Küçük ekranda bir kadın, toplanmış yatağı üzerindeki tıklım tıkış sırt çantasını yuvarlayıp bastırarak yerleştirmeye çalışır. Bir yandan kulağa belli belirsiz, “…çok şükür”, “...güzel” sözcüklerinin çalındığı, kendi kendine konuşmasını sürdürürken gömleğinin arkasını çekiştirir başucundaki komodine yönelir.
Kamera “abla”yı yavaşça kayarak terk eder; bir gün önce, Göbeklitepe’de meditasyon için geldikleri Urfa’da uçağı kaçırıp, “abla”nın konaklamayı çok istediği Taşkonak’ta geceledikleri odalarının camlı dolap nişlerini, tavandaki kalem işini, biri banyo olarak düzenlenmiş iki odacığın ahşap oymalı kapılarını tarayarak oda kapısından çıkar. Sabahın serin karanlığında yöneldiği merdivenlerin dibinde, sokak kapısına bitişik duvarlardan birinde, turistik sıra gecelerinde hanımların giyip fotoğraf çektirebileceği üç uzun kadife giysi asılı, ortası havuzlu taş iç avlunun bir köşesinde delikanlı Kusay’ın özene bezene hazırladığı kahvaltı sofrasına odaklanır.
Kamera baktığını -her durumda- kaçınılmaz biçimde değiştirdiğinden, oda arkadaşının habersiz yaptığı bu çekim, “abla”nın “kendimi uzaktan izleyebilseydim…” yeniyetme hayalinin gerçekleşmesidir. Becerikli cep telefonlarının yaygınlaşmasıyla kayıt yapabilme olanağı ölçüsüz arttığından, “abla”nın haberli çekimlerdeki beden dilini gözleyip habersiz olanla kıyaslaması kolay: Değişik gruplar içindeki kayıtlar, şirin görünme çabası olarak yorumladığı, sevgi ihtiyacını belirttiğini düşündüğü, çok hafif de olsa bir beden dalgalanması yansıtmakta…
Ölümünden yıllar sonra, annesinin kendisini sevmediği fikrine ulaşan, son zamanda katıldığı bir Aile Dizimi seansında da dört buçuk yaş civarı tacize uğramış olabileceği bulgusuyla katmerlendiğini düşündüğü “değersizlik”, “kendini sevmeme” hali ile altmış yıllık ömrünün yaklaşık yarısı boyunca uğraşmakta “abla” için bu küçük kayıt önemli.
Kendisini en doğal halinde, bir başkasını izler gibi izlemesi önemli: Uyku sersemi, alacakaranlıkta, sabah uçağına yetişmek için hazırlanırken, alışverişlerle alabileceğinden fazlasını yüklediği çantasını şekle sokmaya çalışan, yol heyecanının hafif de olsa yokladığı; derli toplu olma, görünme zorunluluğuyla büyütüldüğünden gömleğinin eteğini çekeleyip her daim düzgün görünme çabasında bir kadıncık; komodine kim bilir kaçıncı kez göz atarken “aman bir şey unutmayayım” derdinde, milyarlarca benzeri gibi, artıları eksileriyle Tanrı’nın eşsiz bir parçası, kendini, yaşam deneyimi ile ifade eden, “abla”nın demesiyle “kendi tarikatının biricik şeyhi ve müridi” diğerleri gibi bir insancık.
Bu bakış açısıyla, kayıtta bir başkası olsa, hiç şüphesiz onu da derinden sevebilecek “abla”, tekâmül ile ilgili “Peki nasıl yapacağız?” diye soran damadına verdiği “Kendimizi severek; ama önce, kendi hakkımızda iyi düşünerek…” yanıtını hatırlar; “Sana tamamen senin gibi birini tanıştırsalar, önyargılardan uzak, sen onu sevmez miydin? İşte öyle…”
Kendisine çok benzeyen kendisiyle tanışması, kendini sevmenin bir yolu olması dolayısıyla bu küçük çekim önemli.
“Abla” oda arkadaşı Özge’ye yarattığı bu fırsat için içtenlikle teşekkür eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder