Cin olmadan çarpma meraklısı “abla”, -henüz kâğıt miktarı hesaplanmamış, kapağı tasarlanmamış, nasıl tüketileceği belirsiz 1000 adedin evin neresine sığacağı üzerine ufacık fikir üretilmemiş- birinci senbilirsinabla kitabının ikinci okuması düzeltmelerini yapar yapmaz hep sıvalı kollarıyla, “ikinci kitabının birinci yazısı”na girişir.
Haftanın ilk günü Burhaniye Pazarına gitme niyetiyle sabah 8:00 servisine binmek üzere, tekerlekli kareli pazar arabasını sürüyerek durağa dikilen “abla”, araba gelene dek, toparlanmakta yazlıkçı nüfusundan iki hanımdan bir hafta kıdemlisinin diğerine verdiği “kim hanım yazlığa, kim hanım öte tarafa göçmüş?” raporuna kulak verir.
Dolu iki Körfez Birlik arabası art arda Burhaniye’ye varır; hastane durağında inip arabanın bagajından aldığı pazar arabasıyla “abla”nın hedefi ilk iş bilgisayarcıya varıp, laptop’ı -kitabın düzeltmeleri sırasında indirip hiç ihtiyaç duymadığı- programın ağırlığından, boynunu da laptop çantasının ağırlığından kurtarmak.
Bilgisayarcı, yazlıkçı nüfusun görülebilir artışını gözden kaçırmış olmalı ki, dükkânını kış tarifesinde, -yandaki kargocunun verdiği bilgiye göre “on, on buçukta…”- açmakta. Eh bari o gelene dek saçımı kestireyim diyerek berberine seğirten “abla” orada da aynı durumu gözleyince, -Burhaniye’nin, matbaaya en yakın olduğu noktasında bulunmanın verdiği fikirle- Karınca Deresi köprüsünü aşar, pazara gitmek ne kelime, siteye son servisi ucu ucuna yakaladığı 17:30’a dek matbaanın hareketli macerasının bir parçası olur.
Çevre kasabalar arasında, yetkin makine parkıyla Ayvalık’a bile iş yaptıklarını anlatan çalışkan emekli öğretmen, büyük şehirde yeterince yorulmaksızın, okulu biter bitmez babasına yardıma koşmuş gayretli oğlu, çayın koyuluğu konusunda bir türlü mutabakata varılamamış sempatik sekreter gün boyu kapıdan, her, “ne oldu bizim iş?” diyerek dalanın derdine çare bulmaya koşuşur dururlar. Emekli öğretmen matbaacının, çalışanların saygı ve sevgiyle kolladıkları emekli subay babası, sessizce bulmaca çözdüğü köşeden, nadiren söze katılıp zamanın akışına dair bir ölçü, kıyas yaratmasa, bir bilgisayarları başında, bir matbaada, bir yukarıda personelin yarışırcasına koşuşması, acemi işi bir aksiyon filminin zorlama kurgusu gibi kalacak.
“Abla”nın gerçek aksiyon kurgusuna tanıklık etmesi için ise, birkaç gün geçmesi gerekecektir.
Kız kardeşleri “abla”nın, “TV izlememe” kararıyla paralı kanal aboneliğini sonlandırmasını desteklemezler; geldiklerinde, “hiç değilse haber alalım, çanak, uydu marifetiyle olsun TV’siz olmaz” diyerek, yazlık ahalisinin çoğunun seçtiği çözümde diretirler.
Küçük kız kardeşinin, altı yıl önce yazlığa yerleşirken kendisine, doğum günü bahanesiyle hediye ettiği paralı kanalın teknik desteğini sağlayan Burhaniye’li kardeşler, bu defa parasız yayın için “abla”nın çatısında… Ne var ki eski TV, yeni kutuya uyum sağlamakta zorlanır nostalji modu siyah beyaza geçer; “abla”nın “nasılsa eski, yumruklasak olur mu acaba?” fikri karşılık bulmaz, sorunun başka kutu ile çözüleceği söylenir, Burhaniye’ye bir indiğinde dükkâna uğraması önerilir.
Demeye kalmadan aynı gün içinde, kitabın düzeltilerinin yapıldığı uzun sıcak günler boyu çalışma temposundan yorgun, cızırdayıp duran laptop da susmaz mı?
Ertesi sabah çapraz geçirdiği kayışıyla laptop çantası boynunda “abla”, ev işlerine giden, birbiriyle tanış, cıvıldaşan kadınlarla dolu 8:00 servisine biner, Burhaniye’de 41 dereceyi gösteren ısı ölçer dibinde meydanda iner. Sergiye koyacağı el yapımı ürünler için bir rulo etiket, telefon kablosu içeri alınırken duvara açılan delikleri tıkamaya 25 kuruşluk alçı, yandaki evin bahçesinde öldürülen yılanın “dibinden çıktığı…” rivayet edilen, verandası önündeki yabani çitlembiğin adını temize çıkarmak için, etrafında -yeniden, sınırlı- kedi trafiği yaratma niyetiyle kedi maması alır. Ha bire üreyen kefir mayasını eşe dosta dağıtırken gereken numune kavanozu alışverişi ardından, bir buçuk ay önce 16 minik kavanoz maya bıraktığı aktara uğrayan “abla” adamın tadilâta gireceğini öğrenir, bir iki kavanoz dışında ne bıraktıysa alır, “yeni kutu”yu almak üzere uyducuya yönelir. Sinema kanallarının yerini belleyen “abla”, bir iki kavanoz mayayı “hanıma götürürsün” deyip bırakır, kefirin meziyetlerini aktardığı kısa konuşması ardından çıkar, yolu üzerinde bir diğer aktara uğrar, birkaç kavanoz da orada bırakıp bilgisayarcıya yönelir.
Hoparlörlerin ömrünü tamamladığı haberi üzerine, üst katından gelen kafesler dolusu kanarya cıvıldaşmasını “üretiyorum, benim de hobim bu” diye açıklayan bilgisayarcıdan seyyar iki hoparlör, bir de bazen, gazinodan gelen müzik yayınını bastırma gereğiyle kulaklık alan “abla”, -artık neredeyse bir tür sapık görüntüsü arz ederek- bir kavanoz maya da, soruları olursa diye telefonunu yazdığı bir not iliştirerek “hanıma” bırakır. Bir sonraki hedefi bir hafta önce düzeltmeleri yolladığı senbilirsinabla kitabının akıbetini sormak üzere, matbaa…
“Abla”nın gerçek aksiyon kurgusuna tanıklık etmesi, matbaanın eşiğinden adımını atmasıyla başlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder