Mayıs’ın 21’i, Pazartesi sabahı büyükbaş sürüsünün geçişinden az önce uyanan “abla” penceresini açar, serin taze havayı koklayarak nemli toprakta patırtıyla geçen hayvanları izler, ardından Hınıs’a inmeye hazırlanan ev halkına katılır. 8’de kornası duyulsa da köye ulaşması zaman alan minibüs her el eden köylünün kapısı önünde durur; ayakkabılarını giyen adamın kapısını ağır hareketlerle kilitleyip anahtarı cebine yerleştirmesini, sepetini, torbasını toparlamasını, bahçe kapısını ardından kapayıp kontrol etmesini izleyen yolcuların doldurduğu sıralardan birine ite kaka sığışmasıyla yola koyulur.
Zazaca, Kürtçe, Türkçenin birbirine karıştığı araba boyu sohbet, yolun çukurda kalan kısımlarında çekmeyen telefonlar yüzünden bağrışmalarla sürer. Kızmusa Köyü’nü geçer geçmez bir dönemeçte karşılarına çıkan, yatay iri bir kayanın ucundan yan yana ovaya bakan iki başın öyküsü ise bir klâsik. Naciye Hanım’ın anlatmasına göre, “ailelerinin evlenmelerine izin vermediği sevgililer kaçarlar, bakarlar ki arkalarından gelenler yetişecek, Allah’a dua ederler bizi taş et, diye; eskiden yüzleri de sevgililere çok benziyormuş.”
Hınıs ile Gülçimen Köyü arasında, biri, “abla” ile Naciye Hanım’ın keçilerini kattıkları küçükbaş sürüsüne de bakan çobanın şoförlüğünü yaptığı, iki minibüs işlemekte. Herkes akrabalık, ahbaplık bağlarını gözetip geldiği araba ile dönmek istediğinden, arabalar da dolmadan kalkmadığından bir tarife yok. Erkekler belirsiz hareket saatine kadar sokaklarda dolanıp vakit öldürürken, kadınlar hemşeri bakkal, manav dükkânları içinde dipte, kasalar üzerinde bekleşirler.
Hınıs’ta “abla” Naciye Hanım ve eşi, bu defa da kahvaltılarını paça içerek yaparlar; hayvancılığın vatanı topraklarda Çınar Lokantası bu konuda da haklı iddiasını sürdürür. Alışveriş için sokaklarına dağıldıkları kasabada, “abla”nın, istemese de ilgi odağı olmasının nedenlerinden biri; kendisi ile bir kamyonun ön camı dibindeki peluş kedi dışında güneş gözlüğü kullanan yok. Mutfak masası, birkaç plastik tabure, ufak tefek alışveriş tamamlanır, minibüse yüklenir ama “hemen çıkmıyorsun madem, … alıp geleyim bari” deyip inen, kaybolan yolcu adaylarının sayısı belirsizliğini koruduğu sürede, kadınların, 1 saat manavın dibinde, yarım saat de minibüs içinde beklemeleri gerekir.
Sonunda köye dönülür; masa ve tabureler kapı önünde, dağlardan gelen, şifalı olduğu da söylenen ücretsiz suyla temizlenip içeri alınırken hoşgeldin’e gelen bir grup daha ağırlanır. Köyüne, çıktıktan 40 yıl sonra dönen Naciye Hanım eş dostla hasret giderirken ve doğallıkla konuşacak pek çok şeyleri varken “abla” bulaşık işini üzerine alır; -evinde çok kireçli kuyu suyu ile lekelenmesin diye Mikado’nun çöpleri düzeninde özenle dizdiği bardak tabağa inat- konukluğu süresince içmeye kıyamadığı caaanım suyla, büyük zevkle bulaşık yıkar.
O arada üzeri altın fırça darbeleri ve kalple süslü siyah bahçe kapısı gelir, yerine monte edilir, yerine yakışır.
Köyün doğusuna doğru komşularıyla yürüyen Naciye Hanım’la “abla”ya, 20 metre dibinden derenin aktığı yar gösterilerek “…çocukluğumuzda dere önümüzden akardı, 45 yılda bu kadar yardı burayı…” bilgisi verilir.
Akşamüstü 19:00’da, sürü dönerken çağırılan, -sevip kaçırdığı Kürt kızı hastalanıp ölünce, kızın ailesinin kamyonla ezip öldürdüğü Alevî’nin- çok yoksul çoban oğlu, iliştiği kapı eşiğinde lahana sarma ile güzelce doyurulur, yanına bir iki parça temiz eski giysi katılarak uğurlanır.
Hareketli günün sonunda, temiz, duru coğrafyada kirlenme fırsatı bulamamış saçlar, bedenler, onlara bebek teni duygusu veren yumuşacık suyla banyo eder.
1 yorum:
Degerli blog yöneticisi sitenizdeki paylaşımlardan çok etkilendik dell laptop servisleri firmamız çalışmalarınızda başarılar diler.
Yorum Gönder