10 Temmuz 2011 Pazar

“Abla”nın gerçek aksiyona tanıklığı, matbaanın eşiğinden adımını atmasıyla başlar

Matbaa “abla”nın bir önceki gelişindeki tempoda; selamlaşırlar. Ören festivali ile ilgili işlerin yığılması nedeniyle senbilirsinabla kitabı az geri kalmıştır, emekli öğretmen matbaacı “abla”nın ilk ödemesini kastederek “nasılsa parayı da aldım,” diye şakalaşır; “derneğin biletlerini bastık bırakmaya gideceğim, biraz beklerseniz sizi de evinize götürürüm.”

O ara dede ile torun gelirler, anlık gelişmelerle yatak değiştiren akışa göre iş bölümü kapı önünde ayaküstü yenilenir. “Abla”nın babasının pek severek tekrarladığı, insan, ömrünün başında dört ayaklıdır, ortasında iki, sonunda ise üç ayaklı döneminde dede minik adımlarla ulaştığı masanın köşesine yerleşmeden, babasının belediyeye yolladığı oğul matbaacı döner, dükkândaki iş trafiği bilgisini alır. Emekli öğretmenin “hadi…” startıyla kalkınan “abla”, “baba, seni de kahveye bırakırım” dediği dede arabaya yerleşir yola koyulurlar.

İlk durak, emekli öğretmen matbaacının çıkmadan az önce telefon konuşmasıyla çizdiği rotaya göre, 1985’te denize atlayıp geçirdiği kazadan sonra göğüs hizasından aşağısı felç olan, -“abla”nın matbaaya ilk uğrayışında gördüğü, bastıkları ilk kitap- Piskedi’nin yazarı küçük erkek kardeşin, anne babasıyla yaşadığı evi.

Burhaniye Ayvalık arasındaki yol / kıyı boyunca dizili yazlık sitelerin en yerleşiklerinden birinde, bir birinci kat girişinde arabadan iner, iki basamakla verandadan girilen salona ulaşırlar. Kapının, hayatın önüne konmuş yatakta, yanı başında bilgisayarı uzanmış, Piskedi’nin –burçdaşı- yazarı “abla”ya hiç de yenilmiş görünmez.

Robert Temple’ın bayıldığı kitabı Sirius Gizemi’nde gördüğünde çok anlamlı bulduğu, spazm halindeki bağırsaklarla resmedilmiş sıkıntılı yüzüyle Merkür gezegeninin yönettiği burcu İkizler’in ferdi “abla” bu zahmetten düzenli kefir yapıp içerek kurtulmuş olmanın verdiği geniş memnuniyetle, kendileri de kefir kullanan ev halkına bir kavanoz maya bırakır. Matbaacı emekli öğretmenin demesine göre küçük erkek kardeşi, kendi kitabının basımı sırasında ortaya çıkan pürüzleri çözerken iyice deneyim sahibi olmuştur; tanışmadan önceki günlerde yaptıkları uzun telefon konuşmasında –bu uzunluğu İkizler İkizler’le konuşuyor diyerek açıklayan “abla”nın- acemisi olduğu ISBN ve bandrol ile ilgili konularda yardımcı olmayı önerir.

Kendine özgü neşesiyle dede, oğlunu her ne şekilde olursa olsun geri almaktan memnun bilge tebessümüyle anne, aksiyon filmi yaşamın baş aktörü cep telefonuyla iş kotarmakta emekli öğretmen matbaacı ağabey, yardımcı genç kadın; herkes ayakta, yatağın başucuna konan sandalyede, “abla”, oturmakta. İncitir miyim kaygısıyla nasıl davranacağını bilemediğinden, belki bu yüzden bilmeden hüzne neden olan “abla”, kestiremediği kısalıktaki tanışma ziyareti ardından vedalaşır, arkaya yerleşir, görünüşe göre inmesine hiç de gerek olmayan dede önde, yolcusunu alan araba yola koyulur.

Çay bahçesi kıyısına park ederler, emekli öğretmen iner babasının koluna girer dedeyi yerine yerleştirir; yeniden hareket eder, balıkçının önünden geçerken çupra ısmarlar, Ayvalık yoluna çıkarken rastladıkları adama “bir saat sonra matbaaya döneceğini, o zaman gelmesini, işini halledeceklerini” söyler, yağmur sıkıntılı göğün cama yapıştırdığı üç beş damla eşliğinde yeniden yola düşer.

“Abla”nın “aksiyon filmi gibi” demesi boşuna değil: İkinci durak, emekli öğretmenin “hanıma buradan ev alan salak dedim, sonra gelip buradan…” diye anlattığı misler gibi kır kokan, huzurlu sonsuza yakın geniş panorama sunan evi; kapıdan güzeller güzeli köpek tarafından sıkıca koklanıp onaylanarak geçerler. Kendilerini sevgiyle karşılayan, emekli öğretmenin eşi güler yüzlü hanım, “abla”nın sevgili dünürünün memleketlisi çıkmaz mı? Masaya yaydığı fındıktan ikram ettiği “abla”dan bir kavanozla birlikte kefirin meziyetleri konuşması dinleyerek bir tür “kefir kardeşliği”ne dönüşen grubun parçası olur.

Bahçedeki hem güzel, hem akıllıca çiçekçilek düzeneğini “abla”ya gösteren öğretmen o arada, yumuşak, rahat diye matbaada giyip aksiyon filmi temposunda dışarı çıkarken değiştirmeyi yine unuttuğu ayakkabılarını fark ederek hayıflanır.

“Abla”nın demesiyle “sıradaki sahne için” yeniden arabaya binen ikili siteden ayrılır, yola koyulur. Öğretmen uzakta yazlıklarla beneklenmiş deniz kıyısını göstererek, “o zaman böyle değildi, hiç ev yoktu… buradan denize giriyorduk, bütün gün bir tane balık tutmuşuz onu denize attı… koştum ardından, yakalasam ne yapacağım… hepimiz çocuğuz daha…” Bir tür itirafa, günah çıkarmaya benzeyen konuşma “abla”nın evinin bulunduğu siteye sapan yol ayrımına gelmeleriyle kesintiye uğrar.

Site kapı kontrolde bir ahbabıyla daha karşılaşan öğretmen, yaptığı telefon konuşması sonucu gelen, dernekten hanıma biletleri verir, “abla”yı evine bırakır, hiçbir sahnesi 10 dakikayı geçmeyen aksiyon kurgusu gereği bir şişe maden suyu içme süresi sonunda, geride bıraktığı yarım binlerce cümleye birkaç tane daha ekleyerek ayrılır, Burhaniye’ye döner.

Ertesi sabah, öğlene doğru “abla” bardağın dolu yanına bakma eğiliminin bu kadarını tuhaf bularak öğretmenin yüzüne de söylediği, ailenin tüm fertlerine yayılmış genetik iyimserlik üzerine düşünürken birden fark eder; bir ihtimal trajedinin başlangıcından bu yana geçen zamanın da yardımıyla dengelenmiş görünen sükûnetin aykırı aktörleri –az da olsa- dede ile en çok matbaacı emekli öğretmenin, bir yanıyla hüzünden kaçar, diğer yanıyla küçük kardeşi hiçbir şeyden yoksun kalmasın diye kovalar görünen zamanla yarışır koşuşturması, yattığı yerden yaşamın tam ortasında kalabilme başarısını göstermiş küçük erkek kardeş adına, onun yerine!

Hiç yorum yok: