25 Aralık 2018 Salı

“Abla”ya Göre Hâl ve Gidiş 62 (İçindeki Burhan Altıntop ile Yüzleşmek)

 
2004’te yayına başlayan çok beğendiği TV dizisi Avrupa Yakası’nın 140’lı bölümlerine geldiğinde “abla”, halâ, en fazla Engin Günaydın’ın canlandırdığı Burhan Altıntop karakterine tepki duyduğunu fark eder:
Yüzsüz, açgözlü, saygısız, saldırgan, haddini bilmez… Pek çok olumsuz karakter özelliği arasında “abla”yı en fazla rahatsız eden, haddini bilmez’lik:
Sınırları, alanı üzerinde epey mesai yapmış “abla” haddini bilir; o kadar ki, bildiği belirlediği sınırlar sonunda kendisini, içinde sonsuzca özgür, hatta mutlu olduğu bir eve kapatır: Üst üste birkaç gün, yazar, minikartlarına boncuk dizer, okur, örer, müzik dinler… Sonra bunalır, arada sevinçle karşıladığı torun nöbeti çıkmazsa, “insanlarla bir arada olmam gerek” ihtiyacıyla sinemaya, alışverişe, en sevdiği Tahtakale’ye gider, arkadaşlarıyla buluştuğu da olur. Sonra yalnızlığı özler yine birkaç gün eve kapanır.
Fiziksel sınırları bu gibi görünse de “abla”, son zamanda Nesin Vakfı’na yaptığı gibi, yardım amaçlı minikart üretip, yazılarıyla da ihtiyacı olduğunu düşündüğü / sandığı insanlara ulaşmaya çalışır.
Asıl niyeti, elinden gelenin en iyisini yaptığı duygusuyla ürettiklerinin kendisini mutlu ettiği bu tek kişilik hapishanenin, özgürlüğünü yitirme korkusunun sağlamlaştırdığı metafiziksel sınırları dışına çıkmak, çıkabilmek. Kapının açık olduğunu bilmesi yetmez, buna razı gelmesi, hayatında değişikliklere, yeni insanlara izin vermesi gerekir.
Açıklanması imkânsız, yüksek özgüveniyle Burhan Altıntop’un ise hiç sınırı yok; yalakalık kısa gelmişse, “ağzını yüzünü dağıdurum bak!” tehdidiyle yol alır. Enkarnasyonları boyunca, her birimiz gibi, defalarca Burhan Altıntop olmayı deneyimlediği kesin “abla”nın yol alıp, duvarlarını kendisinin ördüğü duygusal hapishanesinden çıkabilmesi için, görünen o ki, içinde gizlenmiş Burhan Altıntop’la yüzleşmesi, hoş görmesi, sevmesi gerekli, kim bilir?

“Abla”ya Göre Hâl ve Gidiş 61 (Roma ve Ölü Doğan Bebeğe Veda)

 
Kız kardeşinin demesine göre festivale yetişemeyen, Alfonso Cuaron’un yönettiği 2 saat 15 dakikalık siyah beyaz Roma’yı, kızı ve damadıyla Netflix’ten izleyen “abla” çok etkilenir. ‘70’li yıllarda Meksika’da, bir doktor dört çocuklu ailesini terk eder; karısı kendi trajedisiyle başa çıkmaya çalışırken, hizmetçilerden, yerli Cleo, iktidar tarafından sokak dövüşlerinde kullanılmak üzere gladyatör gibi yönlendirilip eğitilmeye özendirilen sevgilisinden hamile kalır ama baba, çocuğu da kadını da reddeder.
Evin, geniş toprak sahibi bir ailenin üyesi görünse de ekonomik açıdan zorlanan sahibesi ile annesinin desteğinde hamileliği sürerken Cleo, anneanne ile beşik alışverişine gittikleri sıra patlayan sokak olayları sırasında bebeğinin babasının cinayet işlediğine tanık olur, yaşadığı şokla doğum başlar. Yollar olaylar yüzünden tıkalıdır, Cleo hastaneye zamanında yetiştirilemez, bebeği ölür doğar.
Sarılıp göğsüne konan minik kız ile annenin vedalaşması, gidişine rıza göstermesi, izin vermesi beklenir. Bunun öneminin farkında “abla”, ülkesi doğumevlerinde benzer bir uygulama olup olmadığını düşünür.
Yaşamını depresyonda sürdürürken Cleo’nun, asıl travmasıyla yüzleşip dile getirerek normale dönebilmesi için ailenin deniz kıyısına bir yolculuk yapması gerekir.
Doğru anlatılmış filmin, Cleo’nun akşam saatlerinde yürüdüğü cadde çekiminde olduğu gibi şahane uzun planları da muhteşem güzellikte!

“Abla”ya Göre Hâl ve Gidiş 60 (Taşkonak ve Kendini Sevmenin Bir Yolu )

 
Küçük ekranda bir kadın, toplanmış yatağı üzerindeki tıklım tıkış sırt çantasını yuvarlayıp bastırarak yerleştirmeye çalışır. Bir yandan kulağa belli belirsiz, “…çok şükür”, “...güzel” sözcüklerinin çalındığı, kendi kendine konuşmasını sürdürürken gömleğinin arkasını çekiştirir başucundaki komodine yönelir.
Kamera “abla”yı yavaşça kayarak terk eder; bir gün önce, Göbeklitepe’de meditasyon için geldikleri Urfa’da uçağı kaçırıp, “abla”nın konaklamayı çok istediği Taşkonak’ta geceledikleri odalarının camlı dolap nişlerini, tavandaki kalem işini, biri banyo olarak düzenlenmiş iki odacığın ahşap oymalı kapılarını tarayarak oda kapısından çıkar. Sabahın serin karanlığında yöneldiği merdivenlerin dibinde, sokak kapısına bitişik duvarlardan birinde, turistik sıra gecelerinde hanımların giyip fotoğraf çektirebileceği üç uzun kadife giysi asılı, ortası havuzlu taş iç avlunun bir köşesinde delikanlı Kusay’ın özene bezene hazırladığı kahvaltı sofrasına odaklanır.
Kamera baktığını -her durumda- kaçınılmaz biçimde değiştirdiğinden, oda arkadaşının habersiz yaptığı bu çekim, “abla”nın “kendimi uzaktan izleyebilseydim…” yeniyetme hayalinin gerçekleşmesidir. Becerikli cep telefonlarının yaygınlaşmasıyla kayıt yapabilme olanağı ölçüsüz arttığından, “abla”nın haberli çekimlerdeki beden dilini gözleyip habersiz olanla kıyaslaması kolay: Değişik gruplar içindeki kayıtlar, şirin görünme çabası olarak yorumladığı, sevgi ihtiyacını belirttiğini düşündüğü, çok hafif de olsa bir beden dalgalanması yansıtmakta…
Ölümünden yıllar sonra, annesinin kendisini sevmediği fikrine ulaşan, son zamanda katıldığı bir Aile Dizimi seansında da dört buçuk yaş civarı tacize uğramış olabileceği bulgusuyla katmerlendiğini düşündüğü “değersizlik”, “kendini sevmeme” hali ile altmış yıllık ömrünün yaklaşık yarısı boyunca uğraşmakta “abla” için bu küçük kayıt önemli.
Kendisini en doğal halinde, bir başkasını izler gibi izlemesi önemli: Uyku sersemi, alacakaranlıkta, sabah uçağına yetişmek için hazırlanırken, alışverişlerle alabileceğinden fazlasını yüklediği çantasını şekle sokmaya çalışan, yol heyecanının hafif de olsa yokladığı; derli toplu olma, görünme zorunluluğuyla büyütüldüğünden gömleğinin eteğini çekeleyip her daim düzgün görünme çabasında bir kadıncık; komodine kim bilir kaçıncı kez göz atarken “aman bir şey unutmayayım” derdinde, milyarlarca benzeri gibi, artıları eksileriyle Tanrı’nın eşsiz bir parçası, kendini, yaşam deneyimi ile ifade eden, “abla”nın demesiyle “kendi tarikatının biricik şeyhi ve müridi” diğerleri gibi bir insancık.
Bu bakış açısıyla, kayıtta bir başkası olsa, hiç şüphesiz onu da derinden sevebilecek “abla”, tekâmül ile ilgili “Peki nasıl yapacağız?” diye soran damadına verdiği “Kendimizi severek; ama önce, kendi hakkımızda iyi düşünerek…” yanıtını hatırlar; “Sana tamamen senin gibi birini tanıştırsalar, önyargılardan uzak, sen onu sevmez miydin? İşte öyle…”
Kendisine çok benzeyen kendisiyle tanışması, kendini sevmenin bir yolu olması dolayısıyla bu küçük çekim önemli.
“Abla” oda arkadaşı Özge’ye yarattığı bu fırsat için içtenlikle teşekkür eder.

8 Aralık 2018 Cumartesi

“Abla”ya Göre Hâl ve Gidiş 59 (HBT, Black Mirror ve Umut)

 
8 Aralık 2018 tarihli HBT (Herkese Bilim Teknoloji), Digital Kültür ve Yapay Zekâ Konferansı-8’e katılan “abla”, Prof. Dr. Cem Say ile HBT yazarı Tanol Türkoğlu’nun, 2011’de başlayıp 2016’da Netflix tarafından satın alınan bilimkurgu dizisi Black Mirror’ın geleceğe etkileri hakkında söylediklerini dinler:
CS, 2. Sezon 1.bölümden örnekle, eşini kaybeden bir kadının, sosyal medya yazışmalarıyla bıraktığı izin yüklendiği, kocasına benzer robotu satın almasını anlatır. “Ortaya birçok sorun çıkıyor elbet” der, “Günümüzde Rusya’da bir kadın şirketiyle, Amerika’da da babası ölmekte bir adam bu teknolojiyi kullanarak ölümsüzlüğe yatırım yapmakta.”
TT ekler; “MIT’de bir çalışma var, ölüm sonrasında kullanılmak üzere sosyal medya birikimini kullanan yazılım üstüne; tabii 20-30 yıllık veri gerekmekte. Bu şekilde mesela, bir avukata ihtiyacınız olduğunda onun bilgisi size yüklenecek, Matrix’teki helikopter kullanma bilgisinin aktarılması gibi; acemi bir delikanlının romantik bir şairin tavrını sergileyebilmesi mümkün olacak.”
“Bir simülasyonda mı yaşıyoruz? Douglas Adams’ın Bir Otostopçunun Galaksi Rehberi kitabında sorgulandığında bilgisayarlar ‘42’ yanıtı verir, ardından 42’nin ne olabileceği araştırmasına girişilir... İnsan, üst insan ırkına ulaşamaz, bununla ilgili simülasyon kuramaz, biz bir simülasyondayız, simülasyonun simülasyonu…”
 
CS: “Çin’de hükûmetin yürüttüğü bir kredi sistemi var; dizinin bir bölümü bunu işlemekte ama kredi notunu insanlar vermekte, şu andaki altyapımızla rahatça hayata getirebileceğimiz bir durum.”
TT: “Teknolojik olarak mümkün, kredi kartı kullanımını izleyerek… Kişilerin, karşılaşmalarda olumlu elektrik almadıysa puanını düşürerek… Yere tükürülmesin istiyoruz ama 7/24 izlenmek bizi daha ahlâklı yapar mı? Dizide bir bölümde, internette her gün bir anket yapılıyor, herkes herkesi puanlıyor; toplumun yargı gücünü eline alması, mahalle baskısı dediğimiz, kadının cezalandırıldığı Zorba filminde olduğu gibi…”
 
CS: “Beni oluşturan Uzay Yolu iyimserdi, insanoğlunun kaynakları akıllıca kullanmayı başarabileceği düşüncesindeydi… Bir yerde yatıyor olsaydınız, burada olmak kopyalarınıza yaşatılıyor olsaydı? Mükemmel simülasyonu anlamamız mümkün değil.”
TT: “Belki yaşamımız böyle bir şey, dini inançları da katarsak? Dizide bir başka bölümde, hafızada saklı kayıtları izleyebilen bir aygıt var, sigortacıların sevebileceği; pizza arabası bir adama çarpıyor… Kimse tanık değilse hatamızın cezasını ödemeli miyiz, iyi insan olma seçilmeli mi, dayatılmalı mı?.. Kişi anılarını sonra da izleyebiliyor, unutmak çok da kötü değil, mi?..”
 
CS: “Sosyal medyanın insanlığa zararının yararından fazla olduğunu düşünenlere katılıyorum. Trump’ın seçilmesinde olduğu gibi… İnsan böyle aşırı bağlanmışlığa hazır değil. Söylediğin silinmiyor, istenmeyen bir ölümsüzlük yaratıyor.”
TT: “Sosyal medya içinde doğmuş olanlar hazmediyor, biz pek değil. Ben iyimserim, bizi olumsuz yönde etkileyen, kötü kullananlar, bizim kuşağımız. Mucidi kazanç, iktidar peşinde. Gençler böyle düşünmüyorlar, inşallah bize benzemezler.”
CS: “Teknolojiyi bilmek gerekiyor, yoksa o bizi kullanıyor.”
 
Soru cevap kısmında bir genç, “Dünyanın bittiğini, simülasyonun şart olduğunu” söyler. 23 yaşında bir başkasının “Her eylemimizin izleniyor olması kötü, yeni bir tavır gerekmiyor mu?” sorusu CS tarafından “Atina’da sınırlı bir bölgede birbirlerinin verilerini kullanan böyle bir grup var, sen de kötüye teslim olmayıp böyle bir yazılım geliştirebilirsin” diye yanıtlanır.
“Yapay zekâ Dünya dışından etkilenebilir mi?” sorusu, CS tarafından “Bilim her şeyin bu Dünya’da olup bittiğine inanıyor.” yanıtı alır.
“İstihbarat teşkilatlarında bunun uygulamalarına örnek?” isteyen dinleyici, “İnternet başlangıçta Amerikan askeri projesidir, Echelon sayesinde tüm telefonlar dinlenebiliyor. Üretici her zaman denetler, bağımsızlık iddiasında olan kendi yapmak zorunda…”
 
İlk sezonlarını beğeniyle izlediği ve 28 Aralık’ta 5. Sezonla yeniden başlayacak olmasına sevindiği Black Mirror bilimkurgu dizisi üzerine yapılan, genelde karamsar konuşmalar, Prof. Dr. Cem Say’ın “abla”nın bayıldığı şu cümlesiyle sonuçlanır: “…Umut bazı durumlarda elimizdeki tek şey ama umutsuz olmaz. Bu yıl yine bir sürü çocuk doğuyor, belki bizi onlar kurtaracak.”
 

“Abla”ya Göre Hâl ve Gidiş 58 (Hayalet ve Ben, Robot)

 
Bayıldığı polisiye yazarı Jo Nesbo yazarken okumaya yetişemeyen “abla”, meraklısına dedektif Harry Hole’un maceralarını, öyküsü geride anlamlı bir akış içinde olduğundan, yayın sırasına göre okumayı önerir: Doğan Kitap yayını Hayalet, bütün iyi polisiyeler gibi iyi edebiyattır. Yazarının yalnızca ustalığına değil, derinliğine örnek, “abla”nın hayranlık duyduğu bir gözlem, saptama; sayfa 111’den:
“…Harry ‘Ama belki de bu yüzden fotoğraf çekeriz’ diye devam etti. ‘Yanlış bir iddiayı, mutlu olduğumuz iddiasını destekleyecek sahte kanıtlar olsun diye. Hayatımızın tek bir döneminde bile mutlu olmadığımızı düşünmek dayanılmaz olduğundan. Yetişkinler çocuklara fotoğraf çekilirken gülümsemelerini emrederek onları da yalana bulaştırır; böylece gülümser, mutlu rolü yaparız. Ama Oleg içinden gelmediği sürece asla gülümseyemiyordu, yalan söyleyemiyordu, o yeteneğe sahip değildi’…”.
 
Polisiye okurken aralara özenle bilimkurgu serpiştiren “abla”, klasiklere rastladıkça sevinir: Isaac Asimov’dan robot hikâyeleri; İthaki Yayıncılık’tan Ben, Robot. Başlangıcındaki, bugüne göre hantal robot teknolojisinin yazarı ağırlaştırması ne kelime! Eşsiz, engin hayal gücünün, yaratıcılığının ürünü kitap, giderek insanî özellikler kazandırılan robotların yol açabileceği sorunlar yeni yeni gündeme gelirken, Asimov’un yıllar önce robotlara yüklenilen görevleri dışında ne türden kişilik özellikleri geliştirebilecekleriyle ilgili sorular üzerine birbirinden güzel hikâyeler barındırır. Dönüştürücü’nün elçisi olduğuna inanan bağnaz QT1’in şahane saptamaları, sayfa 64’ten:
“…Cutie güldü. Gülüşü insanlarınkine hiç benzemiyordu, o ana dek ağzından çıkan en makinevari ses buydu. Keskin ve aniydi; hiç aksama olmadan metronom gibi gülmüştü.
‘Kendinize bir bakın’ dedi sonunda. ‘Küçümsemek istemiyorum ama lütfen gidin bir bakın kendinize! Yumuşak ve gevşek bir maddeden üretilmişsiniz, güçsüz ve dayanıksızsınız, ihtiyacınız olan enerjiyi, organik maddeleri verimsiz yöntemlerle okside ederek kazanıyorsunuz. Mesela şöyle…’ Kınayan bir tavırla Donovan’ın sandviçinden geriye kalanları gösterdi. ‘Düzenli aralıklarla komaya giriyorsunuz ve sıcaklık, hava basıncı, nem ya da radyasyon yoğunluğundaki en ufak bir değişim, etkinliğinize darbe vuruyor. Derme çatma varlıklarsınız.’
‘Öte yandan ben özenle tasarlanmış bir ürünüm. Elektrik enerjisini doğrudan alıp neredeyse yüzde yüz verimlilik oranıyla kullanıyorum. Yapımımda sağlam metaller kullanılmış, her daim bilincim yerinde, üstelik ekstrem koşullara dayanıklıyım. Hiçbir varlığın kendisinden daha üstün bir varlık yaratamayacağını da göz önünde bulundurursak, bu gerçekler sizin komik hipotezinizi yerle bir ediyor.’"…
 
“Hiçbir varlığın kendisinden daha üstün bir varlık yaratamayacağını da göz önünde bulundurursak…”: Aydınlanmanın deniz feneri olabilecek bu ifade üzerine, derinlemesine düşündüklerinde, “abla”, dindarların özellikle de dincilerin, neye, nereye ulaşabilecekleri konusunda umutludur.

“Abla”ya Göre Hâl ve Gidiş 57 (Tiyatro Bir Kez Yaşanır)

 
İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın düzenlediği, 7.11-4.12.2018 tarihleri arasında gerçekleşen 22. İstanbul Tiyatro Festivali’nin sloganı “Tiyatro Bir Kez Yaşanır”. “Abla” dördü yabancı, ikisi yerli altı gösteri izler, kendi yıldız listesine göre bir sıralama ve değerlendirme yapar:
 
Pss Pss: Az sayıda malzeme, bol mimik ile iki modern palyaçonun, arada salona da taşan konuşmasız, akrobasi destekli gösterisine en çok çocuklar, insanı gülümseten şıngırtılı masum kahkahalarıyla tepki verir.
 
Gece Sempozyumu: Güven Kıraç, Derya Alabora, Serhat Kılıç gibi ünlü oyuncuların rol aldığı oyunun girişinde epilepsi hastalarına yönelik, “yüksek ses ve ışık” uyarısı var. Ara sıra içeri, özel bir gereçle kurularak salınan, çivisi uzun topaç benzeri taburelerin de dönendiği tekne benzeri ortadaki sahne, etrafına bir grup izleyicinin yerleşebileceği şekilde tasarlanmış. Hikâye basit, geri planda entrikacı annelerinin yönlendirdiği zayıf karakterli üç erkek kardeş despot babalarını öldürür.
Kitapçıkta “…Tarih boyunca sistemler insanlara birbirlerine verdiklerinden daha fazla zarar verdi. Benim açığa çıkarmak istediğim bu durum.” denmekle birlikte; yeryüzünde söylenebilecek her şeyin söylendiğine, yeni bir şey kalmadığı için de eski sözlerin, yeni kılıklar, kılıflar içinde sunulduğuna iyice aklı yatmış “abla” oyundan, kalabalığın çıkışta mırıldanarak dile getirdiği üzere “bir şey anlamamış” ve yüksek sesten, parlayıp sönen ışıktan sersemlemiş çıkar.
 
Yüzleşme: Oyunun daha başında konunun, tecavüze uğrayıp öldürülmüş altı yaşında bir oğlan çocuğu olduğunu öğrendiğinde senbilirsinanneanne “abla” büyük pişmanlık duyar. Medya, mağdurlardan çok seri katili yıldızlaştırmıştır ve baba, kendi babasının ekleyip yüklediği ağır suçluluk duygusuyla, kendi tarzında intikam alma niyetindedir. Emre Kınay ne kadar iyi oynuyorsa “abla” o derece acı duyar. Oyun sonunda sahneye çıkan yazar Graham Farrow, “abla”ya göre bu kadarını ortaya koyar; acıdan, trajediden beslenen ego’nun yarattığı doymak bilmez talebi, pazarı göz ardı eder.
Oyun çıkışı bunu konuştukları sıra, emekliliğe yaklaştığı bu yıllarda beyin faaliyetini taze tutup desteklesin diye geçen yıl bir üniversite eğitimini daha dışarıdan bitiren akranı, doktor arkadaşı “abla”ya ders kitaplarından bir metin yollar: “…Aristoteles için katarsis’in gerçekleştiği yer tragedyadır. Poetika’da şu cümle katarsis ile ilgili bir açıklamada bulunmaktadır. ‘Tragedyanın ödevi uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla ruhu tutkulardan temizlemektir.’ Aristoteles’e göre katarsis’in amacı kötü karakterlerin iyileştirilmesidir… Aristoteles için arınma adeta sanatın amacıdır…”
Daha önceki günlerde kitap fuarında, polisiye roman yazma tekniklerini tartıştıkları sıra bir diğer yazar arkadaşından duyduğu “katarsis” sözcüğü ile başlayıp böylelikle tamamlanan çember içeriğine bakılırsa diye düşünen “abla”, “boşuna değil, insanlar halâ üzücü TV dizilerini izliyorlar, ego’nun beslendiği tragedyanın da bir amacı var” kararına varır.
 
Timsah: Kitapçıktaki “…İngiliz mizah yazarı Tom Basden’la ikinci randevularında bu kez çağın hastalıklarından birine mizahi bir bakış atıyor. Basden’ın Dostoyevski’nin aynı adlı öyküsünden esinle yazdığı oyun, gösteri toplumunun sistemle el sıkışmayı seçen aktörleriyle, bir timsahın karnından ‘hesaplaşıyor.’ Oyun, en az hayatta şahit olduklarımız kadar ‘tuhaf ama gerçek’.” açıklaması, festivalde anlaşılması zor sunumlara uğramış “abla” ile kardeşini ürkütse de oyun, bildik…
Son günlerde yeniden izlemeye başladığı 2004 tarihli Avrupa Yakası dizisinde ele alınıp mükemmel işlenen şöhret, para, kimlik gibi kavramlarla, kişisel sınırlarla ilgili oyun Timsah’ın yeni bir sözü yoksa da kahkahası garanti.
 
Nederlands Dans Theater 1 ve Pixel; bu iki gösteri “abla”nın yıldız listesinin ilk sırasını birlikte paylaşır. Dansçılar yavaşça sahneye girer, figürleri gereği yükseldiklerinde sahneye kar taneleri gibi yumuşacık inerler. Dekor NDT’da akla zarar zarafetle, verimlilikle kullanılırken ve “abla” “bir tek paten kalmış sahneye katılmadık” diye düşünürken, Pixel’in yönetmeni ve koreografı, işe sokaklarda hip hop ile başlamış Mourad Merzouki, kaykay, çember, akrobasi, jimnastik, sokak dansları ne varsa, sahneye dökmüş; yetinmemiş gösteriye, iki kamera ile yansıyan, danslara eşlik eden ışık parçacıklarını katmış.
Her iki gösteri de, hayranlık gözyaşlarıyla izlenecek kadar muhteşem!
 
Önemli bir not: Bazıları üç haneli bedellerle izlenen oyunların öğrenciler tarafından sadece 10 TL’ye izlenebilmesi Aygaz, Opet ve Tüpraş desteğiyle mümkün olmuş.