Perşembe sabahı, gerdek yatağı benzeri süslü sıcacık rahat yatağında uyanıp başı üzerindeki kırmızı kristal avizeyi gördüğü ilk anda nerede olduğunu hatırlayamayan “abla”, salonu holden ayıran boncuklu seperasyonun ardından gelen teyzenin sesi ile ayılır.
Allahverdi Amca’nın tırpanla biçtiği otun taze kokusu eşliğinde kahvaltı yapan Hınıs yolcuları toparlanır, vedalaşılır; bir hediye yapamadık diye dertlenen teyze, Naciye Hanım’dan aldığı tüyo üzerine, çok beğendiği çaydan “abla”ya bir paket verir.
Varto’dan ayrılmadan az önce tanık oldukları, minibüsün yanından geçerek kasabanın ana caddesi boyunca sakince yürüyen kalabalık, sonradan öğrenirler ki, bir gün önce bir astsubayın sırtından vurularak şehit edilmesiyle ilgilidir. Daha sonraki oturumlarda konuşma bu konuya geldiğinde “abla”, köylülerin, bu işler ta buralara kadar geldiyse… diye kaygılandıklarına tanık olur.
İstanbul’dan ayrılmadan, zamanı gelmediğinden emekli aylığını çekememiş “abla” Hınıs’ta ortak nokta bulup sorunu çözer, sipariş ettiği balı alır. Alışveriş biter, “malûm” bekleyiş başlar.
Bu duruma hiçbir zaman alışamayacak olan, kocasını kızdıran sert tavrıyla tepkisini de dile getiren Naciye Hanım’la yine, minibüsün kalkmasını bekledikleri manavın dibinde, bir kadın kendilerine yaklaşır, “seni tanıdım, cem evinde cenazede görmüştüm” der, bir kasa çeker üzerine yerleşir. Naciye Hanım’a “abla”yı gösterip İstanbul sosyetesinden olup olmadığını sorar, “abla” Burhaniye sosyetesinden olduğunu bildirince o da kendisinin Sarıgazi sosyetesinden olduğunu açıklar.
Bekleme uzar; Naciye Hanım’ın eşi gelir, karısı ile “abla”yı gün ışığına “çıkarır”, döner yemeğe götürür. Üçlü, önünden geçerken, garajın bir köşesini manav benzeri tezgâhıyla işgal etmiş adamın, “Çıtıl! Çıttıl! Çıtttıl!..” diyerek sattığı şeyin aslında fide olduğunu anlarlar.
Yemekten sonra bekleme, minibüs içine taşınırsa da doldurulması gereken koltuk, süre, çile aynı kalır. Çarşıda rastladıkları, kola alırsın almam kavgası yapan karı koca 30 dakika beklenir, onlar gelir ama hareketlenen minibüs bu kez nalbura uğrar bir şeyler yüklenir, ardından birileri markete bırakılır, arka sokaktaki depoya uğranılır, 5 çuval çimento bir yerlere sıkıştırılır, tekrar markete uğranır, oraya bırakılanlar alışveriş paketleriyle alınır, yerleştirilir… Bereket “abla” epeydir saatine bakmayı bırakmıştır.
Nihayet Gülçimen’e dönülür; komşuların siparişleri ayrılır. Kirvelerin bir gün önce bir erkek yavru doğurmuş ineğinin –daha gecikse iğne ile düşürülmeye çalışılacak- eş’inin (dölyatağı) geldiği haberi alınır.
Köyde elektrik var ama sokak aydınlatması yok. Sosyal yaşama sekte vursa da, kışa yakın zamanlarda kurtların gezindiği, geçen kış içeri alınması unutulmuş bir eşeğin kurtlar tarafından parçalandığı anlatılır, geceleri evde oturulur; kültür emperyalizminin -çok şükür!- ulaşamadığı yörede, TV’de yerel kanallarda Türkçenin yanı sıra Kürtçe, Zazaca türküler dinlenir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder