22 Eylül 2012 Cumartesi

On üçüncü günde “abla” grubu ile katılımcılar, kamptan Canaima’ya dönerler.


29 Ağustos 2012 sabahı havanın ağarışını izleyerek gün doğarken uyanan “abla” –lezzeti, kokusu bir yana bırakıldığında pekâlâ içilebilen açık kahverengi duru- suyun, tuvalet için depoya basılmasını bekleyenlere katılır. Bir gün önceki yağmurda ıslanan, duvar üzeri, hamak ipleri, çatıyı taşıyan kütüklere salkım saçak serilen giysiler, yoğun nemli havada aynı ıslaklıkta…

Bir gün önce alacakaranlıkta görmedikleri Angel Şelalesi manzaralı kampta, yine taaa Canaima’dan taşınmış yiyeceklerle yapılan kahvaltı sonrası grup, ucu şelaleye varacak orman yürüyüşüne hazırlanır.

Arkadaşlarının Caro! diye seslendikleri Carolin, patika boyunca renkli kurdelelerle işaretlenmiş ağaç, çiçek, vs. hakkında bilgi verirken sözünü kesen, metalik sesle cırıldayan böceğin, bir gün yaşadığını söyler. Ara sıra, akan ya da göllenmiş su ile kaygan ağaç köklerinin, yürüyüşü tırmanışı kolaylaştıran basamaklar yarattığı patika dışında loş orman, göğü gizleyen sık uzun ağaçlarla, sarmaşıklarla sıkıca örülü. Öyle ki, yerde adım başı rastladıkları yumurta büyüklüğündeki küpe çiçeğinin düştüğü ağacı ayırt edebilmek mümkün değil.

Bazen, bataklık zeminde dikkat isteyen, yaklaşık iki saatlik yürüyüş sonunda, -anlattığına göre, Chavez kendisini Küba’ya siyaset okumaya yollamış ama o dönüp gelmiş- yerel rehber Eliad’ın, dik tırmanışın başlangıcında, eliyle çizdiği 90 derecelik açıdan hiç hoşlanmayan “abla”, teyze dâhil dört kişiyle kampa dönmeye karar verir. Dönüşlerinde, Angel Şelalesi’nin 979 metreden düşüşünü izledikleri ufak mola sonrası vardıkları, güneşin pırıl pırıl ısıttığı kampta çamaşırlarını yeniden serer, sonra nehirde yüzmeye giderler. Bu, nehrin -akıntıya kapılanın kurtulması çok zor- güçlü debisi yüzünden, yüzme olmaz; hızla akan pas rengi duru su kıyısında “abla”, suya gömülü sağlam bir taşa tutunup güçlü akıntıda salınmakla yetinir.

Şelaleye en yakın noktadan bakıp, topluca fotoğraflanan katılımcıların çok yorgun dönüşüne bakan “abla”, dönmekle iyi ettiğini düşünür. Öğle yemeği yenir; serili giysiler, otlara serilmiş can yelekleri toplanır. Bir gece önce orada kalındığına dair en ufak iz bırakmaksızın –çöplerin de taşındığı- kanolara yerleşilir, bu kez akıntı yönünde olduğundan üç saat sürecek yola çıkılır.

Önceki gün kampa giderken yakalandıkları seri yağmurda, burunlarının dibi dâhil, hiçbir şey görememiş katılımcılar, korunmasız olanı kavurabilecek güneş altında, sağda solda, kuşların uçuştuğu sık bitki örtüsü ortasında çağıltıyla akan Carrao Nehri’nin bir başka kolu Churun- üzerinde yol alırken, arada, sığ dibe çarptıkça yekpare kütüğün çatırdadığı, yüreklerini hoplatan rapid’lerden geçerler. Böylece yola çıkmadan gezi programını okuduğunda tanımadığı rapid kavramıyla karşılaşıp merak eden “abla” gayet tatminkâr bir yanıt alır: Yağmur mevsiminde dehşetle akan suyun, zemine, debinin düştüğü kıyılara gelişigüzel yığdığı irili ufaklı taşlar, bazı yerlerde üzerinde otların yetiştiği adacıklar yaratmış. Kökünden sökülüp sürüklenmiş bir ağacın da nehrin ortasına boylu boyunca uzanabildiği bu gibi noktalarda, kanonun burnunda elinde kürekle oturan genç, suya inip çıkarak, tekneyi itip kakarak tehlikeyi savuşturmaya çalışırken, arka uçtaki, motoru sudan çeker, bekler, beklerken hızlanır, hızlanır ve kritik noktayı hızla aşar. Ve elbette rapid geçişleri, kenarlardaki bir karış yüksekliğindeki turist bariyerine karşın, 8-10 sıraya ikişerli oturmuş katılımcıların, kalan kuru yerlerinin tam olarak ıslanmasına neden olur.

Nehrin iki yanındaki sık orman örtüsü üzerinde aniden yükselen, tepeleri dişli, dimdik yamaçlarından köpürerek şelalelerin indiği Gran SabanaAuyan Tepui (2620 m)Roraima (2723 m)Chimanta (2700 m)Kukenan (2650 m) isimli çok görkemli sıradağ/kayalara çöreklenmiş yağmur bulutları tehdidinde yapılan yolculuğa, ara verilir. Grup, kısa yürüyüşle vardığı, üstten yayılıp köpüklenerek akarken izlediği Sapo Şelalesi’nin, birkaç basamakla inilen altından, iki kez de mayo ile geçer. Geçişte çarpan yoğun akışın izin verdiği, suyun, ardını tül perde gibi gösterdiği sakin düşüşte bile, akışın rüzgârı fırtına şiddetinde…

Mayolar üzerine geçirilen şort, tişörtle -bunca bol suyla çürümesi hızlanan bitkinin yarattığı humusu bünyesine almayıp, pembecik rengini ne yapıp edip koruyan, tek tük bodur ağaçlar, ufak tefek ot öbekleri dışında tertemiz, çöl kumunda- muhteşem savana manzarası içinde, batmakta olan güneşe yürüyerek kıyıya varan, son kez kanoya binen grup, ertesi gün ayrılırken uçaktan, gezinin özeti gibi, tümünü birden göreceği şelaleler önünden hayranlıkla geçer; suyun, onca patırtıdan sonra sakince dinlendiği Canaima Ulusal Parkı lagününde karaya çıkar.

Suya doymuş bedenler kurutulur, ıslak giysiler odaların veranda korkuluklarına asılır. Akşam yemeğinde çorba, -ekmek yerine her zaman- pirinç, et dışında, özlenen salata ve bol sebze sevinçle karşılanır.

“Abla” yatarken penceredeki cam panelli jaluziyi aralar; yağmur sonrası, bilinmedik hayvancıkların sesiyle şenlenen, ıslak taze tropik bahçe kokusu ile çevre yolu değil, şelalenin uğultusu! dediği geceyi dinleyerek derin uykuya dalar.


Raton’dan Angel Şelalesi

Gran Sabana

Canaima Ulusal Parkı görselleri

Hiç yorum yok: