27 Haziran 2012 Çarşamba

“Abla”nın Erzurum, Hınıs, Varto, Gülçimen Köyü gezisi-1


2012 yılı Mayıs’ının 17. günü Eminönü’nde, komşularına, Hz. Ali’nin güzel yüzü ile Zülfikar’ın süslediği ufak tefek hediyelik alan Naciye Hanım’ın ardı sıra Kurukahveci’nin kuyruğuna girip kahve, birkaç dükkân ötesinden karışık kuruyemiş alışverişi yapan “abla”, Gülçimen Köyü’ne eli boş gitmek istemez.

Ertesi sabah, biletleri Kasım’da alınmış uçuşun gerçekleşeceği Sabiha Gökçen Havaalanı’na Naciye Hanım’ın oğlunca götürülecek ekip, -“abla”nın azmettirmesiyle ile sonlara doğru ezoterizme kayan sohbeti derin- parti içinde aktif CHP’li eşinin getirdiği, akrabadan hanımın eklenmesiyle tamamlanır. “Abla”nın kanepede tavşan uykusu gün aydınlanmadan kesilir, grup Ankara aktarmalı uçuş için yola dökülür.

Mayıs’ın 18. günü 7:35’te havalanır, sandviç çay ikramı sona ererken 8:20’de Ankara’ya konarlar. Tuvalet kapısında bebeğini oyaladıkları hemşire ile -ailelerinin büyükçe kısmı Almanya’da yaşayan- hanımların içtenlikle onayladıkları sohbet koyulaşır; çalıştığı sağlık ocağından izlenimlerini aktarırken “Almancılar” der genç hemşire, “döndüklerinde hiçbir şeyi beğenmiyorlar.”  

9:35’te yeniden havalanıp 10:50’de Erzurum Hava Alanı’na inen hanımlar, kente Belediye otobüsüyle inip oradan Hınıs minibüsünün geçtiği Mahallebaşı’na ulaşmak için yeniden taksi tutma zahmetine girmemek için, epeyce eşyalarını hevesle bagajına yükleyen -200 TL isteyip 160 TL’ye razı olan- taksi ile anlaşır, doğrudan, 2.5 saat sürecek Hınıs yoluna çıkarlar. Beyaz parçalı bulutlu mavi parlak gök altında geniş platoda uyuklayarak yol alırken yavaş gittiğinden şikâyet ettikleri, hal hatır sorup hemşerilik bağlantısını araştıran, kendilerine “anne, abla” diye seslenen saygılı şoför, “radar cezasını ödeyecekseniz” der, “basarım”.

Otobüsle gelinmiş olsa bir buçuk gün süren yolculuk, 13:30’da vardıkları 9800 nüfuslu Hınıs garajında sona erer. Ortalıkta, tek tek ellerini sıkıp “hoşgeldin” diyen düzgün giyimli, dürüst bakışlı komşuların, akrabaların karşıladığı kendileri dışında, hiç kadın yok. Kadınların dükkânların dibinde olduğunu söyleyen Naciye Hanım’ın eşi, “abla” ile hanımını alır, Çınar Lokantası’nda muhteşem lezzette kuşbaşılı pide ile karınlarını doyurur, beraberce taksiye binerler. İlginç kayalık yapıyı örten yemyeşil bir yolculukla 20 dakika sonra Çamurlu Köyü’nü geçer, düzlükte devletin inşa ettiği 49 deprem konutunun oluşturduğu Gülçimen Köyü’nün, 4 numaralı evi önünde dururlar. Eve girmeleriyle, bitişik komşunun yeni demlediğini söylediği çaydanlıkla kapıda belirmesi bir olur.

Ağır misafir “abla”ya odası gösterilir; eşyaları için dolapta kendisine ayrılan bölüme yerleşen, bereket içlik, yün fanila getirmiş olup bunları hemen kuşanan, üzerine Burhaniye pazarından 10 TL’ye aldığı minik çiçek desenli çataldon ile Naciye Hanım’ın kendisi için ördüğü yeleği giyip doğum günü armağanı büyük eşarbı omzuna atarak köy kostümüne bürünen “abla” bahçeye çıkarken de İstanbul’da yapı marketlerinin birinden sipariş ettiği plastik İtalyan ayakkabıları giyer.

Hanımlar bir yandan sini dolusu ışkın gevelerken birkaç demet çiriş ayıklarlar; güneşin devrilmesiyle serinleyen salonda elektrik ısıtıcısı devreye sokulur. Akşam yemeği sonrası televizyona bakalım derken başlar düşer, yorgunluk galip gelir.

Yerini yadırgamak ne kelime! Ertesi sabah 5’te uyanana dek “abla”, kendisi için özenle hazırlanırken altına bir kat da yün battaniye serilmiş yatağında derin, deliksiz bir uykuya düşer. 

Hiç yorum yok: