29 Şubat 2012 Çarşamba

"Abla"dan üç film, iki de kitap: Kevin Hakkında Konuşmalıyız, Zenne, Bir Zamanlar Anadolu'da, Az, Işığın Kobrası.

Kuzeninin hararetle önerdiği Kevin Hakkında Konuşmalıyız, 2011 Filmekimi'nden, ABD İngiltere, 2011 yapımı: Yönetmen Lynne Ramsay, oyuncular Tilda Swinton, John C. Reilly, Ezra Miller... Çocuksuzluğu seçmiş eş dosta "iyi ki!.." dedirten filmin iki baş kahramanından -diğeri haince kötü yüz ifadesini hiç yitirmeyen oğul- anne Eva, (zor oyunculuğun altından alnının akıyla kalkan Tilda Swinton), baba Franklin (John C. Reilly) kucağına verilen Kevin ile henüz tanışmakta iken, hastane yatağında kara kara düşünür. Görünürde hiç sebep yokken, doğduğu günden başlayarak annesiyle ilişkisini alabildiğine düşmanca sürdüren oğul, aksine babasıyla pek sevecen ilişki içindedir; o kadar ki anne, kendisinden şüpheye düşer, eşinin bilgisi dışında yeniden hamile kalır. Sondan başa ilerleyen, izleyiciyi geri dönüşlerle, ne olduğu hakkında bilgilendirirken gerilimi giderek tırmanan filmin finalinde, Kevin'in 16. doğum günü armağanı -enstrümanı- ile, bir sanat başyapıtı ortaya koyarcasına yarattığı kıyım, "abla"ya kalırsa bir karma temizliği / dengelenmesi öyküsü. "Annenin" der "abla", çıkışta filmi birlikte izlediği arkadaşına, "iyi niyeti, gayreti, tartışmasız alttan alan tavrı, her şey olup bittikten sonra dahi oğluyla sürdürmeye çalıştığı ilişkiye bakılırsa, bu ikisi arasında önceki yaşamlarından gelme kapanmamış bir hesap olsa gerek."

Türkiye 2012 yapımı, 48. Altın Portakal Film Festivali'nden beş ödüllü Zenne: Yönetmenler M. Caner Alper, Mehmet Binay, oyuncular Kerem Can, Erkan Avcı, Giovanni Arvaneh... Yaşamını dans üzerine kurup sürdüren Can, çevresinde dolanan -devamsız- üniversite öğrencisi Doğulu Ahmet ve Afganistan'da fotoğraf çekerken tanık olduğu trajedi yüzünden darmadağın, İstanbul'a sığınan Daniel'in yolları kesişir. Fotoğrafçıyla, babasının kayıp yaşamını özgürce yaşamak isterken, annesinin, cinayete varacak nefretinin odağı haline gelen Ahmet'in aşkı ile, cinsel enerjisini yaratıcılığa dönüştürerek görkemli dans gösterileri düzenlemeyi başaran Can çevresinde, eşcinsellerin, yaşamın her alanında olduğu gibi askerlik kurumunda nasıl aşağılandıklarının anlatıldığı filmin sonunda Der Spiegel'de 2009'da yayımlanan bir habere göre Dünyanın en büyük porno arşivinin Türk ordusu arşivlerinde olduğu belirtilir.

Türkiye Bosna 2011 yapımı, Bir Zamanlar Anadolu'da, "abla"nın izlemeye kıyamadığı, öteleye erteleye kendince en uygun ruh halini beklediği film, tüm bu özeni fazlasıyla hak eder: Yönetmen, "abla"nın her işini beğendiği Nuri Bilge Ceylan. Oyuncular Muhammed Uzuner, Yılmaz Erdoğan, Taner Birsel... gibi görünmekte ise de, özellikle ilk 1 saat 19 dakika boyunca bozkır gecesini otomobil farlarıyla, tandır ateşiyle, ampullerle, idare lambasıyla çizen, tarayan, yalayan, ısıtan, ışıtan ışık filmin baş rolünde. Bir taşra kasabasında, gece boyu, bir içkili kıskançlık cinayetinin keşfini yapmak niyetiyle o çeşme senin bu çeşme benim dolanıp duran zanlı, savcı, doktor, polis, jandarma, mola verdikleri muhtar; her biri kendi derdine bulanmış, kendi hikayesini anlatır. Tekrar tekrar bakılası, izlenesi, görülesi film "abla"nın, "muhteşem!" dediği türden bir başyapıt!

Doğan Kitap 2011 baskısı Az, yazarı Hakan Günday'ın aynı yayınevinden çıkan yedinci kitabı. Bir yanıyla, zamanında okuduğunda "abla"nın derin hayranlık duyduğu Oğuz Atay'a -ki içinde, özellikle Tutunamayanlar'ı bir kez daha okuma hevesi uyanmıştır- güzelleme sayılabilecek romanın, akıl almaz şiddeti anlatırken ustalıkla taklalar attırdığı söze hükmederek okura da kahkahalar attıran yazarının üstün becerisi, "abla"ya kalırsa, ancak ve ancak -kendisinin de- mensubu olduğu belagat burcu İkizler'den kaynaklanır.

Az, sayfa 150'den "...İngilizce dilbilgisi kurallarını hâlâ öğrenememiş olsa da, o dünyaya ait kuralları çok iyi bildiğinden, kısa sürede kendine bir çete kurmuştu. Yatırcalı akrabalarının Londralı çocuklarından oluşan küçük sürüsünün adı Fighting Wolves'du. İlk bir kaç hafta Ubeydullah ve Bezir, Regaip'in peşinden koşmuş ancak birden durmuşlardı. Çünkü Regaip'in bir korucu olduğunu hatırlamışlardı. Ve saklandığı yer bir dağ değil, Londra da olsa, bulunmak istemeyen bir korucuyu aramak boşunaydı. Bulunamazdı. Dolayısıyla geriye, alabilecekleri tek bir önlem kalmıştı. Onu da Ubeydullah halletti. Çok, ama çok büyük içtenlikle beddua etti!"

Butik Yayıncılık'tan 2008 baskısı Işığın Kobrası, 2012'nin Ötesi, Dünya'da Enerjinin Değişimi ve Dişil Işığın Yükselişi adlı kitabın yazarı Drunvalo Melchizedek. Kitabın arka kapağından: "Dünya'da her 13.000 yılda bir, her şeyi değiştiren kutsal ve gizli bir olay gerçekleşir. Tabiat Ana'nın Kundalini enerjisi, gezegenin temelindeki yerinden ayrılır ve bir yılan gibi dünyamızın yüzeyine hareket eder. Bir zamanlar antik Lemurya'daki yuvasında olan enerji önce Atlantis'e ardından Hindistan ve Tibet'in Himalaya Dağları'na geçti ve her yer değişikliğiyle, spiritüel anlayışımızı değiştirdi. Ve cinsiyet. Ve kalp. Bu kez Işığın Kobrası 13.000 yıl kalacağı yeni yerine Şili ve Peru'nun And Dağları'na taşındı. Böylelikle dünyada da dişil ışığın yükselişi başlamış oldu."

2011 yılının Ağustos sonu ile Eylül'ünün ilk haftasını Peru, Bolivya'da geçiren "abla"yı pek etkileyen Machu Picchu'daki seremoni: (Sayfa 210) "Machu Picchu'da antik kütüphanelerin ve kayıtların saklandığı ve hemen gözünüze çarpacak şekilde düz alan yerleştirilmiş iki yer vardır. Peru'nun çevresi tapınaklarla doludur ve bu tapınakların çoğunun ortasında, taş heykel gibi görünen, oyuk bir kaya vardır. Biraz duyarlılıkla, bu "kayıt koruyucularının" birinin yanında oturabilirsiniz ve elinizi, kayadaki belli bir oyuğun üzerinde gezdirerek, oraya yüzlerce, hatta binlerce yıl önce yerleştirilen detaylı görüntüleri, içsel görüşünüzde görebilirsiniz... İnka rasathanesinin zemininin de bir kaya "heykel" olmasının sebebi budur. İnkalar, Ekinoks Presesyonu gibi astronomik değişimleri algılayabilmeleri için, gece gökyüzünde oluşan bu fenomen ve değişimleri binlerce yıl, tek bir insanın yaşamından çok daha uzun süre kaydetmek zorundaydılar. İnka'nın bu kaya kayıt koruyucuları ile yarattığı şey, günümüzde modern bilgisayarlarımızın başardığı doğruluğa denkti.
İlk seremonimiz için önceden belirlenmiş bir alan seçildi ve zaman yaklaştıkça, grubumuz üyeleri gelmeye başladı. Sonuçta tüm grup toplanmıştı.
Ben yere, Peru'ya özgü bir kumaş serdim ve dört kristali, dört yöne yerleştirdim. Ortası için özel bir kristal getirdim ve sonra, katılımcıların getirdikleri nesneleri sunağa yerleştirmeleri için seremoniyi başlattım. Kısa sürede tüm kumaşın üstü, kutsal nesnelerle dolmuştu....
Sunak hazır olduğunda seremoniye başladık. Ve dört yönde enerjilerimizi belirlemeye başladığımız anda yine dev bir akbaba grubumuzun üzerinden uçtu. Aslında, tam sunağa doğru pike yapmıştı ki son anda yükseldi.
İnka şamanları bu işareti büyük neşeyle karşıladılar, çünkü bu, bizim, gelip onların insanlarını kurtaracakları yönündeki kehanette bahsedilen grup olduğumuza inanmaları için gereken üçüncü işaretti. Peki ikincisi neydi? Bilmiyorum, şamanlar, sadece gördüklerini söylediler, ne gördüklerini değil..."

Tabiat Ana'nın hizmetinde geçen 35 yıllık hikâyesini bir gezi kitabı gibi anlattığı, "abla"nın bayıldığı, huşu içinde okuduğu kitabın sonunda, Drunvalo Melchizedek sözlerini (sayfa 241) "...21 Aralık 2012'de, Ekinoks Presesyonu tamamlanacak ve bir başka 13.000 yıllık dönem başlayacak. Bu sürede, eski dönem ve insan yaşamını kontrol etmenin eski eril yolları bozulmuş olacak. İnsanları Işık'a götürme görevi kadınların olacak. 18-19 Şubat 2013 tarihinde, Maya, yeni dönemin ilk seremonisini gerçekleştirecek. Bu da insanlıkla "kişisel" bir seviyede etkileşime başlamak için her yerde yaşamın açılışını tetikleyecek ve insanlık hızla, Dünya üzerinde kalan insanları iyileştirecek..." diyerek bağlar.

16 Şubat 2012 Perşembe

"Abla" çekap'a girer, LDL'den ikmale kalır.

2012 Şubat ayı başında, -yazlıkta, yarım gün nasiplendikleri- iki kar arası bir koşu İstanbul'a giden, ortanca kız kardeşi, kızı ve damadıyla, yakınındaki boylu poslu hastanede çekap'a giren "abla"yı karşısına oturtan kıvırcık saçlı mavi gözlü genç doktor, evirip çevirdiği tahlil sonuçlarından kolesterol ile ilgili olanında karar kılar; 190 üzeri 217 puanını çok kötü bulduğunu belirterek ilaç yazmaya yeltenir.

"Hiç zahmet etmeyin" der "abla", "ilaç kullanmam; doğal gıdalarla ilgili öneriniz olursa..." Karşısındakinin "uysal hasta" kategorisi dışında olduğunu anlayan doktor hafifçe gerilirse de geri adım atacak gibi değildir.

Aralık ayını 600 adet tül torba dikerek -kısmen/nispeten hareketli- geçiren "abla"nın, takı tasarımcısı müşterisinin satışlarını web'e taşıma kararı üzerine sipariş ettiği, Ukraynalı komşusunun değerli desteği olmasa hayatta bitiremeyeceği 1000 kadife kese için, Ocak'ta iki hafta boyunca günde 10 saat, neredeyse hiç soluk almadan çalışması gerekmiştir. Soluk almamak mecaz değil, teknik bir gerekliliktir; "abla", komşusunun biçtiği esneyen kadifenin üç kenarını, -harlı olmayıp küçük alevle yandığından- doğum günü pastası mumu ateşinden, soluğunu tutup yavaşça geçirerek hafifçe yakar, iki de delik açar. Kumaşın atmasını önleyip havını sabitlemeye yarayan, işçiliği de en aza indiren işlem, "abla"nın, delikleri yüzünden Ku Klux Klan* diye adlandırdığı keselerin ucuza mal olmasını sağlar. İşçilikle birlikte soluğunu da en aza indirme nedeni, "abla"nın elinin, bedeninin en ufak hareketinde, kadifenin alev alma eğilimidir.

Zaman kazanıp, hastayı kazanma niyetindeki doktorun sırtını dinlediği, -"abla"yı çekap sonuçları arasında en çok ilgilendiren, 53 yıllık son enkarnasyonu boyunca ilk kez 79.6 kg olmasının yan etkilerinden- yağlanmış karaciğerini elle kontrol ettiği tarama sonrası masaya dönen ikili, kaldıkları yerden çekişmeye devam ederler. İlaç kullanmamanın sorumluluğunu aldığını beyan eden "abla", bastıran, hatta "bir yıl sonra %10 tıkanmış damarla gelirsiniz" diyerek aba altından sopa gösteren doktora, "sizi kızdırmayı göze alarak," der, "şunu da söyleyeceğim; doktorların bir kısmı kolesterolün ilaç şirketlerinin uydurduğu bir hastalık olduğunu iddia ediyorlar, en azından fikir birliğine varmanızı bekleyeceğim ilaç kullanmak için."

Görüşmenin bir mutabakata varmayacağını anladığı ilk andan itibaren giderek yükselen -doktorun- tansiyonu(nu) düşürme girişimi olarak, elinde, sağlıklı uzun ömür yaşayacağının kanıtı olduğunu bildiren "abla" şakalaşma moduna yaklaşmayan, humor yoksunu adama "çingenenin biri fal bakmıştı" der, kanıt elini açıp uzatarak, "yaşam çizgim çok uzunmuş". Sonunda, sözü de soluğu da tükenen doktorun "sanki onlar çok uzun yaşıyorlar" umutsuz çıkışı "abla" tarafından "ama dolu dolu yaşıyorlar" denilerek karşılanır; iyiden iyiye farsa** dönüşen görüşme böylece sonuçlanır.

Ardından değerlendirmeye giren ortanca kız kardeşine, -"abla"nın, ablası olduğunu söylemesine karşın- bir kaç kez "kardeşinizi ikna edin, ilaç kullanması lazım!" diyen doktorun, kendisini, kardeşinin kardeşi sanması "abla"ya yeterli gelir.

Yine de İstanbul dönüşü, güneş enerjisinin buz tutup olgun karpuz gibi yarılan parçasının tamir edilmesiyle suya kavuşan, olağanüstü hava şartları yüzünden odunluğu tamamıyla boşalıp, yokluğunda, ödemesini peşinen yaptığı zeytin odunuyla tıka basa doldurulan, hatta elektriğin sorunsuz geldiği, giderken "öldüğünü" düşündüğü evini ısıtıp, ardı sıra kendisi de ısınır ısınmaz Güvercin Koyu'na yaptığı yürüyüşlere başlayan "abla" bununla yetinmez; Ukrayna'lı komşusundan öğrendiği -üçgenlerinin yüksekliği ile karenin kenarları eşit- karton kare piramit altına koyduğu vesikalık fotoğrafı üzerindeki sarı kağıda dileğini "sağlıkla zayıflamak" diye yazarak, kendince hem kadim bilgiyi, hem de çok daha genç bilgiyi onurlandırır.




11 Şubat 2012 Cumartesi

Öte yandan… 24 (Sevgililer Günü dolayısıyla yeniden)

“Ben, beni çok çok seviyorum. Canım benim.

Ben”


“Abla”nın, geçmiş bir Sevgililer Günü, gazetesi Cumhuriyet’e göz atarken rastladığı minicik ilan. Bayılır!


Kızının evliliğinin ilk yılını yeni evlilerle birlikte geçiren “abla”, ertesi yıl annesinden kalan yazlık evi kışlık eve çevirip taşraya göçer; amacı, kendisini aramak, yüz yüze gelme cesareti bulursa eski hesapları gözden geçirmek, doğumla getirdiği değil sonradan üzerine yamanan, eklene yapışa kalınlaşıp kabuklaşan gurur, özgürlüğünü yitirme korkusu, kendisini diri tuttuğu için yaşamsal sandığı öfke…den kurtulmak, mükemmellik iddiasından, kendisiyle inatlaşmaktan vazgeçmek, sorumluluk duygusunu dengeleyebilmek, kendini yaptığı / yapmadığı tüm şeyler için affetmek, olduğu gibi kabul edip sevmek… En çok kendisini sevmek!


Kendisiyle yüzleşme çabası arasında rüyalarını, yerel gazetede hakkında yazılmasını ve yazılmamasını istediği şeyleri, hayatının değişmesini istediği yönlerini yazdığı, okuduğu kitaplardan hoşuna giden cümleleri not ettiği spiralli defterinde, içten ve derin olmasına özendiği bir tahlil.


14/1/2007

“Seni niye seviyorum veya niye seviyorum biliyor musun? Benim kendimi sevmedeki eksiklerimi gideresin diye. Ben güzel, yeterli, özgün, özel olduğuma, hiç de yaşlı ve huysuz olmadığıma inanmakta zorluk çekiyorum. Zorluk çektiğim bu konularda beni ikna etmeni bekliyorum. Ve senin beni ikna etmene imkân yok; bunu ben yapmak zorundayım, sevgi ilişkilerinde sürekli başa dönüp aynı senaryoyu bu yüzden tekrarlıyor olmalıyım. Ben, beni sevmezken sen beni nasıl sevebilirsin, sevsen bile beni nasıl buna inandırabilirsin?”

“Abla”, işin özünü sanki yakalamış.


Bir sayfayı da -kendisini sevmedeki eksikliklerini gidermesini beklediği- esas oğlan profiline ayırmış. Tarihsiz, -2006 yılının sonlarına ait olmalı- bir çalışma, en başa “nerede öyle bolluk? yargısı sayfası” yazmış:

“Özgürlüğümü yitirmekten, beraber olduğum / oturduğum evimi paylaşan kişinin yörüngesine girip, ona hizmetle yükümlü olduğum sanısıyla yaşama alanımı ona bırakmaktan korkuyorum; başka birinin seçimi müziği dinlemek, filmi izlemek, yemeği yemek biçiminde yaşamak istemiyorum. Daha kötüsü, o biri seçimini ortaya kor da ben uyarsam ona öfke duyuyorum ya da taviz vermeme formunda ona üstünlük kurmaya çalışıyorum. Bunu nasıl dengeleyebileceğimi bilmiyorum. Bütünüyle benim seçimlerime uyum sağlayan birini de kişiliksiz, sinik olarak nitelendiriyorum.

Aslında yalnız olmaktan mutsuz değilim. Zaten çok konuşan oradan oraya giden bir zihnim var. Çağrışımlarla gelen milyarlarca hikâye ve onların çağrıştırdıkları, korkular, kaygılar, silinmemiş eski hesaplar, azıcık bağımsız neşe, sevinç.

Yine de bir uğraşısı olan, ev içi sorumlulukları ben söylediğim için değil, kendiliğinden sevinçle paylaşan, TV sinema, müzik zevklerimiz aynı, sigara içmeyen, bana saygılı, sevgi duyan (hayran?!!!), sağlıklı, şakalarıma gülen, sakin, sessiz biri… Ekonomik açıdan bağımsız, kardeşlerimin, çocukların, akrabaların, arkadaşlarımın içine tam anlamıyla sinen, beraberlikten maddi, manevi beklentisi olmayan, entelektüel, kişilik iddiası olmayan, kendisiyle barışık, yanında kendimi iyi hissedeceğim, hadi’lerime uyan, seveceğim, sadece benimle beraber olmaktan mutluluk sevinç duyduğu için benimle olan, bunu hissedip yanında sevinç neşe mutluluk duyabileceğim biri…”

Sayfanın başına “nerede öyle bolluk?” yazması boşuna değil! “Abla” çıtayı bayağı yüksekte tutmuş.


Öte yandan, yaşamının, yeniden, yeniden bir kez daha yeniden yazdığı defterlerle dolu olduğuna bakılırsa “abla”, “gel!” diyebilecek kadar çok sevdiği biri için, değil bu sayfayı, defterin tümünü yeniden yazar, yazacaktır. Ve “gel!” dediğinde, acı verdiğinden yüzleşmeye yan çizdiği yüzüyle yüz yüze gelme cesareti gösterir, -babasının sık sık Mevlâna’dan aktardığı gibi “göründüğü gibi olmak yerine, olduğu gibi görünmeyi”- kendisi olmayı, bir de -sağduyusu, Ben'im varlığı- Basiret Hanım’ın desteğiyle, kendisini olduğu gibi sevmeyi başarabilirse, izini buralara kadar sürdüğü huzuru yakalayabilir. Kim bilir?