26 Ocak 2010 Salı

"Abla" 2010 yılının ilk kar günlerinde bir kitap okur öğrenir, bir film izler ağlar.

Hastanenin jeneratöründen gelen, elektriğin kesik olduğunu anlatan uğultuyla uyanıp bahçeye bakan ana-kızın gördüğü, bir gün önceden duyurusu/uyarısı yapılan incecik tozuyan karın örttüğü beyazı bol manzara, tanelerin irileştiği üçüncü kar günü daha bir güzel!

Perşembe Pazarı'ndan aldığı zincir ve cırtbantlarla ürettiği bot zincirleri Kuzey Ege'deki evinde kaldığından alışverişe gidemeyen, buzdolabını açıp uzun uzun bakıp yaratıcılığını seferber ederek ürettiği yemek listesinin nereye kadar gideceğini merak eden "abla", Japon filmleriyle aynı zamanlara rastlayışı ilginç, kızının "büyük ilerleme!" diye dalga geçtiği tetris'ten terfi ettiği mahjong'un başına oturur: Geride, son zamanlarda tutkunu olduğu aol radio yayını meditasyon müziği, mahjong taşlarına bakmaktan şaşılaşan gözlerle, galip gelip, dalgalar arkasındaki yanardağın homurtuyla püskürttüğü kızıl alevde ellerini ısıtana dek, üstüste, oynar da oynar.

Eskiden olsa, bunca zaman ziyanına neden olduğunu düşündüğü bilgisayar oyunlarının tümünü aynı kefeye koyup "zararlı!" ilân eder, kendini oynamaktan alıkoyamadığı için suçluluk duyarken, şimdilerde "abla", pet society bağımlısı kızının, elektrik kesikken oynayarak oyalanamadığı, çok da uzun olmayan zaman aralığında, asker kocasını özleyip sulu selli ağladığını göreli, bilgisayar oyunlarına muhalefet ne kelime, ateşli yandaşı olmuştur.

Ellerini yanardağ ateşiyle ısıtmaktan kalan zamanda "abla", kar günlerinin kârı, bir de kitap bitirir: Butik Yayıncılık'tan, kapağında YAŞAM KİTABI "Yeni Çağın Rehberi" YÜKSELİŞ VE İLÂHİ DÜNYA DÜZENİ yazan, fiyatının 14 YTL'den 5YTL'ye indirildiğini belirten bir patlangacın bulunduğu kitabın yazarı Dr. Michael Sharp... Adından anlaşılacağı gibi, konusu, "abla"nın, daha öncesinde belli belirsiz, 2004'ten bu yana adı konmuş biçimde ilgi alanına giren Yeniçağ bilgeliği. Korku ve uzantısı öfkenin, kendisine hizmet etmediğini belirleyeli, sezgisel seçimlerle okuduğu pekçok kitap içinde bu sonuncusu, fiyaskoyla sonuçlanan, ilki Lemurya, ikincisi Atlantis, üçüncüsü -bedenlendikleri gezegenin çok zor yaşam şartları yüzünden küçülen yürekleri nedeniyle işlevini yitirmiş kalp çakraları sonucu- duygusuz, kontrol takıntılı, Z. Sitchin kitaplarından tanıdık Anunnakilerin günümüze dek bizleri nasıl etkilediğini, içinde bulunduğumuz zamanların sonunda yeniden deneyeceğimiz Yükseliş'in, Dünyanın, spritüel tarihini anlatır. "Abla"nın severek, öğrenerek okuyup beğendiği kitap, konunun meraklısına...

İlk kar akşamı, küçük kız kardeşinden gelen telefon üzerine TRT3'de, artistik buz pateni ustası Evgeni Plushenko'nun -bir kez daha- Avrupa Şampiyonu oluşunu izler, ardından da ateşli hayranı kızının internette arayıp bulduğu, izlediklerinde -ve halâ- bayıldıkları ilk gala gösterisini seyrederler.

Kar akşamlarından bir diğerinde, paralı kanalda güzel bir film: 2003 İspanya, Kanada yapımı Bensiz Hayatım: Nanci Kincaid'in kitabından senaryolaştırıp yöneten İsabel Coixet, oyuncular Sarah Polley, Scott Speedman, Mark Ruffalo, Deborah Harry, Maria de Medeiros... İlkini, ilk ilişkisinden 17, ikincisini 19 yaşında doğurduğu iki kızı ve sevdiği eşi için iki ayrı işte çalışarak, annesinin arka bahçesindeki karavanda sıkış tepiş ama şikâyet etmeden yaşayıp giderken kanserden iki ay ömrü kaldığını öğrenen Ann, sınırlı zamanı hastane odalarında yitirmek istemediğinden ağrı kesiciler dışında tıbbî önerileri reddeder. İlk işi, "ölmeden önce yapılacaklar listesi"dir: Annesi, kocası ve sevgilisine veda konuşması kaydettiği birer, 18 yaşlarına kadar kızlarının her doğum günü için bir çok kutlama kasedi doldurur; gider takma tırnak taktırır, bir niyeti birini kendisine âşık etmek ve başka bir erkekle sevişmekken, kızlarının benimseyeceği bir yeni anne bulmak için de planlar yapar. Beceriksiz bir yönetmenin harcayacağı güzel konu, iyi oyunculukla hüzünlü ve ışıltılı bir güzel filme dönüşür.

TV'de, sohbet programları dahil film dışında pek bir şey izlemeyen "abla", paralı kanalda, doğum haritasını çıkaran sevgili arkadaşının ortağı hanımla, Cuma akşamları cinsellik konusunda uzmanca, dürüst, dobra konuşmalar yapan Billur Kalkavan'ın, içten kişiliğiyle öne çıkan Konuşmazsak Çatlarız programını keşfeder, beğeni ve kuşağının bastırılmış kadınlığından yüzüne çalan hafif kızarıklıkla izler.

11 Ocak 2010 Pazartesi

"Abla" ve kız kardeşleri, yeni yılın ilk günlerinde iki de tiyatro oyunu izlerler: Kraliçe Lear ve Testosteron

Yılbaşı için bir araya gelmişken bir iki de tiyatro oyunu görelim... niyetiyle eleştirileri tarayan ailenin kültür gurusu küçük kız kardeşin biletlerini de aldığı iki oyundan ilki, Kanadalı yazar Eugene Stickland'in Urban Curvz Kadın Tiyatrosu kurucularından Joyce Doolittle için yazdığı Kraliçe Lear: Oyuncular Yıldız Kenter, Sedef Şahin, çello da Feride Berin Varol, ya da Jülide Calca Eke.

Erken yaşta kaybedip çok özlediği annesinin oyuncu arkadaşına -babasının zoruyla- asistanlığa yollanan yeniyetmeyle, erkeklerin daralttığı yaşam/iş alanlarını geri alma fikrinden çıkan Kraliçe Lear rolüne çalışan deneyimli ileri yaştaki tiyaro oyuncusu kadının bir dönem arkadaşlığını anlatan oyunun, sade sahne düzeninin bir köşesinden mırıldanan çello, kafası karışan oyuncunun iç sesi olarak, arada oyuna katılır, zemine, güzel klâsik parçalardan melodiler döşer.

Saati 8 dolarlık asistanlığa, oyuncunun verdiği izinlere sevincini zıplayıp "tşk!" diyerek belirten, arkadaşlarıyla üç harfli mesajlarla hızlıca anlaşabilen yeniyetme, yaşamlarındaki -anne, sanatçının sevgili eş- kayıplarını yeni şeyler üreterek dengelemeye çalışırken birbirlerinin desteğinden güç alırlar. Diğerinin 1/3'ü yaştaki kız, kuşağının yaklaşımını safça ortaya koyarken, yaşlı oyuncu onu yargılamayarak aradaki uçurumu kapatır.

Bir tiyatro oyunu ezberi çalışılırken, çalışılan, aslında hayat ezberidir. 81 yaşında, sahnede, "abla"nın lisede bile yapmayı beceremediği, duvara dayalı amuda kalkabilen Yıldız Kenter, bu oyunla yaşı/yaşlılık ile tüm zerafeti ve gücüyle yüzleşmekte. Görülmesi kişiye mutlaka birşeyler ekleyecek oyun Kenter Tiyatrosu, Harbiye'de...

Testosteron, yazan Andrzej Saramonowicz, yöneten Kemal Aydoğan, oyuncular Stavros Metin Coşkun, Kornel Onur Ünsal, Fistach Emre Karayel, Robal İnan Ulaş Torun, Tretyn Mert Fırat, Janis Timur Acar, Tytus Tuna Kırlı.

Damadın büyük mutlulukla "evet!" dediği nikâh töreni sırasında, "kalbim bir başkasına ait!" diyip bir gazeteci öperek
"event yaratan" gelin Alicia büyük bir kargaşaya neden olur. Düğün yemeğinin verileceği lokantaya yumruklaşıp tekmeleşerek giren, biri damat iki biliminsanı, bir müzisyen, bir gazeteci, bir avukat, bir garson, bir de -neredeyse profesyonel- baba, her fırsatta yumruklaşarak, sahnede hakim rengi kırmızıya dönüştürdükleri bir dizi soruşturma ile işin aslını anlamaya çalışırlar.

Mağara devrinden bu yana milim değişmemiş yöntemle öğrenip sonuç almaya çalışan, böylece, -ortak- erkek olma noktasında buluşan değişik eğitim/yetenek/birikim düzeylerindeki adamlar, alkolünde etkisiyle işi, "boyut" yarıştırmaya vardırırlar. Sürpriz sonuçla, aralarından birinin özgüven probleminin çözüldüğü finalde, geride, -oyunun başında Quentin Tarantino'nun Pulp Fiction'ından erkekler arası uzuuun geyiğin yayınlandığı iki ekranda- Marilyn Monroe'nun baygın gözleri, önde sahne dibinde dudakları önünde, asıl kabahatın testosteron denen erkeklik hormonunda olduğu fikrine varırken, ne yapıyorlarsa kadınlar için yaptıkları... gerçeğinin de altını, kalınca çizerler. Şiddetin sürekli yön değiştirdiği, içeriği nedeniyle 18 yaş üzeri... notuyla tanıtılan, dizilerin tanıdık yüzlerini barındıran, kafası sarılı damadın, kalın camlı gözlükler ardında sinir krizleri geçirirken yarattığı çok komik tozşeker salvosu sahnesi unutulmaz, çok eğlenceli oyun, Kadıköy'de Oyun Atölyesi'nde...

Erkeklerin, "erkeklik"leriyle erkekçe yüzleştikleri oyun, Kraliçe Lear örneğinde yaşlı oyuncunun yaşla, yaşlılıkla yüzleşmesinde sergilediği yüreklilikte de gözlendiği üzere, "abla"ya kalırsa, 2012'de kuantum sıçrayışına hazırlanan Dünyanın, değişmekte olan manyetiklerinin destekleyip yükselttiği bilinç değişiminin bir başka göstergesi.