin altında- Sizleri çok seviyorum... Hoşçakalın."

Sayfanın sol üstünde mor renkli kalemle yazılı ad, soyad yanında gülen bir yüz ve kalplerle süslü, özenli el yazısıyla mektup:
"Segili fatma abla." diye başlar. "...ilk önce hediyeleriniz için çok teşekkürler size bir kere anne diye bilirmiyim siz bana izin verir seniz anne diyebilirmiyim belki anne sevgisini verebilirsiniz. Ben sizin kızınız olabilirmiyim siz belki evet dersiniz belkide hayır dersiniz lütfen kızınız gibi görün lütfen yalvarıyorum acaba benim adımı severmisiniz. Benim adım zahide sizinki ise fatma... benim bir kardeşim var onuda kızınız gibi görürseniz mutlu olurum... lütfen benim yanıma bir kere gel bir kere öpüp koklayıp sarılmak istiyorum. Siz benim canımsınız ve Herşeyimsiniz Hep kalbimdesiniz Lütfen öpüp koklamak istiyorum ve anne demek istiyorum sevgiyle sayıyorum. ama lütfen gelin görün gidin fatma abla içim yanıyor SİZ BENİM ÇOK GÜZEL ANNEM sizsiniz?!?" Sayfanın altını mor çiçeklerle süsleyen Zahide, "abla"ya, bir de şiir yazar: "4 Ocak 1. 2010 / ANNE sizi çok seviyorum / yüzümde duyuyorum / Bakışını uyurken de / Ellerin öyle sıcak ki / Kış gecesinde / sen olmasan / Kimden duyarım / Yavru kelimesini / evimiz senle dolu / sokaklar / sana dönüşü var diye güzel / ANNE ne olursun / Hiç Eksilmez / Başımızda"

Naciye Hanım, "Asansörde birlikte indik, kadın çok tanıdık geldi ama... Oğlu tanıdı beni, o seslendi." diye anlatır. "Biz 66'da İstanbul'a geldiğimizde, babasıyla büyük oğlan inşaatlarda çalışıyorlardı, annesiyle kardeşleri daha köyde... bizim yanımıza bir kondu yaptılar, gece kalıyorlar ama zabıta gündüz dolaşıyor, içinde yaşayan kimse yoksa konduları yıkıyorladı. Bunlar da, işe giderken anahtarı babaanneme bırakıyorlar, babaannem gidiyor, bütün gün evde, evin sahibi gibi girip çıkıyor, evde yaşayan var diye yani... Bir gün, iki zabıta görünmüş sokağın başından, babaannem korkudan... adamlar bakmışlar kadının ayağı dibinde göl olmuş, yok anne korkma! deyip yüzgeri dönüp gitmişler..."

"
Geçende babam telefon etti, bu annenle başa çıkamıyorum, gel bununla konuş; Annem deniz kıyısına iniyor, gençleri takip ediyormuş, kayaların arasına oturuyorlar, ya kızlara bir şey yaparsalar diye, oralarda dolaşıp duruyor. Anne dedim, sen seksen yaşında kadınsın, senin ne işin var yalnız başına, gideceksen babamla git deniz kıyısına, bu halâ, ama kızlara... deyip duruyor, başına bir iş gelecek..."

Bir başkasının çatısını, kızını kendi evlâdı gibi koruyup kollayan, muhteşem anneler gözü önündeyken, Zahide ile Evren'in mektuplarını ağlaya ağlaya okuyup,
üstesinden gelemeyeceğim bir bağlılık yaratırım, yolum düşmez, elim ermez, gücüm yetmez daha büyük üzüntüye neden olurum diye düşündüğünden yanıtlamadığı mektupları sessizce bir yana koyan, -kendi annesi kadar mükemmel bir anne olamayacağı kaygısıyla, kızının (bile) ablası olmayı seçen, bundan fazlasını beceremeyeceğinden emin- "abla", sevgili editörlerinin doğru bir seçim yaptıkları konusunda şüphelidir.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Genç kadın, "abla"yı dehşete düşürerek, "...babam" der, "elimi tutar... o ıslak bir bez derdi, ıslak bez..." diye anlatır.

Birmilyonkalem'den sevgili editörünün Radyo 1'e yaptığı, çocuk istismarının, cinsellikle sınırlı olmadığı fikrine katıldığı, istismarın sınırları araştıran, bu konuda eğitimin nasıl yapılabileceğine dair değerli ipuçları veren özlü, güzel konuşmayı dinleyip, epeydir toparlamaya çalıştığı yazısını bitiren "abla", dağıtıma geçmeden, "Çocuğuma Dokunma" diye de etiketler.

1989 ile 1990 arasında bir yıl süreyle Abide-i Hürriyet Caddesi üzerinde 110 numara çatı katında,
"abla"nın da katıldığı, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu toplantılarda, her perşembe ortalama 10 kadın, iki saatliğine bir araya gelir, hayatın ruhlarında açtığı gedikleri onarmak üzere, iki terapist gözetiminde konuşur, konuşurlar.

Bir seferinde, -grup terapisine bir kereliğine katılan, ağır bir vak'a olduğu için birebir terapi yanında ilâç desteği de alan- çok genç bir kadın, "abla"yı dehşete düşürerek, "...babam" der, "...gelirdi yatağa, yanıma, yorganı boğazıma kadar çeker, elimi tutar..." bir yandan yanaklarından seller gibi inen gözyaşlarının boğduğu sesiyle, "...o ıslak bir bez, derdi, ıslak bez..."
diye anlatır. Yeni evlidir, omuzlarından -yorgan hizası- aşağısı hiç bir şey hissetmediği için, eşiyle, yaşadığı eksik cinselliğin arızasını giderme peşindedir.

Toplumun yargıları yüzünden gizlenen,
-yalnızca %30'unun ortaya çıktığı- taciz olaylarının büyük kısmının, çocukların güvendikleri, genelde baba, ağabey, amca, dayı gibi en yakın kişilerce gerçekleştirildiğini, annelerin farkına vardıklarında, bu duruma, hep birlikte sokağa atılır kötü yola düşeriz korkusuyla göz yumduğunu öğrenen "abla", son yıllarda ensest olaylarının, aynı ailenin cezaî ehliyeti olmayan genç fertlerinden biri eliyle örtbas ettirilişinin pek çok örneğine tanık olur.

Tim Roth filmi The War Zone, babanın kızıyla yıllar süren ilişkisini anlatır; anne durumun farkına, ancak, yeni doğurduğu kız bebeğin kundağında kan gördüğünde varır. İlk Dogma filmlerinin en iyilerinden, Thomas Vinterberg'in Şölen'i, annelerin kapı aralığından sessizce izleyip suskun kaldığı yıllar boyu, tecavüzüne uğradıkları babalarının, 60. doğum gününde bir araya gelen yetişkin erkek kardeşler çevresinde döner; ifşaatlara karşın şölen/düzen sürer.

Todd Solondz
filmi Mutluluk'ta akranı küçük oğlanlara ilgisini farkedip, sevgisi uğruna, babasına kendisini "öneren" küçük oğul, Savaş Sırasında Yaşam'da, -artık- üniversiteye gitmekte, bonobolar arasındaki ensest ilişkiler üzerine tez hazırlamaktadır. Terapi de gördüğü hapisten çıktığında, kendisini, üniversitedeki odasında ziyarete gelip özür dileyen babasına, tezini, "baba oğulla, kızıyla, ana oğluyla... huzur içindeler..." diye anlatır. Filmin sonunda -bu kez- küçük oğlan, öldüğü söylenen babası hakkındaki gerçeği bilerek, -adamın siyah takım elbisesiyle karşı kaldırımda sessizce süzüldüğü sahnede, beride- "ben" der, "babamı istiyorum!"

Çocuklar sadece aile üyelerinin tacizine uğramaz. Hiç bilmedikleri bir konuda küçük bir çocuğu -ne diyerek, nasıl yaparak- uyarmanın zorluğu ortadayken, tanımadıkları kişilere karşı "çocuğu yaşamdan yalıtmadan korumanın yolu ne olabilir?" diye düşündüğü günlerde "abla", -Konsomasyon Taburesi 157'de yazdığı üzere- bir belgesel izler: Şempanzeler üzerine siyah beyaz eski bölüm “abla”nın dikkatini çeker. Biri, elinde dolu bir süt şişesi tutan tellerle üretilmiş anne maketi, diğeri süt şişesi taşımayıp tellerin üzeri yumuşak kumaşla kaplanmış bir başka bir anne maketi: Yavru şempanzeler acıktıklarında gidip süt içerler ve geride kalan zamanlarının tamamını yumuşak kumaş kaplı maketin kucağında geçirirler! Muhteşem!

Dokunmanın önemi üzerine inanılması zor, etkileyici bir gözlem! “Abla”nın, Irvin D. Yalom’un Nietzsche Ağladığında ve Divan kitaplarında okuyup, terapistinin onu ille de omzuna dokunarak uğurlayışında test ettiği dokunulmak, bazı ruhsal hastaların dokunulmaya tepkileri, dokunulmanın taciz başlangıçı olabileceği kaygısıyla bir diğerine dokunmayan -örn. Amerikan- toplumların arızalı duygusal yaşamları, bizim sıkı sıkı sarılmaya yatkın, sevecen ve çoook daha dengeli duygusal toplumumuz, bir çok gözleminin yerli yerine oturduğu, bütünleşen bir manzara oluşturur. Bu çok önemli diye düşünür "abla" dokunulmak; bu anda, burada! olduğumuzun yaşamsal kanıtıdır ona göre...


Her parçası başlı başına bir anlam taşısa da, parçalı resim tamamlandığında ortaya tuhaf bir manzara çıktığını gören "abla", sağduyusu Basiret Hanım rehberliğiyle şu noktaya varır: "Saldım çayıra Mevlâm kayıra!..", "Allah rızkını verir...", Dünyada aç mezarı yok!" yaklaşımı bir yana bırakılıp, -özellikle sevmeye zaman ayrılarak, bakılabilecek sayıda edinilen- çocuk, güven duygusu, yakınlık ihtiyacı zedelenmeden, ebeveyninin gözetiminde sevgiyle
büyü(tül)meli...