24 Aralık 2017 Pazar

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 20

Akaşa Yayıncılık'tan çıkmış Onikinci Kryon kitabı YENİ İNSAN, İnsanlığın Tekamülü, özellikle 30 Eylül - 6 Ekim 2015 tarihlerinde Kryon'un İsrail Turunda verdiği On Üç Mesaj, "abla"nın kafasını kurcalayan bir çok soruya derin yanıtlar verir: Bunlardan biri İsraillilerin neden, ne için "seçilmiş" oldukları sorusudur; Kryon onların Dünyaya Tek Tanrı anlayışını sunmaları için seçildiklerini bildirir. Öyle ki bu büyük görev şimdi de bu halkı, göbeğinde yaşadıkları onca nefrete karşın barış için çabalamaları gerekliliğine hatta zorunluluğuna taşır.

Kitaptan, aralarında Kryon'un İstanbul seminerine atıfta bulunduğu ilginç bazı bölümler:

Sayfa 210'dan: "...Dünya tarihinde, bugün kullandığınız elektrik bir adam sayesinde elde edildi. Şimdi bunu iyi dinleyin, çünkü bu tüm mesajın esasıdır: Halen kullanılan elektrik türü olan alternatif akımı bir bilimciler kurulu icat etmedi. Onu, elektriği inceleyen bir üniversite bilim grubu icat etmedi. Bir adam bu dünyaya Akaşik bir amaç ile geldi. O, sadece bu amaçla, doğru zamanda doğru yere gönderilmiş olan bir ruha sahipti. Hatta onun yapabileceği şeyler sınırlanmıştı ve o keşfedip geliştirdiği diğer şeyleri sürdüremediği için hayal kırıklığına uğramıştı. O, hedeflerine erişemediği hissiyle mutsuz olarak öldü. Evet, Nikola Tesla bu dünyaya tam zamanında gelmişti ve o öngörülemeyen bir etkendi..."

Sayfa 215'den: "...Bu yer, insanlığın dualitesini temsil eder. O, kendinizi yok etme seçimini temsil eder ve daima insan ırkının geleceğinin bir parçası olmuştur. Siz İnsan ırkını yok etmeyi dört kere neredeyse başarıyordunuz! Bu, bilinen tarih değil, bilinmeyen tarihtir. Siz tarihi ne kadar bildiğinizi düşünürseniz düşünün, bu tarihten önce de büyük bir tarih vardı. Ama sevgili varlıklar, bunun son şansınız olması gerekiyordu ve birden kehanetler ortaya çıkmaya başladı.

Mahşer Savaşı burada meydana gelecekti.... Bu, dualitenin, insanlığın sonunun, asla görmediğiniz ölçekte ölümlerin merkezidir.

Benim partnerimin yaşam sürecinde bir çokları kitlesel yıkım silahlarına ulaşabilir hale geldiğinden, kehanetler üzerinde odaklanılmaya başlandı. Dünyanın iki süper gücü Mahşer Savaşı için hazırlanmaya başlıyordu. Bu 3B tarihidir ve hiç de ezoterik değildir. Bu süper-güçler, çok uzun olmayan bir zaman önce, elli bin nükleer silahı birbirlerine doğrultmuşlardı ve Dünya Mahşer Savaşı'na hazırdı. Kehanet buydu ve şimdi siz bu yerin o kehanetle aynı adı taşımasının neden mantıklı olduğunu biliyorsunuz. Çünkü nihai dünya savaşını başlatacak olan çekişme noktası İsrail'deki sorunlar olacaktı. Mahşer Savaşı'nı başlatacak olan buydu. İsrail ile yapılmış olan antlaşmanın yükümlülükleri Birleşik Devletleri işe karıştıracaktı. Bu yükümlülükler, Sovyetler Birliği'nin antlaşmanın yükümlülüklerine aykırı olacaktı. Bu sürecin nasıl işlediğini bilirsiniz; siz bir bomba attığınızda tüm bombaları atmak zorunda kalırsınız. Savaş böyledir ve daima böyle olmuştur. Siz bir savaşı hemen kazanacak vasıtalara sahip olduğunuza inandığınızda, sınırlı ölçekte bir savaş yapmak çok zordur. O ya tam savaştır ya da değildir. O ya yaşamdır ya da ölümdür sevgili varlıklar, siz şu anda ölümün içinde oturuyorsunuz. Lütfen dinlemeye ve okumaya devam edin. Bunun nasıl mantıklı gelmiş olduğunu görüyor musunuz? İsrail'deki sorunlar nihai savaşı yaratacaktı ve bu yer "sıfır noktası" idi. Ya da öyle miydi?..."

Sayfa 217'den: "...Savaşın tek yol olarak görünmesi bir başka kölelik türünü temsil eder ve siz en sonunda bu düşünce köleliğinin eski topraklarından kurtulacaksınız. İnsanlar, en sonunda, savaşın geçmişe ait, çirkin ve asla çözüm oluşturmaz olarak görüleceği bir bilincin Vaat Edilmiş Topraklarına, yeni ve tekamül etmiş bir insan doğasına erişeceklerdir!

En sonunda, dünyanın bilgeliği savaşın savaşa yol açtığını, bunun bir hastalık olduğunu ve asla bir çözüm olmadığını anlayacaklardır. Sevgili varlıklar, eğer bu dünyadaki herhangi bir savaş çözüm olsaydı, başka bir savaş olmazdı, oysa savaşlar devam etmektedir.

Siz yavaş yavaş, yeni düşüncenin Vaat Edilmiş Topraklarına giriyorsunuz..."

Sayfa 219'dan: "...Maya halkı (ve diğerleri) beş bin yılı aşkın bir zamanı kapsayan uzun bir takvim yaratmışlardı ama o takvim 2012'de sona erdi. Eğer insanlık 2012 Aralığı'ndaki eşiği geçerse diye, yıllar önce (Ekinoksların Presesyonu'nun yeni bir döngüsünün başlangıcında başlayacak olan) yeni bir takvim yaratılmıştı. Maya takvimi kehanetine göre, eğer insanlık kendini yok etmeden önce o eşiği geçerse, bir Mahşer Savaşı olmayacaktı. Sizin ayrıca takvimi de yeniden başlatmanız gerekecekti. Bu İnsan bilincinin takvimidir..."

Sayfa 224'den: "...Şimdi bir başka konuya geçelim. Ben tarihten söz etmek istiyorum. Size, hepinizin işitmemiş olduğu bir bilgi vermek istiyorum: Dünyanın belirli bölgelerinde bu çok iyi bilinir ama burada o kadar iyi bilinmez. Bu bölgede, siz bölgenin tarihi le dolusunuz. Bu bölgede yaşamış olan peygamberlerle dolusunuz, daha fazla bir şeyle değil. Siz, benim şimdi söyleyeceğim şeyin farkında olmayabilirsiniz. Daha büyük bir tablo vardır ve ben onu özümsemenizi ve anlamanız istiyorum. Gidip onu araştırmanızı istiyorum, çünkü o Kryon'dan kaynaklanmadı. Ben size asla işitmemiş olabileceğiniz bir tarihi ve kehaneti sunacağım.

Biz İstanbul'dayken,* "Dünya'nın Bilinmeyen Tarihi" başlıklı bir mesaj sunduk. Biz bu mesajı orada sunduk, çünkü bölgede ve onun civarında, tarihçilerin anlayamadıkları, var olmamış olması gereken kültürleri, asla görülmemiş olan dilleri (çivi yazılarını) içeren yerlerle ilgili bir çok yeni keşif yapılmıştır. Sizin düşündüğünüzden çok daha eski bir tarih vardır. Bu bölgede bile, sizin düşündüğünüzden daha eski bir tarih vardır. Biz, Sümerlerden söz ediyoruz. Sümer Uygarlığı aslında dokuz bin yıldan eskidir ve bu bölgede var olmuştur. Gidip onu da araştırın.

Sevgili varlıklar, Lemurya denen yerden gelmiş olanlar, bu dünyada otuz bin yıldan daha eski olan bir Akaşa'ya sahiptirler. Şimdi, bu bölgede yaşayıp da bu mesajı dinleyenler, kanalı kapatmayın. Ona bir şans verin. İnsanlığın sizin düşündüğünüzden çok daha uzun bir zamandır burada olduğunun kanıtları vardır. Öyle ki bu bölge onun yanında genç kalır!

Aborijinler kadim yerli halktır. Biz yerli sözcüğünü tekrar tekrar kullanacağız. O, bir bölgedeki orijinal İnsan anlamına gelir. Yerliler, ilk halklar. Onların çoğunun bir ülkesi yoktur. Onların bir ailesi, bir kabilesi ve -sizin işitmemiş olduğunuz, onların kimliklerini temsil eden- kabilesel adı vardır. Aborijin halkının otuz bin yılı aşkın bir zamandır kendi toprağında bulunduğu belgelenmiştir. Çünkü o zamanlar orada fatihler yoktu. Avustralya tecrit olmuş bir kıtadır ve hiç bir şey ona dokunamamıştır. Onlar dışarıdan gelenlerle savaşlar yapmamışlardır. Böyle bir şeyi hayal edebilir misiniz? Avustralya hükümeti kendi yerli halkının bu kadar eski olduğunu belgelemiştir. Bu yerli halk otuz bin yıldır oradadır.

Bu da, İbrahim doğduğunda, Aborijinlerin kendi uygarlıklarında en az yirmi bin yıldır yaşıyor oldukları anlamına gelir. Bana inanıyor musunuz? Sizden bunu da araştırmanızı istiyorum. Bunu kendiniz araştırım ki size söyleyeceğim şeyi anlayabilesiniz. Sümerler daha yeni ortaya çıkarlarken bir yerli halkın yirmi bin yaşadığı bir kıta varken, nasıl olur da Sümer uygarlığı dokuz bin yıl önce uygarlığın başlangıcı olabilir? Bazılarınızın henüz işitmedikleri kehanetler vardır ve onlar bu dünyadaki ilk insanlardan gelmiştir. Bu kolektif bir kehanettir. Kolektif kehanet, o kehanetin farklı bölgelerde yaşamış ve birbirleriyle asla karşılaşmamış olan yerli kabilelerden kaynaklandığı anlamına gelir.

On bin yıllık aynı kehanetin, her iki taraftaki orijinal yerli halklar tarafından bilindiği yakın geçmişte keşfedilmiştir. Tekrar soruyorum: Siz Maya takvimini işitmiş miydiniz? Bir çoğunuz işitmediniz. Bazılarınız "O çok uzaktaki putperest kültürdeki gizemli bir şeydir" diyeceklerdir. Onlar putperest değillerdi! Onlar Tek Tanrı'ya -sizin bu bölgede yaptığınızdan farklı biçimde- inanıyorlardı. Onların Tek Tanrısı, tüm canlılarda merkezlenen Yaratıcı Kaynak idi. Her şey tek bir kaynaktan gelmişti ve onlar bunu biliyorlardı..."


 
*Kryon İstanbul Semineri, 11 Nisan 2015 Cumartesi, Bilinmeyen Tarih başlıklı Kanal Seansı Çevirisi:http://senbilirsinablablogu.blogspot.com.tr/2015/05/abla-nisanda-katldg-seminerin-bant.html

11 Aralık 2017 Pazartesi

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 19



2004'te, çocukluğunun odasını gelin odasına çevirdikleri kızını evlendirdikten bir yıl sonra ikilinin ekonomik olgunluğa ulaştığına hükmedip "yavaşlama" niyetiyle taşraya göçen "abla"nın, 1983'ten beri yaşadıkları evi, torunun doğumu sonrası giderek yetmez olur. 

Ülkenin hal ve gidişinden tedirgin küçük aile, "çocuğu nerede büyütsek, oraya mı, bu yana mı göçsek?" diye düşünürken, sonunda, daha geniş bir ev buldukları -"abla"nın neşeyle saptadığı üzere, Okmeydanı yakınlarından, zamanında, Okçular Tekkesi'nden atıldığı rivayet edilen oklardan en uzağa düşenini işaretleyen- nişan taşının* az ötesine taşınırlar.

Her iki evin konumunun benzerliği, iki ünlü hastanenin yanı başında olmakla kalmaz; hemen hemen aynı mesafede, teneffüslerde aynı anonsları tekrarlayan bir okul ile çok daha yakın bir de cami vardır.

Şehrin yaşamının göbeğinde olmayı isteyerek seçmiş damat ile kızı, eski ama bakımlı, çepeçevre güneş gören köşe dairenin pencerelerinden sızan, şehir, trafik, fazladan hastane trafiği, birbiri ardı sıra aralıksız geçen uçakların gürültüsüne fazlaca tepki göstermezler. 

Cami hariç; gecenin en karanlık, şafağın en yakın olduğu saatte, yan odadan gelircesine yakın, davudî sesle güzel makamla okunmasına karşın, -eskinin alçakgönüllü yayınını "abla"nın çok özlediği- yüksek perdeden ezan, küçük aileyi tam kadro ayağa diker, böylece bir ihtimal yeni komşularını da... 

"Hayya alessalah, Hayya alessalah (Haydin namaza) Hayya alelfelah, Hayya alelfelah (Haydin kurtuluşa)"* 

Büyük dinlerin sonuncusunun inananlarının, günde beş kez kurtuluşa davet edilişinin, bu denli yüksek perdeden yayınını, özellikle sabahın o saatinde ne yazık, davetten ziyade tehdit, sindirme, şantaj neredeyse terör olarak algılayan "abla" umutsuz değildir; her şeyin enerjinin bir biçimi olduğunu, bir yerde bir yığılma, aşırılık varsa bunun eninde sonunda dengelenme amacıyla tersine döneceğini kavrayalı, her şeyin bir zaman sorunu olduğunun bilincindedir.


13 Ekim 2017 Cuma

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 18

Siyah beyaz filmi Pi'yi üç kez görerek kendi çapında bir rekor kırmış "abla", sonraki Darren Aronofsky filmlerinin izlediği kadarıyla, -hayran olduğu ve işlediği konu açısından en iyilerden dediği, müziğiyle de unutamayacağı- Bir Rüya İçin Ağıt, -derin, ruhsal mesajı ile yeri ayrı- Kaynak, -başrolünde, Angel Heart'taki masum güzelliğine epey uzak düşmüş olsa da her dem hayranı olduğu muhteşem Mickey Rourke ile- Şampiyon, -emsalleri arasında yine en iyilerden biri- Siyah Kuğu ve -kutsal kitapların vazgeçilmez ortak hikâyesine farklı bir yorum- Nuh'un Gemisi ile yönetmenin adını, zamanının en önemli yönetmenlerinden saydığı Lars von Trier yanına yazmakta gecikmez.

İnsanın dışından çok içine bakan, dışarının içeride yarattığı hasarı incelikle konu eden Darren Aronofsky'nin son filmi Anne!: Filmekimi'nde küçük kız kardeşinin görüp, "sakın evde izlemeye kalkışmayın, ses düzeni iyi bir sinemada hakkını vererek," önerisi üzerine "abla", İstiklâl Caddesi üzerinde, kahve markalarının işgalindeki girişi ferah güzelim binasının henüz neredeyse dörtte üçü boş AVM Grand Pera'nın, sinema salonlarından birinde yerini alır.

Film hakkında ne kız kardeşi ne de kızının anlaşılır bir şey söylemediği, sağda soldaki anlatımların ise yanlış biçimde "birbirine aşık mutlu çiftin, bir yabancının gelişiyle ile altüst olan yaşamları" klişesiyle gerilim, korku türüne -büyük olasılıkla yanlış- yönlendirdiği izleyicinin deneyimlediği, çok önemli bir film ötesinde, "abla" ya göre bir tür inisiyasyon.

İlk yarısı, sevdiği adam için her şeye razı, kendini vakfetmiş genç kadının, tüm -onu kendine saklama- gayretine karşın şairin yaratıcılığının, egosunun "beslendiği" hayranlarının, hayatlarını işgal ettiği "görece" sakin filmin ikinci yarısı şiddet yüklüdür. "Abla"nın festivaller boyu bir kaç filmini izlediği Peter Greenaway'in Macon Bebeği filmini anımsatan hazmı zor sahneleri Naziler, toplu cinayetler, protesto eylemleri izler. Bir tür şiddet antolojisi halindeki ikinci bölüm bu haliyle, son zamanın ezoterik niteliği gereğince, izleyicilerin duygusal bedenlerinin diplerine bastırıp tıkıştırdıkları bu tarz tüm travmalarının çözülüp temizlenmesi amacı taşıyor olsa gerek.

Tanrı'nın parçasını içinde taşıdığı, Tanrı'nın diğer parçalarını içlerinde taşıyan tüm insan kardeşleri gibi kurtuluşunun kaynağının kendisi olduğu bilincinde "abla"ya göre Darren Aronofsky muhteşem mesajlarıyla eski zaman evliyalarının modern bir versiyonu.

7 Ekim 2017 Cumartesi

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 17

Bir önceki doğum gününde kız kardeşlerinin verdiği parayla bir kucak kitap almış "abla", kışı geçirmek üzere Kuzey Ege'deki evini geçici olarak kapatırken, haliyle, o güne dek okuyamadığı kitaplarını geride bırakır. 

İstanbul günleri başında girdiği kitapçıdan bir kaç kitap almak için ezoterizm, bilimkurgu ve polisiye raflarını taradığı sıra "abla"nın, yazarın adı -H. P. Blavatsky- tanıdık geldiğinden eline alıp arka kapağına göz attığı, Mitra Yayınları'ndan Mavi Dağların Halkı, okuduğunda çok ilgisini çeker.

Çağının çok ötesinde, yeni ve daha esnek bir bakış açısının öncüsü bu kadın, 19. yüzyıl başlarında, Hindistan'ın Madras  eyaletindeki Mavi Dağlar'da yaşayan, çağdaşlarından bariz biçimde ayrılırken birbiriyle binlerce yıl öncesinden bağlantılı üç ayrı kabile ile ilgili izlenimleri yazar.

Sayfa 122'den; "...O zamandan beri, evlerini dağların en geçilmesi mümkün olmayan ormanlarına yapan Kouroumblar o kadar çoğaldılar ki, bugün Moulou-Kouroumblar olarak bilinen büyük bir kabile halini aldılar. Toddlar ve sığırlarla birlikte 'Mavi Dağların' yerleşik halkları oldukları sürece kötü eğilimleri ve doğuştan sahip oldukları büyü yetenekleri, sonradan yemek için üzerlerinde büyü yaptıkları hayvanlar dışında kimseye zarar veremedi. Ne var ki on beş kuşak sonra Baddaguelar geldi ve cücelerle aralarında düşmanlıklar ortaya çıktı. Baddagueların ataları, diğer bir deyişle Malabar ve Karnatik'in kadim halkı, savaştan sonra Lanka'dan gelen 'iyi' devlerin hizmetine girdiler. Böylece Kuzey'den gelen insanların kolonileri Hindistan'ın Brahmanları ile 'Mavi Dağlarda' çekişmeye başladıklarında, Toddlar da onurlarından ötürü ve sığırların emretmesiyle onları korumaları altına aldılar: Baddaguelar da, tıpkı atalarının, Toddların atalarına hizmet etmiş olduğu gibi, Nilguiri'nin efendilerine hizmet ediyorlardı.

'Mavi Dağların' aborjinlerinin efsanesi böyledir..." 

4 Ekim 2017 Çarşamba

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 16


Pazar sabahı apartman, mahalle ve hatta şehir henüz sabah uykusuna doyamamışken kahvaltı ardından anneanne, torun, anne ve babadan oluşan küçük aile, Emirgan'daki Sabancı Müzesi'ne gider.

Hafif atıştıran yağmurda babasının omzundaki oğlanı izleyip atlı köşke yürürler. Aileyi peşine takan damat, bir haftadır sayıkladığı -28 Ocak 2018'e dek açık- Ai Weiwei Porselene Dair sergisini görme derdinde.

Sanatı yaşamdan ayırmayan sanatçı, ülkesi Çin'de, yolsuzluk, ahlâksızlık, açgözlülük türü tipik zayıflıklarına karşı, yüksek sesle tavır koyduğu iktidarın, her zaman -bazen şiddet de içeren- baskısına uğramış. Yapıtlarının tümü bu nedenle hep uygunsuz bir durumu, acı bir olayı ve paralel olarak sanatçının başına geleni anlatmakta. Ev hapsinde tutulduğu dönem, her gün kapısı önüne yeni çiçekler koyacağını belirtmiştir; porselenden incecik zengin detaylı koca bir çiçek tarlası sergi izleyicisinin ayakları dibine serilir. Bildiri atılmasını önlemek amacıyla, arabalardan pencere açıp kapama kollarının söktürülmesini, camdan yapılma kollarla protesto eder. İşlerinden anlaşıldığı üzere bu yüksek ahlâk sahibi sanatçı, damadın demesine göre Türkiye ilgili bir proje için materyal toparlamaktaymış. "Abla" sanatçının malzeme konusunda hiç sıkıntı çekmeyeceği, şevkle, hatta "neşeyle" çalışacağı düşüncesindedir.

Sabancı Müzesi'ndeki -daimi- hat sergisi "abla"nın kızının görmek istediği bölüm: Mevsimlerin güzelim geçişlerinde renkten renge bürünen eski İstanbul görüntüsü, öndeki masadan, renkli yuvarlaklara dokunularak panoya gönderilen hat şeklinde hayvan -kaplan, kuş, balık-, kalyon, ağaç düzenlemeleriyle, öncelikle torunun ilgisini çeker.

İkinci durak 12 Kasım'a dek açık "İyi Bir Komşu" konulu 15. İstanbul Bienali mekânlarından Pera Müzesi: Biletsiz, her kişi için cep telefonuna gönderilen ayrı bir kodla tüm mekânlarının gezildiği sergiye Pera'da üç kat ayrılmış. Torunun yüksek sesle, "patates, köfte" talebiyle hızlandırdığı gezi yine de verimli olur.

Gün sonunda "abla"nın aklında dönüp duran, Ai Weiwei'nin çalışmalarına, küçük etiketlerde yapılan karmaşık cümleli, "...olabilir"li açıklamalar. Bu, temel sanat eğitimi, sanat tarihi dersi almış "abla" için bile anlaşılmaz, iç karartıcı bir belirsizlikken, sıradan sanatsever ne yapsa da bu "...olabilir"lere bir anlam kazandırabilse, "abla" bilmez.

28 Eylül 2017 Perşembe

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 15



"Kampanyalarımızdan haberdar edelim" konulu tacizlerle kız kardeşini ve damadını bezdirmiş telefon şirketi "abla"nın ciddi bir ziyaretini hak eder: Kışı İstanbul'da geçirmeye niyetlenince 12 yıl önce taşındığı yazlık evini kapatıp ADSL aboneliğini de 444'lü bir numaradan üç aylığına donduran "abla", kendine en uygun pozisyon için doğru tuşlamayı yapabilmek uğruna defalarca yeniden arayıp tüm mönüleri dinleyerek ulaştığı operatörden, ev telefonunu kapama işlemini, "bir cep numarası vermedikçe" yapamayacağını öğrenir.

Sabırla cep telefonu kullanmadığını anlatıp, mail adresinin kayıtlarında olduğunu ve fatura bilgisi için kullanıldığını, kampanyalar için aynı yolu izlemelerini rica eden "abla", telefonu, uzlaşmaya yanaşmayan kızın yüzüne kapamadan önce öfkeyle "bu nasıl şirket politikası böyle?" diye çemkirir, "resmen ayağınıza sıkıyorsunuz, cep telefonum olsa neden ev telefonu faturası ödeyeyim ki?"

Sonunda kalkar en yakın başmüdürlüğe gider; artık müşterinin banko önünde değil de masa önündeki koltuğa misafir edildiği sırası geldiğinde "abla", önce, -ilk işlemler sırasında numaraları mecburiyetten verilmiş- sürekli taciz edilen kardeşi ve damadı ile ilgili cep telefonu kayıtlarını sildirir; ardından üç ay sandığı dondurma işlemini altı aylık  -yazlıklar için çok daha mantıklı- süre için başlatır.

İşlemi 444'lü numaradan "üç aylığına" yapamadığına şükreden "abla" çıkarken müşteri hizmetleri görevlisi ardından seslenir; "ADSL için dondurma sürenizi, bitiş tarihinde yeniden başvurup üç daha uzatabilirsiniz."

Böylece, "kapatırım ev telefonumu olur biter" ruh durumuyla çıktığı yol ,"abla"yı çok daha memnun eden bir sonuca bağlanır: Halâ eski enerjinin kindar, kavgacı, intikamcı davranış kalıplarıyla davranır görünüyor olsa da "abla", elinden geldiğince mucidi olduğu, "anda meditasyon/tefekkür"* gereği, "duygusal açıdan dengede kalma"nın semeresini toplar, kendisi için her açıdan verimli bir gün yaratır. 


 
*"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 7

 
 

3 Eylül 2017 Pazar

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 14

 

"Abla" Dünya üzerindeki, -orijinal kaynakların epey uzaklaşmışlarsa da- kitaplı dinlerin kitaplarını okuyup gönlüne en uygun gelenleri içine sindirmiş ve kendisini nüfus cüzdanının belirttiği gibi "İslam" değil de dinler üzeri ilan etmiştir. Görüşüne göre zaten, bir ara konuşmalarını izlediği, bağlılığını, adanmışlığını beğendiği Cüppeli Ahmet Hoca kriterlerine göre Müslüman olmak, "abla" gibilerinin değil ancak çok ayrıcalıklı insanların altından kalkabileceği olağanüstü gayret gerektirmekte.

Yine de, tek gün oruç tutmadığı için bayrama hakkı olmadığı fikrinde olsa da sabah ev halkıyla, sonra da karşılaştığı komşularıyla bayramlaşmaktan geri durmaz.

Bayramın ikinci günü kızıyla denizden dönen "abla" "ıslak mayo ile fazla dolanmayayım" deyip üzerini değiştirmek için odasına seğirtirken verandadaki hareketle irkilir.

Toparlanır, tül perdeyi aralar başını dışarı uzatır; ikisi verandanın ferforje kapısı ağzında, biri içerde salona açılan camlı kapı dibinde "abla" ile burun buruna gelmiş üç tane yeni yetme, bıyığı terlemekte delikanlı!

En yakın olanı "bayramınız mübarek olsun" diyerek eline davranırsa da mayosunu çekiştirmekte, mahcup "abla"nın başı dışarıda, bedeni evin içinde. "Sağolasın" der ve ekler "kusura bakmayın, müsait değiliz".

Her bayram, yan sitelerden teli aşıp gelen -önceleri yaşı bunlardan daha küçük- çocuklar için özel olarak hazırladığı şekerliği alıp gelecek, kendince kutlamaya ayak uyduracak durum bu kez  yok. Görünüşe göre bayram kutlama çetesinin de bunu dert ettiği yok, çoktaaaaan az önce eğilip verandasına göz attıkları bitişik eve yollanmışlar bile.

Duştan çıkan kızına olanı anlatan "abla", "nerde eski bayramlar diye yanıp yakılanlara al işte cevap" der, "sence bu oğlanlar gerçekten bizim bayramımızı kutlamak için mi buradaydılar?"

"Abla"ya göre, doğan her şey gibi eski bayramlar da ölmekte; Yeni Dünya'nın kurucusu olacak Yeni İnsan'a yerini bırakan eski insanlarla birlikte, geçmişe karışmakta.

25 Ağustos 2017 Cuma

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 13:

Akşamüstleri, standart yaz programı uyarınca yürüyüş dönüşü -TV'nin yerini terk ettiği- "abla"nın bilgisayarından, torunun dileği çizgi filmler izlenir. Oğlanın gündüz vakti "arabalar" izleme talebi, sanki bir tür vampirmiş gibi, "onlar gece çıkar, günışığında araba çizgi filmi olmaaaaz" denilerek geceye dek ötelenir.

Önüne konan küçük tabaktaki meyvesini çok da farkında olmaksızın yerken, başta "cimonto" kamyonu, helikopter, traktör türü, -mümkünse- kırmızı iş makineleri çizgi filmleri, "abla"nın şahitliğinde izlenir.

Son zamanlarda, araba-tren oyunlarında kulağına gelen, oğlanın "kaza yaptı!" sözlerindeki artış dikkatini çektiğinden "abla" yayını gözler: Gerçekten de bazılarında araçlar, -Örümcek Adam'ın yollardan çıkarıp dağlardan yuvarladığı bir çimento kamyonu "abla"ya göre, ciddi akıl yoksunluğuna işaret etmektedir- sevimli çekici bilmemkim'e iş çıksın diye midir nedir, ha bire kaza yapar dururlar. Sanki yola çıkarken amaç bir yerden bir başkasına salimen ulaşmak değildir de ille kaza yapmaktır, "abla"nın aklı hiiiç ermez.

"Arada masallara da baksın çocuk" der "abla", bir Ali Baba ve Kırk Haramiler çizgi filmi açar; iyi hoş derken ne görsün, karısı, ağabeyi Kasım, eşi hatta haramiler Türkçe konuşurken Ali Baba Arapça konuşmakta. Bereket bir anlatıcı vardır da durum toparlanır. 

Yine de, taşıtların, iş makinelerinin parçalarının isimleriyle, sayılar ve renkler bilgisi eşliğinde, tek tek toparlandığı yaratıcı akıl ürünü iyi niyetli çizgi filmler vardır, "abla"ya göre, zaman ayırılıp ebeveynce ayıklanmalıdır.

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 12:


Blog yazarlığının ilk yıllarında bir gün, sonradan spor giysisi satan bir mağazaya dönüşen, İstiklâl Caddesi'nde en sevdiği sinemalardan Alkazar'da "abla", alacakaranlıkta yerini ararken arkasından "senbilirsinabla" diye seslenildiğini duyar. Şöhret -halâ bile- ne kelime, henüz çok yenidir bu işte, yüreği pır pır ederek kim sesleniyor diye bakınırken karı koca arkadaşlarıyla karşılaşır. Ayaküstü ve sonraki izleyen buluşmalardaki sohbetler yazıları üzerinedir, Nuray "senbilirsinabla"yı beğendiğini söyler, öyle ki bir defasında "acaba seni kim inceleyecek?" türünden, sonraları "abla"nın kafasını epey kurcalayan bir soru bile sorar. Grubun en gencidir, sıklıkla yurtdışında baz istasyonları türünden projeler için, gereğinde başını bağlayıp Orta Asya ülkelerinin devlet başkanlarıyla, toplantılara, yemeklere katılır. "Abla" bu, espri anlayışları paralel, zeki, cabbar cevval genç kadını hayranlıkla izler.

Yıllar geçer Nuray emekli olur, oturur bir kitap yazar, "abla"nın okuduğu türden, polisiye; ülke hakkında hiç bir şey bilmeyen birinin rahatlıkla Türkiye gerçeğine vakıf olabileceği çerçeve içinde, özellikle karakteristik yapıları derinlemesine incelenirken giderek daha fazla ete bürünüp canlanan kahramanlar fazlasıyla tanıdıktır. Baş ucunda da her daim bir başka kitap bulunan "abla"nın öğle sonrası kitabı Fener Balığı, akıcı sürükleyici anlatımıyla gece kitabının önüne geçer.

Maceraperest Kitaplar'dan Nuray Atacık'ın yazdığı Fener Balığı, sayfa 205'ten: "...Mesut başıyla küçük bir selam verip çıktı. Diğer polis de hevesle toparlanıp onu takip etti. Mesut'un kapı aralığından attığı son bakış, bir şimşek hızıyla aklında iz bıraktı Esin'in, ama bilinç düzeyine çıkmadan yok oldu gitti..." 

Kitabı hakkında yazmak istediğinde "abla" Fener Balığı'nın kim ya da ne olduğunu sorar Nuray'a, yanıtını, yazısı altına aynen koyar:

"Romanla romanın ismi arasındaki bağlantı sembolik.
Romanın başlarında Barlas uyuşturucu aldığında kendini deniz altında korkunç bir yaratık olarak görüyor, asıl derdi babasını ısırmak, parçalamak, yenmek. Her zaman yolunu kendi açan birisi. Son sahnede de kendini yine denizin içinde sanıyor, bu kez dişler onun karnına saplanıyor. Fener Balığı da derin denizlerde yaşayan, yalnız bir balık türü. O karanlıkta avlanmak için geliştirdiği fenerinden ışık saçıyor, küçük balıklar cazibesine kapılıp gelince de hepsini avlıyor. 

Barlas da bir tür fener balığı."



 

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 11:

Üç ev yukarıda, eşinin babaannesinde tatilde kuzeni de aynı "abla"nın damadı gibi hal ve gidişten hiç memnun değil. Bilinçli davranalım derken gereğinden fazla yakından izledikleri, -egemenin, paranın gücün sahibi, toplulukları kontrol altında tutma amacıyla kasıtlı korku üreten- medyanın kurbanı, "abla"nın çok sevdiği bu insanların ortak konusu "çocuklar büyüyor, ne yapsak, nereye göçsek?.."

Damadı gibi kuzenine de "abla" dikkatini, odağını dışarıdan içe çevirmesini, içerde denge, huzur yaratmasını önerir: İçeride huzur sağlamadıkça dışarısı nereye giderse gitsin, kısa süre sonra orada da, en azından, -"abla"nın Karapati Sendromu diye adlandırdığı- bir uygunsuzluk yakalayacak ve yine kaygı duyacaktır.

Anlatır: "Bizim ikinci kedimiz Karapati kısırlaştırma ameliyatından döndüğünde, bir süre sonra ayıldı ve ayağa kalmaya çalıştı. Bir kaç adım attı, yıkıldı, sonra acıyla yeniden kalktı yine bir kaç adım... Bu böylece uzun zaman devam etti. Acısının nedeni yattığı yer değildi aslında, traşlanmış yan tarafında yarası vardı ve ne kadar yer değiştirirse değiştirsin yarasını, rahatsızlığını yanında taşıdıkça durumu değişmeyecekti."

16 Ağustos 2017 Çarşamba

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 10:

"Ablanın son yıllarda hayranlıkla okuduğu en ("abla" bu "en" üzerinde durur, düşünür, kararını verir, öyledir;) muhteşem kitap Monokl yayını, -birinci basım 2015-, Isaac Asimov'un yazdığı Sonsuzluğun Sonu: Arka kapağında Locus'un "Asimov'un en etkili eseri. Bir bilimkurgu başyapıtı." sözleriyle övdüğü kitap "abla"yı da başından sonuna dek sarar, sarsar.

Zamanı kontrol edebilen Sonsuzlar'ın, ufak müdahalelerle Dünya'nın alt ve üstzaman yüzyıllarında yarattıkları sınırlı yeni yaşam biçimlerinin karşısına dikilen, yüzbinlerce yıl sonrası Gizli Yüzyıllardan bir başka bakış açısına göre, zamanın değil mekânın kontrol edilebilmesi, sadece Dünya'da değil Galaksi'de başka gezegenlerde yeni yaşamlar yaratılabilmesi fikrinin insanlık için daha iyi, doğru, güzel olacağı düşüncesi üzerine kurulu öykünün itici gücü, gücü tartışılmaz aşk!

Sayfa 41'den: "...Bu Harlan'ın teknisyenliğe gerçek kabulüydü. Bundan böyle, yalnızca gül-kırmızısı bir rozet taşıyan bir adam değildi. Gerçekliğe el sürmüştü. 223.'den çıkarılan bir mekanizmayı birkaç dakikalığına kurcalamış ve sonuç olarak genç bir adam bulunması gereken bir mekanik dersine yetişememişti. Güneş mühendisliği sınavına hiç girememiş ve bu yüzden çok basit bir aracın geliştirilmesi kritik bir on yıl geciktirilerek, 224.'deki büyük bir savaş, şaşırtıcı bir şekilde, Gerçeklikten silinmişti.

İyi bir iş yapmamış mıydı? Kişilikler değişmişse ne olmuştu yani? Yeni kişilikler de en az eskiler kadar insandı ve yaşamaya layıktı. Bazı hayatlar kısaltılmışsa da daha fazlası uzatılmış, ve daha mutlu hale getirilmişti. İnsanın zekâ ve duygularının bir anıtı olan büyük bir edebî eser yeni Gerçeklikte hiç yazılmamıştı, ama bunun birçok kopyası Sonsuzluğun kütüphanelerinde muhafaza edilmiyor muydu? Ve yeni yaratıcı eserler ortaya çıkmıştı, değil mi?.."

7 Ağustos 2017 Pazartesi

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 9

Okuduklarını son zamanda bilimkurgu ve polisiye ile sınırlandırmışa benzeyen "abla"dan bir kaç kitap:
Artemis yayını "Vedaya Zaman Yok" ile Koridor Yayıncılık yayını "Psikoz": Amerikan polisiyelerindeki, bazısı aşırı, -bilmemnesine süt ekleyip yedi, ayağına bilmemnesini giydi türünden- reklamın dozu zaman zaman sabrını zorlasa da "abla", Barclay Linwood'un yazdığı bu iki kitabın öyküsündeki orijinal fikirleri beğenir. Psikoz çok daha usta işi görünür, o yüzden "abla" meraklısına, önce Vedaya Zaman Yok'u ardından Psikoz'u okumasını önerir.

Doğan Kitap'tan "Kutudaki Canavar", "abla"nın eski ve verimli yazar Ruth Rendell'ı tanımasını sağlar. İşlediği cinayetler neredeyse sadece şüpheye dayanan bir adamın icraatını, yıllara yayılan araştırma sonucu sabırla kanıtlayabilen polisi izleyen kitap, olaylar çerçevesinde insan psikolojisini ince ince, -karakteri, "eee, yani ne olmuş?" sabırsızlığındaki "abla"ya zor gelen biçimde- yavaş yavaş ortaya koyar. Derinleşmekten, ayrıntılara dalmaktan hoşlanan okurun bayılabileceği türden bir kitap. 

İthaki Yayını, "Üç Cisim Problemi" Çin'den, ödüllü bir bilimkurgu, yazarı Cixin Liu; ülkenin siyasi tarihiyle paralel, yıllara yayılan öyküyü "abla"nın çok beğendiği biçimde anlatır. Bilgisayar oyunlarındaki zaman, "insanların kurutulup, sulandıkları" mekân incelikleri hayranlık uyandırıcıdır. Uzaylıların böcek yaklaşımıyla kaba saba polisin temsil ettiği insanın böcek yaklaşımı ilginçtir. Hakkında çok daha fazlasını yazabilecekken "abla" sessizleşir, keşfin tadını okuyucuya bırakır.

Yine İthaki'den Adalet; Ann Leckie'nin yazdığı bol ödüllü bu bilimkurguda, hafifçe Uzakdoğu'yu, Orta Asya'yı hatırlatan mekânda çok uzun bir zamana yayılmış öyküde, konduğu yara üzerinden tedavi bittiğinde düşen iyileştiriciler, kopan el-ayakların geri kazanılması türünden fikirler oldukça yeni. Ama asıl parıldayanı, öykünün baş aktörü; bir uzay gemisiyken ardından yirmi -komutanın yanındayken aynı anda meydanın ötesinde tapınağı kolladığını gördüğü ve yine aynı anda yukarı mahallede isyanı önlemeye çalışan bir kaç- bedende insan olup en sonunda bire inen, -vatandaş olmak için gerekli vasfı kitabın bitiminde kazanan- 19 yılı da bu tek insan bedeninde yaşayan bir bilinç. Ve bir de kendisini binlerce kere çoğaltıp sonrasında kendine karşı savaşan diktatör. "Abla" üçlemenin ilki Adalet'i beğenirse de, Üç Cisim Problemi'ni bir adım öne koyar.

Özellikle bilimkurgu yapıtları "abla"ya göre, hayat denilen, ...meli, ...malı'larla giderek daralmakta kutulara pencereler açabilecek, yarın öbür gün ihtiyaç duyulabilecek yeni bakış açıları kazandırabilecek önemde güzel kitaplar.

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 8

 

Telefonda Naciye Hanım "...yarın da İstanbul'a gideceğim, doktor Ağustos başına randevu verdiydi, karaciğerime bakacaklarmış; bir şey de bulamıyorlar,
 öyle git gel, uğraştırıyorlar" diyerek yakınmakta. 

"Abla"nın "gözün nasıl, kendini nasıl hissediyorsun, kaç ay geçti aradan bir şikayetin olmadı mı?" sorusunu, hiç sıkıntısı olmadığını söyleyerek yanıtlar ve ekler "bir de kutusu 120 liradan bir ilaç yazmışlar dizimdeki morluk için, illa almalıymışım. Ben dedim alamam bu ilacı, sigortam yok, dedim. 30 yıl çalıştım, kocam çalışmadı, onun sigortasını ödedim emekli ettim dedim; eh şimdi emeklisini kendisi harcıyor, bana para vermiyor, alamam bu ilacı dedim."

"Abla" kendisini yıllık sağlık kontrolü sırasında ele geçirdiklerinde, -sonunda doktorların bir kısmının hastalık olmadığına karar verdiği- kolesterolünü ille de beğenmeyip her gün kullanılması gerekli bir ilaca razı -bağımlı- etmeye çalışan doktorları hatırlar. Yıllar önce bir tanesinin "bakın damarlarınız tıkanır, felç olursunuz" diye tehdit ettiği "abla" bu iyi niyeti tartışılır adamın elinden "siz merak etmeyin, ben reenkarnasyona inanıyorum" deyip zor bela kurtulmuştur.

Arkadaşlarının yavaş yavaş, binlerce yıllık olmasına karşın modern tıbbın "alternatif" diye adlandırdığı sağlık yöntemlerine yönelmesi yanında, "abla" da aradan geçen yıllarda -kullandığı tek ilaç- düşük dozlu kan sulandırıcı ile her gün daha iyi yaşayıp giderken, artık yıllık sağlık kontrollerinde daha az baskıya uğramakta; doktorunun ısrar etmediği kolesterol ilacı için "sorumluluğu alıyorum" demesi yetmekte.

Görülen o ki; tasarımcı grafiker olarak reklam sektöründe çalışırken tanık olduğu, promosyona dökülen paranın bir yerlerden dönmesi gerektiği açık, ilaç sanayiinin ve tetikçisi, hastayı "ne olur ne olmaz" sihirli sözcüğüyle elinde -ve mümkünse hep azıcık hasta- tutmaya kararlı sağlık sisteminin elden, gözden geçirilmesi zamanı gelmiş.  

"Parası olan özele gider değil mi?" der Naciye Hanım vedalaşmadan önce, "bir de sigorta hastanesi olacak, bir ilaca, kalp ilacı değil ki, 120 lira, kim nasıl verecek?"






"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 7

 

Ev yapımı terapinin mucidi, kendi tarikatının biricik şeyhi ve müridi "abla" bu kez de, "anda meditasyon/tefekkür"ü icat eder:

Müslüman sözcüğünün derin "Tanrı'dan gelene teslim olma" anlamını kavradığında "abla"nın, bunun, Ezoteriklerin "akışa izin verme, uyum sağlama" ifadesi ile arasındaki paralelliği keşfi uzun sürmez. Gel gör ki, yanında yöresinde kim varsa hepsi gibi, Tanrı'ya inandığı halde güvenmekte zorlandığından teslim olma, akışa izin verme konularında ağır biçimde özürlüdür. Korkunun azmettirmesiyle kontrolü bir bırakırsa her şeyin tepetakla olacağını, kötüye gideceğini, bir daha da toparlanamayacağını sanır.

Denizde yüzerken suyun kendisini kaldıracağını, sürekli kontrol etmezse aniden batıp boğulmayacağını hiç şüphesiz bilmekle beraber "abla" karada, hep diken üzerinde, gözü kulağı açık dinlemede gözlemede, kontroldedir direnir. Huzurla teslim olup akabilmek için kendini her yolla eğitmeye çalışır; çevresindekilerin hayatlarına karışmamaya, gelip gidene olup bitene rıza göstermeye özenir. Öte yandan ezoterikler meditasyon yapmanın, -zamanında çilehanelerde bir hırka bir zeytinle yapıldığı gibi- korku güdümündeki zihni sessizleştirip teslim olmayı, akışa izin vermeyi kolaylaştıracağını söylerler.

Meditasyon ve emsali tefekkür için gerekli uzun, hareketsiz, derin düşünme hali, Merkür etkisinde sabırsız, hareketli, eylem adamı "abla" için denenmiş becerilememiş yöntemler. O da, biraz da zorunluluktan "anda meditasyon/tefekkür"ü icat eder. İncir çekirdeğini doldurmayan bir şey için öfkeyle kalkıp zararla oturmuş, söylenmekte olan kızına akıl verir: "Öfkenin yükseldiği o kısacık an'ı kaçırmayacaksın" der, "çok önemli o anda hiçbir tepki vermeksizin duracaksın, düşüneceksin ve herkes için en iyi, en doğru ve en güzel seçeneği bulacaksın, sonra derin bir nefes alıp yanıtını öyle vereceksin; kararsızsan hiç bir şey yapmayıp sessiz kalacaksın."

Epeydir olayda "an"ı kollayan "abla", "anda meditasyon/tefekkür"ü, çok faydasını görecek kadar sınamıştır; bilir, önerir.






11 Temmuz 2017 Salı

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 6

 

Bir gelişinde damat, oğlan sevdiğinden, sevinsin diyerek, "abla"nın torununa bir "lobot" getirir. İstanbul'dan bu yana uzanan yolu üzerinde rastladığı, binbir markanın bir o kadar çeşit oyuncağını satan, büyük bir oyuncak mağazasından aldığı, gövdesi beyaz, şeffaf bölümlerinden renkli ışıklar saçılan tekerlekli robotun kutusunda, dans ettiği yazmakta.

Dans eden robot, siyahlı mavi tekerleklerinin bağlandığı gövde altında, bir engele takılana dek dört bir yöne hareketini sağlayan küçük yuvarlak mekanizma yanındaki on/off düğmesi açılır açılmaz, başlangıçta kulağa rap gibi gelen yüksek sesli müzikle hareketlenir. Kısılması imkânsız müzik, giderek sertleşerek arada, makineli tüfek tarakasına "war" sözcüklerinin karıştığı korkunç bir gürültüye dönüşür; dans ne kelime, düpedüz saldırı emri altında dönüp duran robot bu haliyle, haliyle "abla"dan geçer not alacak değildir.

Kutuyu atmış olmasa imalâtçısına ulaşıp iyi bir kalaylayacak "abla" hemen tornavida setini açar, ince yıldız uçlu olanı ile taarruza geçer; sekiz minik vida sonra açtığı gövde içindeki ufak hoparlöre ulaşır, iki bağlantıyı keser, sekiz vidayı yeniden yerlerine koyar; huzur!

Arada yenilenen üç kalem pille, mırıl mırıl ortalarda dolanan halini herkes, bir öncekinden çok daha barışsever bulur.

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 5


 
Gözü, eline yapışmış görünen cep telefonunda damat "ne yapıp edecekler, üçüncü Dünya savaşını çıkaracaklar" demekte! Tabağını, mutlu mutlu ekmeğin kabuğuyla sıyırmakta "abla" gayet emin: "Çıkmayacak!" der, "Üçüncü Dünya savaşı çıkmayacak; bu, ekonominin itici gücü korkudan beslenen medyanın uydurması!" "Ama, her yerde bunun kanıtları var" diye asılır damat.

2006'dan bu yana gazete okumayıp TV izlemeyen, sosyal medyanın özenle dışında kalan "abla", "ben hiç bir yerde sözünü ettiğin kanıtları görmüyorum" der, yüzü kararmış damadına. "Siz" diye bastırır damat, "2012'de de bir doğal felaket, toplu bir yok oluş bekliyordunuz!" "Abla" çok pişkin, "o zaman ben basıl yanıldıysam, bir zaman sonra sen de, bu günlerde böyle düşünerek nasıl yanıldığını göreceksin" der, ekler: "Benim yanılgım en azından, senin de yanılmış olabileceğini göstermiyor mu? Odağını medyadan kaydır, medyanın işlemediği çok daha farklı gerçeklikleri görüp farkına varacaksın. Bugünün bileşenleri bir top yekûn savaşı desteklemiyor, yeni insan savaş istemiyor, onu bir yana bırak ben istemiyorum, sen istiyor musun?"

"Yarın Burhaniye'ye gidelim, noterde bir anlaşma yapalım: Üçüncü Dünya savaşı çıkmayacak diyorum, sen çıkacak diyorsun; çok şükür ben sağlıklı bir kadınım, 80 yaşıma kadar yaşayacağım ve inan bana o günlerde de günde üç kez, yaaa, bak çıkmadı deyip bu konuşmayı başına kakacağım, var mısın?"



9 Temmuz 2017 Pazar

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 4

 

"Abla" Güldür Güldür Şov'u izler, sever; dönem skeçlerini çok daha başarılı bulur. Zekâya ürünü söze dayalı esprinin, her zaman başı üzerinde yeri varsa da tümü başarılı usta oyuncuların yetkinlikle kullandıkları beden dili, mimikler "abla" için bile zaman zaman sözün önüne geçer. Oyunları, becerileri, beceriksizlikleri, kendilerine gülme kapasitelerinin büyüklüğü içtendir, belki bu yüzden çok sevilirler.

Yine de salonda bunların tümünden çok daha önemli bir şey vardır; "abla" Güldür Güldür'ün izleyicisine bayılır. Öyle dürüst, o kadar içten ifade ederler ki kendilerini... Eskinin, mikrofonu eline alır almaz hemen bir de sakinleştirici iğne yapılmasını gerektirecek kadar heyecanlanan, -toparlanmaya bıraksan programın perde arasına dek uzayacak- kendine gelir gelmez de bu fırsat için bin bir teşekkürler edip uzun uzun sahnedekilere yağ çekecek kadar özdeğerine uzak izleyicisinden bıkmıştır.

Güldür Güldür izleyicisi, sunucunun tatlı tatlı -bazen zorlayıcı da olabilen- dalga geçmesine uyum sağlar, ki dalga geçmek tam olarak "abla"nın hayatla başa çıkma yöntemidir; böylelikle, kendilerini -herkeste minicik de olsa bir parçası bulunan kusurlarını- tî'ye alıp hayatı hafifletirken, salondan taşıp TV'den, internetten katılımla büyüyen devasa kahkahalar yaratırlar.

Doğal halleri masumiyete çok uzak, olmadığı başka birine dönüştürülmüş çocuklu -yazlık- uygulamasına bir türlü ısınamadığından tek bölümünü izlememiş "abla", keyifsiz zamanında açıp orijinal Güldür Güldür Şov'dan bir bölüm izler. Antidepresan saydığı uygulamayı, Altın Çağ'a yol alan Dünya'nın depresif yolcusu insanoğluna içtenlikle önerir.

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 3

 

James Ponsold yönetiminde Emma Watson ile Tom Hanks'ın oynadığı, yine Tom Hanks'in oynadığı ve "abla"nın beğendiği Kral İçin Bir Hologram'ın da yazarı Dave Eggers'ın Çember isimli kitabından uyarlama Circle'ı izleyen "abla" filmi çok beğenir.

Özel yaşamı tasfiye edeceğe en azından bayağı değiştireceğe benzeyen sosyal medya ile sorumluluğun sınırları üzerine izlenesi güzel film, duygusal açıdan zayıf toplulukların nasıl kolayca kışkırtılabileceğini gösterir. Öte yandan aynı sosyal medya, akıllıca kullanıldığında dürüstlüğe, açıklığa, aydınlığa da yol verecektir.

Filmi bir o yana bir bu yana kayan duygularla izlemiş "abla", gençlerin yeni bir ahlâk anlayışını nasıl da kolayca, korkusuzca öne çekebilmelerine derin hayranlık duyar. Kendisi gibi, pek çok akranının henüz farkındalığına bile ulaşmadıkları, korkularıyla yönetilmediklerinden çok daha cesur davranan, "abla"nın Yeni İnsan dediği gençler Yeni Çağ'ın Yeni Dünyası için muhteşem çözümler üretmekte.

Circle'ın tadı damağındayken oğlanın eski bakıcı ablasından bir mail alan "abla" onun önerisiyle şahane film Okja'yı izler. Yönetmen, "abla"nın en beğendiği filmlerden Snowpiercer'ı da yönetmiş Bong Joon-ho. Her iki filmde de "abla"nın gönlünde özel bir yeri olan muhteşem Tilda Swinton uçlarda karakterler çizerken, Donnie Darko'nun şizofren yeniyetmesi Jake Gyllenhaal bu filmde komik Dr. Johnny olur. İki saatlik bilimkurgu, trajik bir konuyu, sorunu çok hoş biçimde muhteşem görüntülerle anlatır. Her daim müşfik ifadeli yüzüyle Paul Dano çevreci bir eylemci, başrol oyuncusu Seo-Hyeon Ahn ise genetiği ile oynanmış devasa domuz(umsu)nun beraber büyüdüğü sahibesi. Amerikan Sineması yüzlerini çatır çatır sayarken Uzak Doğulu başrol oyuncusunu en sonda hatırlayan kültür emperyalizmi kurbanı "abla", atakta Güney Kore sinemasına ve ustalar arasında saydığı yönetmenine saygılar sunmayı borç bilir.

 
 
 

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 2

 

Damat oğlana "tavtan" kitabı okumakta; verandayı yıkamaktayken kulağına ilişenler "abla"yı hiç mutlu etmez. Kitap tavşan ile farenin canavarlı öyküsü üzerine; "yağmurlu bir günde canı sıkılan fare bir şeyler pişirmeye karar verir, önlüğünü takıp ellerini yıkar". "Önce şekeri, tereyağını, unu ve yumurtaları" çıkarır, sonra da hepsini güzelce karıştırır, akşamüzeri birer bardak sütle yemek üzere "bir sürü kek" yapar.

Arada arkadaşı fareyi canavar kostümüyle -ne gereği varsa artık- bayağı korkutan tavşan kısmına pek takılmadan, verandadan, içerideki çekyattaki sevgi yumağına seslenen "abla", "hep kek, kurabiye, hep hamur; neden sebze ayıklamazlar, en azından güzel bir salata yapmazlar acaba?" diye sorar yemek pişirmeyi seven damadına, "sen izliyorsun yemek programlarını, orada da neden çocuklar hep unla, şekerle, yağla meşgul?"

Yanıtı kendi verir, "bu çocuklar 20 yıl sonra, hastalıklar uydurarak pazarını genişleten ilaç sanayiinin, sigorta ve sağlık sektörünün potansiyel müşterileri de ondan..."

5 Temmuz 2017 Çarşamba

"ABLA"YA GÖRE HAL VE GİDİŞ 1

 
"Plajlarımızda her sabah kumlar tırmıkla tarandığından şezlong ve sandalyelerin şemsiye altlarında bırakılmaması, ısrar edenlerin sandalyelerinin toplatılacağı..." anonsuna ek, çıkışlarda birer de tabela ile aynı içerik tekrarlanır ama hiç biri giderek artan şemsiye altı yer tutma tartışmalarına deva olmaz.

"Abla"nın plajdan alı al, moru mor dönen kızı söylenmekte; "Ben 35 yıldır bu sitede oturuyorum, bizim yerimize oturmuşsunuz, dedi adam...". "Biz sabah 9:00'dan beri buradayız, sizi görmedik diyeydin ya sen de!" der "abla".

Torunu ve tüm akranlarını, ortak, kum kova kürek tırmık paydasında birleştiren kumsal, ebeveynler için tüm ihtişamıyla ego savaşlarının yaşandığı gözde bir mekân: Site kapı girişinde parayı bastırıp akın eden tesis yoksunu komşu site sakinleri yanında, ev sahiplerinin misafirlerini, dahası kiracılarını artık ağırlayamaz hale gelmiş plajda, gazinonun becerikli çalışanlarının işbirliğiyle neredeyse krize dönüşmüş problemin çözümü yok.

Kızının, "abla"nın pek beğendiği kararı; "Öğle yemeği için eve, toplanıp geliriz. Yemek, öğle uykusu falan iki üç saat sonra geleceğiz diye milletin yaptığı gibi şemsiye altını bağlamaya gerek yok; akşamüstü gideriz yer bulursak otururuz. Doğru bulmadığımız davranışı tekrarlamayalım, herkes şikayet ediyor ama, üzerine bir havlu bıraktığı şezlongu beş saat sonra gidip boş bulmak istiyor."

Yeni Çağ’ın 5. Yılbaşı 2017 Temmuz’unda, “abla” yine, tekâmülünde aldığı yolu gözden geçirir.

2017 Mayıs’ı yirmisinden beri, artık duyduğu her yeni sözcüğü yarım yamalak tekrarlayan torunuyla bir arada “abla” çok mutlu. Arada fare başlı sarı boya kalemiyle “fale, fale, faleeee” diye bağırarak mutfağa dalıp bulaşık yıkayan anneannesinin poposunu ısırtan küçük oğlan “abla”nın “ay, aaaay!”larına pek güler. Çamaşır serer toplarken mandaldan mamûl renkli tavşanlar, mutfak artığı temiz streçten, alüminyum folyodan yuvarladığı toplar, oyuncaktan ziyade kutu, kapak, kozalak türünden çer çöp barındırır görünen oyun sepetinde yerini alırken Senbilirsinanneanne’nin asıl amacı çocuğun hayal ve tasarım gücüne fırsat vermek.
 
Annesi gider babası gelir, arada anneanne gözetiminde küçük aile biraraya da gelir. Bayramdan sonra, iki yıla yakındır oğlanın bakıcı ablası, gerekli parayı biriktirdiğinden mimarlık okumaya Rusya’ya giderken doldurulamaz görünen yerini, kendisinden kat be kat büyük özgüvenini “abla”nın kıskançlıkla gözlediği, çok daha genç bir ablaya bırakır. Plajda iki haftada, sitede 10 yıldan fazladır oturan anneannesinden fazla çevre yapan, sosyal becerisi tartışılmaz torunun, yeni ablaya “kebelek resmi” çizdirip saklambaça başlamaları çok sürmez.
 
Bayramın bağlandığı Haziran sonu, ev yaşamını sağlık, mutluluk ve huzurla dengede tutmaya çalışırken, üzerine yığılı hissettiği tonlarca taşın, eski yılın hesap kapatması olduğunun farkında “abla” sabırla bekler. Eş dosttan duyduğu ishaller, bulantı ve kusmalar “abla”ya kalırsa, yeni ayın desteklediği, duygusal bedenlerdeki blokajların çözülmekte oluşunun müjdecisidir. Damada kekik kaynatır, karnına koyduğu sıcak su torbasını yenilerken kendisi de bir kaç gece üstüste, -biri, sakladığı kavanoz dibindeki azıcık yiyeceğini (salça?), yan koğuştaki birine (kardeş?) verirse onu da tehlikeye atar mı kaygısıyla sarsıcı- hapishane rüyaları görür. “Abla”, en derin korkusu özgürlüğünü yitirme, ele geçirilme, esaret kökenli blokajlarını kan ter içinde salıverirken, sabaha karşı uykusunu bölen, can sıkıcı yoğurt makinesi alarmını bu kez minnetle karşılar.
 
2012’yi dengelenme yılı sayıp Yeni Çağ takvimini 2013’ten başlatan ezoteriklerin 5. Yılının ilk ayı Temmuz başında, -torununun doğumu ile başlayıp üç yıl süren ders yardımıyla- kendine aldığı yolu gözden geçiren “abla”nın başka düzeye atladığının farkına varışının nedeni, bir bilimkurgu klasiği; 1953’te yayınlanmış Arthur C. Clarke’ın ödüllü kitabı Çocukluğun Sonu*.
 
Pek çok tartışmaya yol açabilecek içeriği bir yana, kitabın çok etkileyici, kendisini de derinden sarsan finalini kızı, çok yerinde bulup hayranlıkla okuduğunu söyler. Yaklaşımını bir de sık sık tekrarladığı, Halil Cibran’ın
 
Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhları yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.

Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever
 
Diyen şiiriyle destekleyen özgürlük tutkunu kızının tavrını incelemeye alan “abla” kendisi ile ilgili derin bir gerçeğin farkına varır.
 
60’lı yaşlarının başına yol aldığı son üç yılda, giderek, yükselen burcu Yengeç’in özelliklerine bürünmüş “abla” aslında, doğumunda, -kendi annesi gibi mükemmel bir anne olamayacağını düşündüğünden- kızının ablası, arkadaşı olmayı seçmiştir. Gelişmelere bakılırsa, bu kez yan çizemeyip bu son enkarnasyonunda anneliği ille de deneyimlemesi gerekmektedir; öyle ki, kendisinden hiç de beklemediği biçimde davranan “abla”, evladını, kendi beklentileriyle sıkıca sardığı kıskaçları arasında tutmaya çalışır.
 
Zamanında hem babasız hem de annesiz, iyi kötü büyüyüp yetkin bir yetişkin olmuş kızı elbette bu sonradan türeyen anneye yol vermez; ebeveyninin tekâmülünü hızlandırma amacıyla gelmişe benzeyen torun merkezli tartışmalar bitmek bilmez ve kızının sözleri “abla”ya pek kırıcı, pek acı gelir.
 
Arthur C. Clarke’ın kitabının yol açtığı, kızının hükümran bir anneye ihtiyaç duymadığını net biçimde belirttiği konuşma, “abla”da bir bilinç aydınlanması yaratmıştır, bir karar alır. Doz aşımı sorumluluk duygusunun da katladığı arızalı annelik tavrından vazgeçmenin, dolayısıyla da tartışmaların incitici etkisinden korunmanın tek çaresi “abla”ya göre budur.
 
Ocağı kontrol edip türlünün altını kapatır, mayosunu giyip plaja iner, uzak iskeleden denize girer; epey açılmış kızını bulur “onu evlâtlıktan ama esas olarak kendisini annelikten reddettiğini” gerekçeleri ile bildirir. “Abla”nın, yüklediği binbir anlamla ağırlaşmış hasarlı enerji bağını kesmesini izleyen günlerde, irili ufaklı olaylarla sürekli sınanan radikal çıkışının sonuçları muhteşemdir, eski acılar hiçbir zaman tekrarlanmaz.
 
Tüm bunlar olup biterken, yılsonu değerlendirmesinin ana kalemi, “abla”nın halâ en temel eksiği, “kendine şefkat gösterip sevme” konusunda yol alıyor görünse de teoride süper, pratikte nal toplamada oluşu. Kafasında ürettiği olası çözümlerden birini, bu konuda konuştukları arkadaşına önerir; yürüyüş yaparken, “kendisi hakkında iyi düşünme” çalışmasına yardımı olsun diye, “Tanrı’nın eşsiz güzellikte bir parçayım, burada oluşum bunun kanıtı” ya da “Tanrı’m zihnimi sessiz, duygularımı dengede, bedenimi sağlıklı tut” türünden, mümkünse kendi sesiyle yaptığı kaydı dinlemesidir. Kendi sesini de duymaktan hoşlanmayan “abla”nın asıl beklentisi, duya dinleye kendimize önce şefkat sonra da sevgi duyabilme becerimizi tez zamanda kazanabilmek.
 
 
*Çocukluğun Sonu, birer buçuk saatlik üç bölümlük bir dizi olarak da izlenebilir; bir miktar klişeye bulanmış diziyi de izlemiş “abla”nın gönlü, elbette kitabın okunmasından yana…