21 Ağustos 2012 sabahı –“abla”nın küçük kız kardeşinin teşhisine göre, buraya gelmişse her yere gitmiş- talimli, uyumlu grup hiç sızlanmadan 04:00’te uyanır, 04:30’da kahvaltı eder, 05:00’te, -karanlık ve 5 derece soğukta- Alausi’ye gidecek arabada yerini alır; Ekvador’daki otobüslerin ısıtan kliması olmadığı açıklaması üzerine herkes neyi varsa sarınır, sessizce yola koyulunur.
“Riobamba’dan buraya iki saatte gelebilirdik ama derin vadilerde toprak kayması yüzünden yol kullanılamaz halde…” diyen Cristian anlatır: “Demiryolunun yapımında Barbados’tan, Jamaika’dan gelen zenciler, özellikle Şeytan’ın Burnu kısmında kıyılardan geldikleri ve başta yükseklik, iklim şartlarına uyamadıkları için 1500 civarında can kaybı olmuş. Yolun ilk kısmı Guayaquil - liman, ikinci kısmı liman – Quito olarak planlanmış; sonra karayolunun öne çıkışıyla ihmal edilse de tren yolu son zamanda yeniden ele alınmış.”
Kasabaya adını veren azizin heykelinin gözlediği San Pedro de Alausi’ye 07:00 civarı varılır. Sorulması ihtimaline karşı pasaportlarını kolayda bulundurmaları önerilen donmuş grup yeni yeni çözülmekteyken, şimdi bunu hayal etmek zor olsa da şapkanız güneş kreminiz yanınızda olsun, tren aşağı doğru inecek bilgisi verilir.
Hareket saati gelir; pasaport sorulmaz, kırmızı beyaz renkli yepyeni trene turist grupları, ellerindeki biletlere bakılarak biner, karşılıklı konup sabitlenmemiş sandalyelere yerleşir, yola koyulurlar. Önceki seneye dek trenin üzerinde de yapılabilen yolculuk, bir Japon turist çiftin kazaen ölümü sonucu yasaklanmış.
Andların anaç bağrına mutlulukla serpilmiş evler, düzensiz, bakımlı tarlalar, yavrularıyla otlayan hayvanlar… Kükürdün sararttığı dere kıyısınca ilerlerken birden iki yanda yükselen, kayarak demiryoluna yığılmaya teşne, otun tutmakta zorlandığı, rüzgârla tozuyan, taşla karışık tekinsiz toprak, “abla”ya kalırsa, ülkeyi tam ortadan bölerek kuzeyden güneye inip 2013’e dek denize ulaşmayı hedefleyen demiryolcular için nahoş sürprizler barındırmakta…
Tren içindeki yayın, yolun çok zahmetli yapılışını, İspanyolca, İngilizce anlatırken hanım rehber çevirir; Quito, Guayaqil arası eskiden 2 ayda gidilirken bu trenle 12 saate inmiş, neredeyse 100 yıllık bir çalışma… Bu yol aynı zamanda telefon, telgraf türü iletişimin ulaşmasını sağladığı için önemli.”
İki nehrin birleştiği noktadan geçen tren, 2300 m’den, 1800m’ye inerken yavaşlar, geri gider, makas değiştirir, yan yola geçerek zig zaglarla, -Quechua eski adı Akbabanın uyuduğu yer anlamına Condor Pununa- Şeytan’ın Burnu’na (Nariz del Diablo) doğru iner.
Turistleri gelişlerinde dansla karşılayan –erkekler bordo şal, beyaz pantolon gömlek beyaz kurdeleli kemik rengi şapka, kadınlar ucu işli bordo uzun etek, işli beyaz gömlek, kemik rengi şal ve şapka, siyah sandalet- Nizag yerlileri, ufak tefek, enerjik, güler yüzlü insanlar. Merdivenlerle tırmanılan taraçada (Condor Pununa) Nizag yerlilerinin, yolun dinamit kullanılarak açılışının, trenin zig zaglarla yol alışının maket üzerinden anlatıldığı, gereçlerin sergilendiği küçük müze gezilir. Taraçada meyve ikramı sırasında “abla”nın hanım rehber aracılığıyla Cristian’a sorduğu “Ekvador’da demir var mı?” sorusu ciddiyetle yanıtlanır: “Demir yok, platin ve gümüş var, Güneyde mineral hırsızlığı yüzünden hükümet işi sıkı tutmakta…”
Ortasından 0 dereceyi gösteren ekvator çizgisinin geçtiği logosu güzel, Tren Ecuador kompartımanından iner inmez, karşılarına düşen, -1500 ölümü sanki planlamış- kötücül ifadeli dağ Şeytan’ın Burnu’nu fotoğraflayan “abla” grubu, yola çıkmadan -tekerlekler dibine yatan gençten esinlenerek- demiryoluna enlemesine sıralanır, düdüğü duyana dek kımıldamadan Cristian’a çok neşeli bir de poz verirler.
10:00’da hareket edilir; kompartıman içindeki görevlinin bir sağdaki, bir soldaki kapıyı açarak marşandizdekilere bir takım işaretlerle bilgi aktardığı yolculuk, rehberin dediği gibi, gelişimizden kısa sürer.
Alausi’de dolanırken arka sokaklardan birinde küçük kız kardeşin fotoğrafladığı, uzun bir otobüse benzeyen tren kompartımanının önü, eski Ford otobüsler gibi burunlu.
Ingapirca yolunda durulup geride Alausi panoramasıyla fotoğraflanan yuvarlak yerli evi chosa, paha değil arpadan yapılmış.
İçinden geçilirken grubun ilgisi üzerine durup fotoğraf ve izleme için inilen Asuntus Kasabası’nın yerel –yeşil gömlekli irili ufaklı oğlanların neşeli ritmle çaldıkları sekiz nefesli, iki trompet, davul, zil, bir de yerel bir enstrüman- bandosu, pazara dek sürecek olan San Pedro Festivali başlangıcını haberlemekte. Konduğu köşede çiçekler, kurdelelerle süslü ufak San Pedro heykeli önünden geçip yola koyulan gruba, rehberlerden Aykut, mandalina, böğürtlen ikram ederken Cristian anlatır: “Bu müziği İspanyollar getirdi. Yöre halkı Mestizo, çok az yerli var… Festival 5-6 gün sürer, önce kiliseye giderler sonra havai fişeklerle, chica ve candelazo içerek kutlarlar. Festivalde boğa güreşi de yapılıyor ama hayvanın ölümünden yana değiller. Biz Ekvador halkı dövüşü sevmeyiz genel olarak ama Quito’da, güreşten sonra boğayı öldürüyorlar.”
“Bölgede yaşayanların adıyla anılan Canar Eyaletindeyiz. Yurtdışında –Amerika- İspanya, İtalya- çalışmaya, en fazla buradan gidilir, yolladıkları para ülke gelirleri açısından 3. sırada.” Grubun engebeli arazide örneğini gördüğü, birbirinden değişik tarzda yapılmış büyük evlerin sahipleri “Canarlar ile Assua halkı Quechua’yı daha hızlı ve şarkı söyler gibi konuşurlar, hemen ayırt edilir.”
“Alausi-Ingapirca arası, Machu Picchu’ya varan Inka yolunun küçük bir kısmı ve çok bozulmuş durumda… Yetişkinler yurtdışına çalışmaya gittiklerinden burada yalnızca, torunlarıyla yaşlılar yaşar” diye anlatan Cristian, yaşlılara yardım eden vakfa göndermek üzere, arabada açtığı torbada pet şişe topladığı için grup tarafından alkışlanır.
Bir tepeye yerleşmiş, pencereleri, aşağılara yayılmış Inka harabelerine bakan lokantanın bir duvarı sert keçe şapkalarla süslü. Posada Ingapirca’da, -genellikle yol alınırken, rehberin bildirildiği seçeneklerle düzenlenen mönü uyarınca- önce, “yaprağı yemeyin(!)” uyarısıyla mısır yaprağına sarılı, mısır unundan, içine et, sebze konularak yapılmış yumuşak doyurucu, lezzetli bir yemek sunulur. Ülkenin birkaç su markası arasında biri –ille de, bildik- cola logosu taşımakta.
Yürüyerek varılan 3180 m . rakımlı Ingapirca (Inka duvarları) geleneksel puma planlı Inka harabeleri, Cristian rehberliğinde gezilir: Yuvarlak birkaç kalıntı “Colchia, tahıl deposu”; -bacaklarını açıp esneyerek depreme karşı dayanıklılığı örneklediği- trapezoidal kapı, kapalı pencere ve paha, hayvan dışkısı, toprak karışımıyla sıvalı kalın duvarlı, paha örtülü çatısıyla ve tipik Inka evi; düşmana siper olan ailelere ait Pilaloma evleri; kanallarla önemli kişilerin evlerine taşınan termal su dışında Güneş Tapınağı’na gitmeden önce yıkanılan termal banyo; Ay planlı yerleşim; büyük alan Grand Chanca; içme suyu taşıyan kanalın çevrelediği, çalışıp yaşayan 3000 kişinin doyurulduğu Bodega, zamanı belirlemeye yarayan delikli kayalar; lama/insan kurban taşı… “Inkalar 1472’de geldiklerinde Canarlar burada yaşıyorlardı, önce yerli halkı öldürdüler ama sonra birlikte yaşamaya başladılar. Inkalar duvarlarında harç kullanmazlar, buna göre yapıların kime ait olabileceği anlaşılır. İspanyolların gelişi, -haberi, tambo denen konaklarda beklemekte olan diğerine aktarıp koşarak ulaştıran mitimaes (chaski) aracılığıyla- öğrenilip, kent terk edildikten sonra ormanın kapladığı yerleşim, Dünyanın merkezini araştıran Fransız coğrafyacı tarafından keşfediliyor. İspanyollar ondan sonra 1832’de altın için gelip burayı yıkıyorlar.”
“İki askerin koruduğu kapı, Güneş Tapınağı’na gelen önemli kişilere açılır. Güneş Kursu altındaki dağı temsil eden taş İspanyollarca altın gizliyor düşüncesiyle kırılmış. Tapınağın simetrik iki alanlı ana bölümü sadece rahiplere açık. Kullanıldığı dönemde paha örtülü çatı altında duvara oyulu girintilere yüzünü dönen sırt sırta iki kişi, aralarındaki uzaklığa karşın fısıldaşarak anlaşabilirlermiş… Öndeki yarım ay şekilli alan törenler için.”
Geceyi geçirmek için Cuenca yoluna düşüldüğünde, emekli eczacı muhtar hanımın örgütlediği, bir şarkının ilk satırını tamamlayana devamını söyletme aktivitesi grup içindeki güzel seslileri saptamaya yarar. İstek üzerine Cristian’ın, El Condor Pasa’dan sonra, bir babanın 15 yaş töreni için güzel gözlü kızı Rosalinda’ya söylediği şarkılarla varılan Cuenca, dört nehrin birleştiği, Ekvador’un 4. büyük şehri.
Alaca karanlıkta tepeden, ışıltılı kent “abla” grubunun cüzdanlarını silkeleyip buldukları 25 Centavo’yla çalışan dürbünün de yardımıyla seyredilir.
Şeytan’ın Burnu (Nariz del Diablo) Görselleri: http://www.google.com.tr/search?q=Nariz+del+Diablo&hl=tr&prmd=imvns&tbm=isch&tbo=u&source=univ&sa=X&ei=FnRUUPfKK4aChQffgoG4BA&sqi=2&ved=0CCEQsAQ&biw=1024&bih=677
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder