Yaz boyunca, üçü telefonla ulaşmış dört ölüm haberinden sonuncusunu, küçük kız kardeşi, gazete ilanıyla öğrenir ve "abla"sını bir maille haberdar eder. İlk üçü Allah sıralı ölüm versin! türünden, hele "abla"nın, Türkiye’nin ilk öğretmenlerden olup, at üzerinde tayin olduğu köye giderken yolunu kesenlere öğretmen olduğunu söylediğinde, “muallime hanım”a köye dek eşlik ettikleri, kocasının erken ölümü üzerine, şaraphaneyi çekip çevirirken dört çocuğunu da “of!” demeden büyüten devlet gibi kadın, halasının 95 yaşında ölümü, ölümden çok neredeyse sürpriz!
Annesinin bir kuzeni ile, "abla"nın, çok sevdiği eski arkadaşının babasının vefatı, ülkenin ortalama erkek yaşam süresini tamamlamış ölümler.
Sonuncu ise, genç değil, yaşlı da değil, arada; 50'li yaşlarda bir ölüm.
Nedeni, "abla"nın ortanca kız kardeşinin bu ve benzer bir sözcük duyduğunda, sağına soluna bakınarak hızlıca bir parça tahta araştırıp, kıvırdığı işaret parmağıyla takırdadığı, kanser! Ailenin bir kaç ferdinin tıp camiası içinden olmaları dolayısıyla, bilinen en yeni yöntemlerin, ilâçların kullanıldığı sağaltma (?) süreci, çok uzun sürmez. Bu, Allah hayırlı ölüm versin! kategorisinde bir ölüm.
Yıllar önce, ilk kez, annesini kanserden kaybetmiş bir başka sevgili arkadaşının anneannesinden duyup şaşırdığı ölümün hayırlısı mı olur? diyerek durup durup takıldığı bu yaklaşım, o yaşında “abla” için epey fazla yenidir. Zaman içinde bu yaklaşımla yakınlaşan “abla”, belki ilk kez bu son ölüme net şekilde “hayırlı ölüm” teşhisi kor: Her biri, bir üçüncü dünya ülkesi yıllık bütçesine denk tedavi seans giderleri yükselişteyken, hastalık seyir çizgisi iniştedir. Aile sessizce, derin bir tevekkülle geliş(me)meleri izlerken, -yeni evli- adamın eşi, durumun gerektirdiği olgunluğa ulaşacak zaman bulamadığından, ya da eşine alışıp, eksikliğinin anlamını kavrayacak kadar evli kalmadıklarından, belki sadece ölüme tanıklık edecek gücü bulamadığından, bir başka kanserli ura dönüşen aile içi ilişkiyi yadsır ve yavaşça ortadan kaybolur. Ölmekte olan adamın kardeşi, emekli olup yaşamını sakin bir kıyı kasabasına taşımayı düşünürken, yaşamı duraksar, sabırla bir iyi haber, bir gelişme bekler. En kötüsü ise, hasta, yaşamla bağını koparmış gibidir… Bir yığın çözümsüz durumun/düğümün, ne genç ne yaşlı adamın ölümüyle çözümlenmesi, diye düşünür “abla”, hayırlı ölüm değil de nedir?
Benzer durumda “abla”, kendisi için, kız kardeşlerinin tüylerini diken diken ederek, açık-net süreç ve sonuç bilgisi, başarabilirse, tedavi (!) değil, yaşam kalitesini olabildiğince sabit tutma talep eder: Ego’su Sebastian’ın bekâra karı boşamak kolay! vızıltısına kulak vermeksizin… Çok malı mülkü olduğundan değil, olmadığından, çocuklar der, bir yığın veraset intikâl vergisi ödemesinler, bir de yığınla kâğıt, kürek işlerle uğraşmasınlar, onca iş güçleri arasında… Niyeti, annesinin dolabını boşaltırlarken buldukları, cepleri teyelli hiç giyilmemiş cekete, üç kız kardeş ne ağladıklarını hatırlayıp, kendi giysilerini/eşyalarını dağıtmak, bir başka ülkeye hiç dönmemecesine gider gibi dolaplarını boşaltmak, üzüntüye neden olabilecek tüm izleri yok etmek… Ardından, 40’lı yaşlarında soruşturup öğrendiğine göre bağışladığı organlarının miadı dolmuş olabileceğinden, kadavra olmak üzere nereye teslim edileceğini araştırıp gereğini yapmak…
Başlarda, tamamıyla pratik kaygılarla “öz son kullanma kılavuzu” düzenleyip, yine 40’lı yaşlarından başlayarak ölümü araştırırken, her zaman şüphelendiği reenkarnasyon bilgisiyle karşılaşır: Ruhun sonsuzluğu, “bir kullanımlık olamayacak kadar değerli” olduğu fikri, “abla”nın, uzun zamandır aradığı, hiç beklemediği bir anda nerede olduğunu hatırladığı bir şeyin verdiği huzur, mutluluk duygusu eşliğinde gelir. Kutsal kitaplarda, okült bilgide tekrarlanan öte âleme geçişin, korkulacak bir şey olmadığı düşüncesi içine sinerken “abla” bir de bakar ki, asıl korkusu ölmek değil, 1999 depreminde iyice farkına vardığı gibi ölememek! Bir yandan da, ölüm hakkında hiç düşünmeksizin, doğar doğmaz ölmeye başlayarak, binlerce kez ölmüş olmaktan da büyük yorgunluk duyar. Umudu; Yeni Çağ’cılardan duyduğu, Maya’ların 5. Güneş, Zamanların Sonu diye adlandırdıkları, içinde bulunulan zamanı, artık nasıl olacaksa Dünya ile birlikte boyut değiştirerek, bu kez ölmeksizin, bir sonraki yaşama geçmek!
Onpunto’dan bir blogdaşının, Mardin Kapısı’ndan aaaatlayamaaadım, liralarım döküldüüüğü, tooooplayamaaaadım... diyerek dalga geçtiği bu düşünce, araştırıp okudukça, üzerinde sakince düşünüp derinleştikçe, “abla”nın aklına yatmakta!..
1 Kasım 2008 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder