5 Mayıs 2014 Pazartesi

“Abla”nın Nisan yolculukları: İlki İzmir, ikincisi Kapadokya, diğeri de… 3

 

2014 yılı Nisan’ının 26. Günü sabah, bir gün önce, gün doğmadan uçurulan balonların 07:00 civarı inmeye başladıklarını öğrenmiş üçlü, fotoğraf çekmek üzere balon takibi için 06:30’da yola çıkar. Bir ara bağlar arasında yanlış yola girseler de, Ürgüp Açık Hava Müzesi yakınındaki kalkış alanını keşfedip, firmaların logolarını taşıyan karşılayıcı balon römorkları ardına takılarak, Zelve’ye kadar tüm araziye yayılmış iniş noktalarından ilkine ulaşmaları uzun sürmez. Koskoca bir balonun, altındaki 15-20 kişinin aralıksız fotoğraf çektiği sepetiyle, zeytin ağaçları üzerinde harı ayarlı alevle fosurdanarak duruşunu sabitledikten sonra, attığı kum torbasının üç kişi tarafından, inişi kolay noktaya çekilişi, römorka yerleştirilişi gibi seyri çok eğlenceli, muhteşem görüntüleri aşağıdan izlemek “abla”ya kalırsa, sepet içinde kaderine razı salınmaktan çok daha iyi.

 

Müşterisi yabancılar ağırlıklı Gül Konakları’na dönüp kahvaltı yapan üçlü, Sapanca çıkışı molada rastladıkları arkadaşlarının önerdiği CCR Otel’i keşfetmek üzere Göreme’ye 6 km mesafedeki Uçhisar’a giderken uğradıkları gün batımı terasında sıkma portakal suyu içerler; “abla”nın tezgâh düzenlemekte iki adama, Burhaniye’de pazarcılardan öğrendiği biçimde siftah ödemesi yapmasına imkân yok: “Sağ elinle, bak abla, ele vermeyeceksin, tezgâha atacaksın, atarken de besmele çekeceksin” talimatına karşın para, sert rüzgâra kapılmasın diye kavanozlar arasına sıkıştırılır, yola devam edilir.

 

Uçhisar’dan varmadan yolları üzerindeki Göreme Açıkhava Müzesi’ni gezen üçlü, Peribacalarına oyulmuş, bazısının girişinde mezarlar da bulunan, çokluk uzun bir masa görevi yapan yükselti çevresindeki kesintisiz sıradan oluşan mutfak, hücre/oda işlevli dar oyuklar ve kalabalık ibadet için tavanları –elbet gözler, bazısı yüzler kazınmış- resimli kiliseleri dolaşırlar.

 

Tazecik yapraklı kavakların filizî yeşil beneklediği, pembe, limonküfü, beyaz, hardal sarısı, somon… dalga dalga renkli, Peribacalı, mağaralı karakteristik manzaraya hâkim –en yüksek kısmında bayrağın dalgalandığı eski bir hisar bulunan- tepeye, taraçalar halinde yerleşmiş CCR otelin bar terası, kabaca ölçüm yapan “abla”ya göre 320 derece görüş açısı sağlamakta. Birer kahve içerken gözlerinin teki telefonunda olan kız damat ikilisi, iş bağlantılarını sürdürürken bir yandan da instagram’a bolca resim koyarlar. Eskiden olsa “kaldırın kafanızı, biraz da sağa sola bakın” diye vızıldanacak olan “abla” son dönem rahmet/kozmik enerji’den payına düşeni tümüyle almış belli ki, “ne güzel” diye düşünmekte, “pek çok insan aynı anda aynı duyguyu paylaşabiliyor bu yolla…”

 

Uçhisar geride kalırken fotoğraf molası verilen, bir başka vadiye bakan Salkım Tepesi, Hasan Dağı ile Erciyes’in kim bilir kaç milyon yıl önce püskürerek doldurduğu havzada en az bir o kadar zaman boyunca, Peribacalarının oluşumuna neden olan rüzgâr ve su aşınması izlerinin rahatça gözlenebildiği bir yer.

 

Üçlünün bir sonraki hedefi Göreme’ye yine 6 km, Zelve: Araba park edilir, bekçi yeraltı kentleri, “biri 7, diğeri 8 katlı” diye anlattığı Derinkuyu ve Kaymaklı hakkında bilgi verir. Acıkan üçlü, tırmandıkları onca basamağa değen, açık hava müzesine yukarıdan bakan, koca bir peribacası dibindeki Peri Kafeterya’da -kendi bahçelerinden- nefis ıspanaklı gözleme ve ev yapımı ayranla karınlarını doyurur; yeraltı kenti görmeye, Nevşehir üzerinden yaklaşık 30 km uzaklıktaki Kaymaklı’ya doğru yola koyulurlar.

 

Sırları henüz tam olarak çözülememiş yapılardan Kaymaklı Yeraltı Kenti, sekiz katın sadece dört katı gezilebiliyor olsa da, tek yönlü gidiş-dönüş bazı yerlerde alttan ve üstten bir de iki yandan daralarak, daralmaya neden olduğundan, -hava bacasının tüm katlara taşıdığı taze hava olmasa ne olur bilinmez- üçlü tarafından rekor denebilecek hızla gezilir. “Abla”nın okuyup gördüğünden aklında kalansa, zamanında çok büyük bir nüfusu barındıran yeraltı kentinin, bozulmadan çok uzun süre yiyecek saklanabilen depoları, dikey duran değirmentaşı büyüklüğünde taşın kaydırılmasıyla gizlenen saklanmaya yarayan uzunluğu belirsiz geçitleri, suyolları, hava kanalları… kazıldıkça büyüyen bir gizem.

 

Çıkışta soluklanılan çay bahçesi yanındaki mekân önünde, üzerinde çeşitli alkollü içkiler ile fiyat listesi yazılı bir tabela, “abla”ya, tüm yörede içkiye gösterilen hoşgörünün, turizm gelirlerinden eşit pay almaktan doğan hoşnutluktan kaynaklandığını düşündürür.

 

Ürgüp’e dönen üçlü, instagram aracılığıyla kendilerini izleyen bir arkadaşları, akrabasının işlettiği Ziggy’nin köy patatesi ile özel tatlısını önerince, muhteşem manzara sunan esintili terasa çıkıp haklı önerinin tadını çıkarır.

 

Sabah portakal suyu içtikleri günbatımı terası, Sunset Point tabelasının yönlendirdiği, seri biçimde bilet kesilen gişe önündeki kalabalığa bakılırsa sözü edildiği kadar iddialı. Giderek artan kalabalık, alkollü içki ile –satıcılardan birinin Japonlar istiyor diyerek getirdiği, “abla”nın Japonya gezisinden tanıdığı bir tür kraker dâhil çeşitli- kuruyemiş eşliğinde, terasın haklı ününe ün katarak güneşi uğurlar.

 

Üçlü “Ürgüp içinde, çarşıda bir tur atsak…” niyetiyle dolanır, kapı önlerine dek yayılmış antikaları karıştırarak ilerlerken, cama yapıştırılmış fotoğraflarda Nicholas Cage, Arif Sağ, Edip Akbayram, Serra Yılmaz… gibi ünlülerle yan yana yer alan aydınlık yüzlü bir adam kapıya gelir. “Abla”nın ilişik gazete kupürlerinden okuduğu –şüphesiz döneminin “yeni insan”larından- Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz’ün oğlu, babasının ışıklı muhteşem macerasını anlatırken “abla” birden, heykeli, ortanca kız kardeşini ziyaret için gittikleri sıra Maltepe Üniversitesi kampüsünde gördüğünü ve hikâyeyi de ilk kez ondan duymuş olduğunu hatırlar.

 

Çarşı içinde, tabelalarında gördükleri ağzı kalın bir köpükle sıvalı çömleklerin ne olduğu merakıyla bir lokantada mola veren üçlü, “buranın üzümü Emir ile Dimrit’tir, gerisi Kapadokya yöresi şarabı değildir” diyen becerikli garsondan hem yöre şarabı hakkında, hem de testi kebabı hakkında bilgi alırlar: “Yörenin toprağından yapılma, lezzeti de oradan gelir, sırsız testi içine konan, dana eti, domates, biber, soğan, sarımsak, baharat ve yöre otlarından fesleğen, kekik üç saatte pişer; ama ben pişmişini vereceğim” diyerek ağzı sıkıca hamurla kapatılmış sıcak testiyi kırması için damada uzatır. Satırın sırtı ile boyun kısmına indirilen darbeyle kırılan testiden çıkan, garsonun anlatımını hak etmeyen, malzemesi epey yufka yemek, üçlüyü hayal kırıklığına uğratır.

 

Çarşıdaki en geniş cepheli dükkânlar kuruyemişçilere ait; ayçiçeği çekirdeğinin bile sütle kavrulduğu yörenin bu konuda uzmanlığı pek geniş…

 

Uzun gün sonunda yorgun üçlü, ertesi sabah dönüşe geçileceği için erken yatma niyetiyle otele döner: “Soru”nun renkli neon ışıltısı yastığının altından çakıp sönmekte ise de, yörenin olağanüstü yapısı ve havasıyla kalp çakrasındaki acı hafiflemiş, dinginleşmiş “abla”, giderek “yeni insan”lardan biriyle karşılaştığı fikrinde netleşir.

 

Uçhisar CCR Hotel görselleri:


 

Peribacası

http://tr.wikipedia.org/wiki/Peribacas%C4%B1

 

Peribacası görselleri:


 

Kaymaklı Yeraltı Kenti

http://www.nevsehirkulturturizm.gov.tr/TR,74262/kaymakli-yeralti-sehri.html

 

Kaymaklı Yeraltı Kenti görselleri:


 

Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz


Hiç yorum yok: