31 Ağustos 2018 Cuma

“ABLA”YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 32

 
Bir önceki, “Abla”ya Göre Hal ve Gidiş 31’de, “insanlardan korktuğunu” anlatırken bunun, Aile Dizimi’nde ortaya çıkan, 4,5 yaşında uğrayıp hiçbir şey hatırlamadığı “taciz” ile ilgili olabileceği bilgisi vermediğinden, söz konusu korkunun temelsizliğini fark ettiğinde “abla” gündelik diğer korkular üzerine düşünür:  Ona göre en önemlisi, yemeğimizden korkmamız.
 
Gün geçmez ki “Şu nedenlerle, bunu yemeyin!”, “Bunları yiyorsanız şu hastalıklara hazır olun!”, “Aman ha, şunu şöyle pişirmeyin, bunu da böyle tüketmeyin!” konulu bir mesaj postasına düşmesin. İşin kötüsü çoğu, “Peki, onun, bunun, şunun yerine ne yemeliyiz?” sorusu karşısında ketumdur; dışında kalanların bazısı ise orta halli bir üniversite tezi hacminde metin okumayı gerektiren önerilerde bulunurlar.
 
Tokatlı ahbaplarının aktardığı, yöre halkının huysuz insanlar için kullandığı “Bırak şu tuzsuz adamı!” sözleri, “abla”nın aklında yer eder. İnsan bedeninin tüm sıvıları tuzluyken tuz, beynin çalışma sürecinin olmazsa olmazı şeker yasaktır: Tuzun şekerin değil, rafine işlemi sürecinde, özellikle tuzun barındırdığı minerallerin bilmem kaçta kaçının, mikroskobik cam partiküllerine dönüşüp kılcal damarların iç dokusunu çizerek, saptanması zor kanamalara neden olduğunda, damar içyapısını destekten sorumlu kolesterolün koşup oraya yığınak yapmasıyla yükseldiğini öğreneli içi rahat.
 
Bu yaman takipten yılıp “bilinçli tüketici profili”ni çoktan terk etmiş “abla”, yiyeceği için alışveriş ederken “canım ne istiyor” kriterine başvurur. Tezgâhlar önünden yavaşça geçerken içeri sorar; bilir ki bedeni, sağlık sistemi, yüksek benliği ona, yediğinden zarar görmeksizin ne yemesi gerektiği, konusunda rehberlik edecektir.

28 Ağustos 2018 Salı

“ABLA”YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 31

Damadının arabasının arka koltuğunda torunuyla söyleşerek yol almanın mutluluğu bir yana “abla” hiçbir zaman bir arabam olsun, ayağım yerden kesilsin dileğinde olmamış, tersine ayaklarını hep yerde uzun uzun yürümekle meşgul tutmuştur.
Bu ona, zihninde sessizlik, bedeninde sağlık ve elbette duygularında denge olarak döner.
 
Bir de sokak aralarında yaptığı şahane keşifler vardır: Taksim yönünde egzosun nispeten az olduğu Sıracevizler’de yürürken rastladığı, kırmızı tentesinde Jammin’s VINYL RECORDS & FRIENDSHIP yazılı kahve, “abla” için bir ütopya.
Yaşamına bir noktada yeni bir yön verme cesareti göstermiş ağabey ve kardeşin işlettiği, plak, kahve ve daha değerlisi dostluk sunan dükkânda yaptığı, birikimi dolayısıyla ağabeyden bir çok şey öğrendiği ezoterik sohbetlerden birinde “abla” yine, bu tür konuşmalarda olduğu üzere kendine ait bir gerçeğe varır:
Söz hangi sıra oraya gelmiştir hatırlamaz ama keşfi kendince, atlanamayacak hatta mutlaka kayıt alınması gerekecek kadar önemlidir: “Abla” son zamanlarda farkına vardığı üzere “insanlardan korktuğunu” anlatmaktadır; birden, “bu yüzden sanırım, bana zarar vermesinler diye…” der, “onlara gereğinden fazla alan açıp yakınlık gösteriyorum,” “Böylece de korkularımı haklı çıkaran bir kısırdöngü yaratmış oluyorum. Ne tuhaf değil mi? Beni korkutan yakınlık durumunu kendim yaratıyorum…”
 

26 Ağustos 2018 Pazar

“Abla” bayramda, kız kardeşlerinin sponsorluğuyla Adrasan’da.

 
 
20 Ağustos 2018 saat 03:00’te sessizce evden çıkıp Taksim’de küçük kız kardeşiyle buluşur, Sabiha Gökçen Havalimanı’nda ikiliye ortanca eklenir, kardeşler Antalya’ya yollanır. Otogara ulaşıp günde üç kez Adrasan’a giden Çiçek Tur’un 11:00 seferine yerleşir 13:30 civarında da Adrasan’a ulaşırlar.
 
İlk gün haliyle, uykusuzluk ve yorgunluğun verdiği sersemlikle geçerse de kardeşler,  ılık denizde uzun uzun yüzer sonra da, Kuzey ucu Musa Dağı’na dayalı 2.5 km’lik plajdan ibaret görünen yerleşimi keşfe çıkarlar. Dağın ayakucunda bir sürpriz! Sık yüksek ağaçlı, ördekli kaplumbağalı –sıkı ilaçlama sayesinde sivrisineksiz-, serin tertemiz Adrasan Deresi sığ akışına kerevetler, köşklerle yayılmış bir dizi lokanta.
 
Nemin az hissedildiği hava sıcak olsa da esintili. Kardeşler önce, bitki örtüsü zengin yerleşimi çepeçevre saran çanağa sonradan pat diye konmuş görünen, yapaylığı yüzünden “abla”nın Tümülüs adını taktığı çorak tepe dışındaki çamlık tepelerde, sahilin Güney ucundan tırmandıkları yürüyüş yapar.
Üzerindeki bilginin işe yaramadığı eski tabelanın işaret ettiği, yöre halkıyla antik Likya Yolu’nun bir kısmını yürümeye gelen yürüyüşçülerin, havalar serinlediğinde çıktığı Kız Kalesi sadece, kayalık dik patikanın ovadaki seralara bakan dörtte birlik kısmında, havlu atan ablaları için geniş panoramanın bolca fotoğrafını çeken küçük kız kardeşin ziyaret edebildiği nokta olur.
 
“Abla”nın dönüşte izlediğinde farkına vardığı, eşzamanlı olarak Instagram’da yayınladığı alçakgönüllü gezi, dağ tepe içerikli görünmesine karşın, kuzenlerden birinin “dönüşte bir taşıta binseniz bari” diye takıldığı kız kardeşler, tekne turu ile Suluada’ya giderler: Bir açıdan Musa Dağı gibi çok düzgün bir piramit görüntüsü sunsa da Suluada, arkalara doğru, aynı dağ gibi geriye doğru alçalarak uzanır. 10:30 civarı birbiri ardı sıra yola koyulan, öğle yemeği anonsu şahane Yusuf Kaptan’ınki dâhil irili ufaklı tekneler, biri eşsiz bir mağara görüntüsü sergileyen, yolcuların camgöbeği suda yüzdüğü birkaç koya demir atar. 
 
Plajda, birden derinleştiğinden dar kıyısında ailelerin çocukları, bebekleriyle oyalandıkları, yüzme bilmeyen tek tük yetişkinin makarnalarıyla renklendirdikleri deniz, tenha. Disco için taksi seferi yapılan dağın ötesi Olimpos tarafı gençler için iken, bu yanı çocuklu ailelere ayrılmış havasında… Öyle ki “abla” bir ara Adrasan yolunda bir kontrol noktasında durdurulan uygun çiftlere birer bebek verilmiş olabileceği fikrine bile kapılır(!).
 
Bir bölgesine yamaç paraşütçülerinin süzüldükleri, su sporları noktası dışında altı cankurtaran kulesi, birçok da çift duşlu kabin barındıran plajın, bağlı olduğu Kumluca İlçesi adına yakışır “kumluca” taşlı zemini, sabah serininde bile yalınayak yürüyüşü zorlaştırır.
 
Plaj boyunca dizili soğuk nar suyu ile mısır tezgâhlarının seçeneği, yolun üzerindeki odun ateşinde çay ve gözleme noktaları. Keçi sütünden yapılma “yanıksı” dondurma yöresel, özel bir tat. Geriye yayılmış bazısı havuzlu otel, bungalov vs. konaklama birimlerine ait görünseler de değişik atmosferli lokantaların çalışanları içten, güler yüzlü.
 
26 Ağustos 2018, (İstanbul için) 14:56’da Balık Burcu’nda gerçekleşecek dolunay, ezoteriklerin demesine göre “tüm dolunaylar gibi nereden nereye geldiğimizi gözleyeceğimiz, gerçekte ne istediğimiz üzerine düşünmemiz gereken bir zaman aralığı”.
 
Kendi tarikatının biricik şeyhi ve müridi  “abla” da bir ihtimal, bu değerli aralıkta arınma işlemini, Adrasan’da gördüğü çok net iki rüya ile sürdürür: Yıkılmakta olan evinde pencerelerin de sökülmüş olduğunu gördüğünde, evinin (bedeninin) yeniden yapılanışını idrak eder ve tüm yaşamında ilk kez rüyadayken açıkça tanımlayabildiği bilinciyle, “pencereler evin gözleri, gözlerim yenileniyor” fikrine ulaşır. Diğer rüyası ise evinin, yakını olabilecek insanlarca süresiz işgal edilmesi konuludur; rahatsız edici olsa da “abla” bunun bir arınma rüyası olduğunu bilir.
 
Adrasan’da bir de, hizmet aldığı kişilerle ego kontrolü olmaksızın, çok dürüst, güzel tepkiler aldığı, direkt ilişki kurmayı dener: Kolu askıda gence, “Üç kişilik masa!” demeden önce, “Sana” diye sorar “ne oldu?”. Yola çıkmadan birkaç saat oyalanacakları tespih ağaçları altında, esintili lokanta girişine bavulları sürürlerken “abla”, durumu içtenlikle anlatır. “Arabamız gelene dek burada oturacağız,” der grubun yerleşme hazırlığını kaygıyla gözleyen garsona, “sana da bir güzellik yapacağız elbet…”
 
Bayram dönüşleri başladığı için Antalya yolculuğu beklenenden uzun süren “abla” grubu, bereket uçakları da gecikme bildirdiğinden fazla telaşa kapılmaz.
Bir yolculuktan daha, beklediğinden fazlasını almış olarak evine dönen “abla” bunca uzak olmasa en kısa zamanda yeniden, bu kez dere boyunda konaklama niyetiyle Adrasan’a gidecek.
 
 
Adrasan görselleri:
 
Suluada görselleri:
 
 

11 Ağustos 2018 Cumartesi

“ABLA”YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 30

 
36. İstanbul Film Festivali, Antidepresan bölümünden izledikleri bir film “abla” ile kızını Teşvikiye’den Okmeydanı’na dek, eve yürüdükleri süre boyunca ağlatır. Bu, üzüntüden değil, “Tanrı’nın ihtişamı farkındalığı”ndan gelen yeni bilinç düzeyleriyle ilgilidir.
 
Romantik komedi olarak sınıflandırılmış, orijinal ismi Lavoor et Hakim olan, dindar bir Musevi kızının eş arayışı konulu film, “abla” için son derece büyük bir anlam taşımakta…
Konu basit; gezgin hayvanat bahçesiyle yaşamını kazanırken ha bire çöpçatanların uygun bulduğu adaylarla yemeğe çıkan yaşı ilerlemekte genç kadın, arada kendisinden etkilenen müzisyeni de başından savar ve kendi düğününü yapmaya karar verip harekete geçer.
 
“Hanukkah’ın sonuna dek Tanrı bana bir damat gönderecektir” der; evini döşer, gelinliğini annesiyle kardeşinin sessiz gözyaşlarına karşın prova eder, düğün salonunun ödemesini yapar hatta davetiyesini bile damat kısmı boş olacak şekilde bastırır.
 
“Abla” ile kızını derinden etkileyen, işte bu anlaşılması güç, çok büyük güvendir; yeri geldikçe “hepimiz Allah’a inanıyoruz ama ona güvenmiyoruz” demekte “abla” da, akışını kontrol etmezse bir yerlerde hayatının dağılıvereceği korkusu taşıdığından, olması gereken güven duygusunun eksikliğini hep hissedenlerdendir.
Filmin, “abla” ile kızını, ulaştırdığı muhteşem bilinç düzeyi ile şakır şakır ağlatması boşuna değil.
 

8 Ağustos 2018 Çarşamba

“ABLA”YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 29

8 Ağustos 2018 Aslan Kapısı geçişi ile ilgili ezoterik yazılar temel olarak “Sizi inciten en düşük bilinç düzeyinin bile sevgi arayışı içinde olduğunu” bildirir, “kalplerinizi Güneş görünce açan bir çiçek olarak hayal edip sevgiye açın” önerisinde bulunur ve her zaman olduğu gibi “kendinizi sevin” mesajına ağırlık verirler.
Kaos içinde yaşarken dikkatlerin, odakların sevgiye yönelmesini destekleyecek güçlü enerjilerin aktığı zaman dilimi onuruna “abla” kısa film Kırmızı’dan söz eder.
 
Ödüllü belgesel Kırmızı’nın yönetmeni Abdurrahman Demir: Yanaklarını rujla kırmızıya boyayan Sultan Hanım gecekondusundan, zamansız bir gelincik gibi Konya’nın kar beyazına çıkar. Otobüsle merkeze iner, sataşmalara uymaz, alışveriş eder. Arada kırık dökük cümlelerle hüzünlü hikâyesini anlatır.
Hiç sitem etmez, olayın tarafı hakkında kötü bir şey söylemez, kendisi ile ilgili olumsuz bir yargı dillendirmez; öylece, olduğu gibi kabullenir, yaşar gider.
 
“Abla”ya göre, bir çeşit bilgelik düzeyine erişmiş, kendini seven özel insan Sultan Hanım, eski eşini affedip etmemeyi konu bile etmez, sevmeye devam eder, öldüğünü duyduğunda onu bir daha görmediği için üzülür.
Günlerdir “abla”nın durup durup aklına, kalbine düşen, sevgi üzerine muhteşem bir hikâye…
 
https://www.youtube.com/watch?v=sMTWOuSP-No

1 Ağustos 2018 Çarşamba

“ABLA”YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 28

2018 yılı Temmuz’u, 14’ü 15’ine bağlayan gece, keskin, kesik polis sireniyle 01:45’te uyanan “abla” pencereden uzanıp otoparka bakar: Bir polis arabası, yolda bir ambulans, omuzlarında kameralarıyla binanın öte yanına bakan birkaç muhabir, aşağıda birkaç komşu… Ertesi günün taşıdığı anlam ve önem üzerine kendince ortalama bir kaygı taşıyor ise de durum, aşağıdan birinin, kulağına ulaşan “…branda gerecekler…” lafı üzerine özel bir kılığa bürünür. Aksilik, evi tam ters yöne bakmakta “abla” anlamaktan çok tahmin yürütmekte; yangın olsa tüm bina tahliye edilir, görünürde itfaiye yok. Bir saat sonra operasyon, “abla”nın özlediği bilgiyi sağlamadan sona erer, evli evine köylü köyüne gider.
 
İki akşam sonra çöp için uğradığı sıra kapıcıyı sorguladığında, bitişik bloğun kapıcısının içip dama çıktığını birkaç el de kurusıkı ateş edip atlamaya niyetlendiğini öğrenen “abla” çok üzülür; bereket olay kendisinin de tanık olduğu kadarıyla huzurla sona erer. Hayatın bunalttığı adam bir gece nezarette tutulup salıverilir.
 
2004 sonbaharı; yeni evli kızı, işiyle ilgili Ege’de, “abla” ile damat, akciğerine çok yakın büyük kist yüzünden artık kanepeye bile çıkamayan, geri sayımdaki Lucky’yi gözlemekte. Gece, güçsüzce tırmalandığını duyup devam etmeyince yeniden uykuya dalan “abla”, kapıyı, ertesi sabah açtığında Lucky’nin katılaşmakta bedeniyle karşılaşır. Bir gece önce kapısını açsaymış gidişatı durdurabilirmiş gibi, ağır suçluluk duygusuyla karışık, 1991’den beri evlerinin ferdi Lucky’nin kaybının acısıyla feryat figan ağlamaya koyulur. Kaynanasının huylarına henüz vakıf olmayan damat, şaşkın.
 
Ağlama işine ara verdiği ara “abla” –nasıl bir duyguyla halâ bilmez- yastık örtüsüne sardığı kediyi, ayaklarının dışarı çıktığı bir naylon çantaya koyar, aşağı iner. Kendi bloklarının kapıcısı izne, köye gittiğinden, varır bitişik blokun kapısını çalar. Adam kapıyı açar ama ağzını açar açmaz ağlamaya başlayan “abla” konuşamamakta!
Durum açık; bakar, “Ben” der, “bir kürek alıp geleyim”. Birkaç dakika sonra arka bahçede, bitişik blokun kapıcısının sessizce kazdığı minik çukura beyaz yastık örtüsüne sarılıp konan Lucky toprağa verilmiştir. İki gözü iki çeşme “abla” hıçkırarak teşekkür eder, yukarı çıkar.
 
O gün hemen hiç konuşmaksızın, yapmasını gerekeni yapan bu duyarlı adam, çoluk çocuk üst üste yaşadıkları daracık kapıcı dairesinde geçirdiği 14 yılın sonunda, belli ki yaşamına gerçekten son vermeyi düşünecek kadar bunalmış.
 
Yıllar önceki yumuşak desteğine duyduğu minnetle “abla”, malûm akşam ile ilgili bir şey bilmiyor görünmeyi sürdürürken, girişteki panoda “apartman görevlileri ile ilgili toplantı” duyurusu üzerine, aynı saatlerde bir başka işi olduğundan yöneticiye uğrar ve “Her ikisinden de hiç şikâyetim yok” der, “temiz, pırıl pırıl insanlar”.
Bir de Lucky’nin hikâyesini eklediği, ayaküstü yapılan konuşmanın, bu insanlar ile ailelerinin kaderi üzerinde ne derece etkisi olacağını bilemese de “abla”, ezoteriklerin “en yüksek hayır” dediği toplam iyilik adına bir adım atmış olduğu bilincindedir.