“Ben, beni çok çok seviyorum. Canım benim.
Ben”
“Abla”nın, geçmiş bir Sevgililer Günü, gazetesi Cumhuriyet’e göz atarken rastladığı minicik ilan. Bayılır!
Kızının evliliğinin ilk yılını yeni evlilerle birlikte geçiren “abla”, ertesi yıl annesinden kalan yazlık evi kışlık eve çevirip taşraya göçer; amacı, kendisini aramak, yüz yüze gelme cesareti bulursa eski hesapları gözden geçirmek, doğumla getirdiği değil sonradan üzerine yamanan, eklene yapışa kalınlaşıp kabuklaşan gurur, özgürlüğünü yitirme korkusu, kendisini diri tuttuğu için yaşamsal sandığı öfke…den kurtulmak, mükemmellik iddiasından, kendisiyle inatlaşmaktan vazgeçmek, sorumluluk duygusunu dengeleyebilmek, kendini yaptığı / yapmadığı tüm şeyler için affetmek, olduğu gibi kabul edip sevmek… En çok kendisini sevmek!
Kendisiyle yüzleşme çabası arasında rüyalarını, yerel gazetede hakkında yazılmasını ve yazılmamasını istediği şeyleri, hayatının değişmesini istediği yönlerini yazdığı, okuduğu kitaplardan hoşuna giden cümleleri not ettiği spiralli defterinde, içten ve derin olmasına özendiği bir tahlil.
14/1/2007
“Seni niye seviyorum veya niye seviyorum biliyor musun? Benim kendimi sevmedeki eksiklerimi gideresin diye. Ben güzel, yeterli, özgün, özel olduğuma, hiç de yaşlı ve huysuz olmadığıma inanmakta zorluk çekiyorum. Zorluk çektiğim bu konularda beni ikna etmeni bekliyorum. Ve senin beni ikna etmene imkân yok; bunu ben yapmak zorundayım, sevgi ilişkilerinde sürekli başa dönüp aynı senaryoyu bu yüzden tekrarlıyor olmalıyım. Ben, beni sevmezken sen beni nasıl sevebilirsin, sevsen bile beni nasıl buna inandırabilirsin?”
“Abla”, işin özünü sanki yakalamış.
Bir sayfayı da -kendisini sevmedeki eksikliklerini gidermesini beklediği- esas oğlan profiline ayırmış. Tarihsiz, -2006 yılının sonlarına ait olmalı- bir çalışma, en başa “nerede öyle bolluk? yargısı sayfası” yazmış:
“Özgürlüğümü yitirmekten, beraber olduğum / oturduğum evimi paylaşan kişinin yörüngesine girip, ona hizmetle yükümlü olduğum sanısıyla yaşama alanımı ona bırakmaktan korkuyorum; başka birinin seçimi müziği dinlemek, filmi izlemek, yemeği yemek biçiminde yaşamak istemiyorum. Daha kötüsü, o biri seçimini ortaya kor da ben uyarsam ona öfke duyuyorum ya da taviz vermeme formunda ona üstünlük kurmaya çalışıyorum. Bunu nasıl dengeleyebileceğimi bilmiyorum. Bütünüyle benim seçimlerime uyum sağlayan birini de kişiliksiz, sinik olarak nitelendiriyorum.
Aslında yalnız olmaktan mutsuz değilim. Zaten çok konuşan oradan oraya giden bir zihnim var. Çağrışımlarla gelen milyarlarca hikâye ve onların çağrıştırdıkları, korkular, kaygılar, silinmemiş eski hesaplar, azıcık bağımsız neşe, sevinç.
Yine de bir uğraşısı olan, ev içi sorumlulukları ben söylediğim için değil, kendiliğinden sevinçle paylaşan, TV sinema, müzik zevklerimiz aynı, sigara içmeyen, bana saygılı, sevgi duyan (hayran?!!!), sağlıklı, şakalarıma gülen, sakin, sessiz biri… Ekonomik açıdan bağımsız, kardeşlerimin, çocukların, akrabaların, arkadaşlarımın içine tam anlamıyla sinen, beraberlikten maddi, manevi beklentisi olmayan, entelektüel, kişilik iddiası olmayan, kendisiyle barışık, yanında kendimi iyi hissedeceğim, hadi’lerime uyan, seveceğim, sadece benimle beraber olmaktan mutluluk sevinç duyduğu için benimle olan, bunu hissedip yanında sevinç neşe mutluluk duyabileceğim biri…”
Sayfanın başına “nerede öyle bolluk?” yazması boşuna değil! “Abla” çıtayı bayağı yüksekte tutmuş.
Öte yandan, yaşamının, yeniden, yeniden bir kez daha yeniden yazdığı defterlerle dolu olduğuna bakılırsa “abla”, “gel!” diyebilecek kadar çok sevdiği biri için, değil bu sayfayı, defterin tümünü yeniden yazar, yazacaktır. Ve “gel!” dediğinde, acı verdiğinden yüzleşmeye yan çizdiği yüzüyle yüz yüze gelme cesareti gösterir, -babasının sık sık Mevlâna’dan aktardığı gibi “göründüğü gibi olmak yerine, olduğu gibi görünmeyi”- kendisi olmayı, bir de -sağduyusu, Ben'im varlığı- Basiret Hanım’ın desteğiyle, kendisini olduğu gibi sevmeyi başarabilirse, izini buralara kadar sürdüğü huzuru yakalayabilir. Kim bilir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder