Kasım’ın 25’ini 26’sına bağlayan gece, karanlık. Geride kalan arabalı vapur iskelesine yayılmış üç beş parça ışık küçülür, karşı kıyıdakiler henüz pek zayıfken, huzursuz, rahatsız uykusu arasında, otobüsün karanlığına doğru pes perdeden “Deniz, Filiz!” denilerek tekrarlanan isimler bilincinde yankılanan “abla” ayılır, kız kardeşini dürter, “uyan” der sessizce, “bu biziz!” Horultulu, homurtulu karanlık içinde, kendilerini el-kulak yordamıyla arayan muavinle buluşup aşağı inerler: Bir gün önce İzmir’e gelip, zatüre teşhisiyle kaldırıldığı hastanede ziyaret ettikleri, kötü haber tez ulaşır atasözü uyarınca, İstanbul’a dönüş yolculuğunda, babalarının vefatını öğrenen kız kardeşler, arabalı vapurdan hiç inmeden, geldikleri yöne, İzmir’e giden bir başka otobüse aktarılırlar.
Kalabalık aile fertlerinin, “gençliğinde de bir kez zatüre geçirdiği”ni konuştuğu odada üç kız kardeşin, ara sıra daldığı uykusu aralandıkça, torunundan, işlerinden, hayatlarından, “abla”nın yeni kedisi Lucky’den söz ettikleri babalarıyla vedalaştıkları, bilincinde olsalar daha farklı olacağı kesin, hastane ziyareti çok uzun sürmez. Kardeşler ertesi sabah işbaşı yapmak üzere, yarısından geri dönecekleri yollara dökülürler.
Biri Ankara, ikisi İstanbul yolundan dönen kardeşler, “abla”nın, “sanki bir cinayet de, ipuçlarını yok etme niyetiyle…” diye düşünüp, niye bu kadar acele edildiğini anlamadığı, “bir an önce toprağa verelim” telaşı ile, öğleyin defnedilen cenazeye yetişemez ve mezarlık ziyaretiyle yetinirler.
O harala gürele arasında “abla”, -nasıl olduysa kulağına değen- bir gün önce AIDS’ten ölerek tüm Dünyanın dikkatini bu hastalığa çeken Freddy Mercury ile ilgili bir program üzerine, “babam tanır mıydı acaba, tanıyıp beğenseydi orada karşılaştıklarında sevinir miydi?” dediği kardeşlerinden -ciddiyetsizliği yüzünden- sıkı azar işitir.
1946’da, Farsî bir ailenin oğlu olarak Zanzibar’da doğan, teyze, büyükanne yanında büyürken Hindistan ve İngiltere’de, aralarında müziğin, -grafiker olduğundan “abla”nın pek yakınlık duyduğu- grafiğin de bulunduğu güzel sanatlar eğitimi alan Freddy Mercury, konuşurken bariton, şarkı söylerken rahatça tenora ulaşan 4 oktavlık çok özel bir sese sahipmiş!
Ölümüyle AIDS hakkında güçlü bilinç değişimini sağlayan sanatçı ile, oradaki kaymakamlığı sırasında, çok zaman ayırarak, titiz, ayrıntılı, özenli çalışma ile yazdığı Soma kitabı dışında, kendilerine yeten üç kız ve bir torun ile geleceğe uzanan, gününün değer yargılarına uygun, örnek, erdemli yaşamı sessizce sona eren “abla”nın sevgili babası arasında, 1991 yılının, 24 ve 25 Kasım’ında ölmüş olmaları dışında ortak yan yok.
“Abla”nın, ölümler arasında tuhaf -hatta eğlenceli- paralellikler kuran, dışarıdan bakanı kızdırıp “ölümü hafife alıyormuş gibi” görünmesine neden olan bu tavrının tek açıklaması, başlarda, herkesinki gibi kendi yüreğinde de derin yeri olan ölüm korkusuyla başa çıkabilmek iken, sonraları bilgi biriktirdikçe, hakkındaki fikrini değiştirip, boyutlar arası bir geçişten ibaret olduğuna aklı yattıktan sonra ölümü, gerçekte, eskisi kadar korkunç bulmaması!
Bu bilinçle, -bu kez ölmeksizin bir sonraki yaşamına geçmeyi başaramazsa- kendi ölümünü, açılmaya, derinine dalmaya hep ürktüğü yaşamdan ayrılırken, derinleştikçe ilginç olan su derinliğinin mağaralarını, dip akıntılarını, ışığın yeni renklerini, yolda rastlaştığı yaratıkları, bu arada hayatta kalma içgüdüsüyle bedeninin –belki de- acı veren tepkilerini merakla gözlerken, uzun zaman önce “öğrenmek üzere” ayrıldığı, özlemini yüreğinin bir köşesinde hüzünle taşıdığı yuvaya, yeniden, parçalarını içinde taşıdığı Tanrı’yla “bir” olmanın sonsuz huzuruna dönmenin vereceği sevinçle izleyeceği kesin!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
Kendi ölümünü "abla", açılmaya, derinine dalmaya hep ürktüğü yaşamdan ayrılırken, derinleştikçe ilginç olan su derinliğinin mağaralarını, dip akıntılarını, ışığın yeni renklerini, yolda rastlaştığı yaratıkları, bu arada hayatta kalma içgüdüsüyle bedeninin –belki de- acı veren tepkilerini merakla gözlerken; uzun zaman önce “öğrenmek üzere” ayrıldığı, özlemini yüreğinin bir köşesinde hüzünle taşıdığı yuvaya, yeniden, parçalarını içinde taşıdığı Tanrı’yla “bir” olmanın sonsuz huzuruna dönmenin vereceği sevinçle izleyeceği kesin.
Yorum Gönder