2005’te İstanbul’dan göçüp, yaz kış oturmak üzere yazlığında tadilât yaptırdığı sıra “abla”, büyümekte olan incir ağacıyla ilgili bir karar vermek zorunda kalır. Besbelli, geniş alana yayılan kökleriyle “ocağına incir dikilmesi” durumuna yol açmasın diye, ebeveyninin, sağlığında evden uzağa bahçenin girişine yerleştirdiği ağaçcığın, dibinden geçen alçak duvarın iç kısmında mı, evleri ayıran patika tarafında, dışarıda mı kalacağını bilmek isteyen ustayı, o aralar aklı mülkiyet konusuyla meşgul “abla”, “duvarın dışında kalsın” diyerek yanıtlar.
Geçmiş yaşamlarından getirdiğinden emin olduğu gün ışığı, su, toprak herkese aittir bilinciyle, son reenkarnasyonunda edindiği mülkiyet hırsızlıktır fikri uyarınca incir, duvar dışında kalmalı, gelip geçen canı çektiğince koparabilmelidir.
Kışın sonlarına doğru duvar örülür, bahar gelir geçer; “abla” incirin ilk meyveleriyle birlikte ilk sınavını verir ya da veremez. Penceresinden bahçe girişiyle incirin rahatça gözlenebildiği, atölye dediği köşeciğinde çalışırken üst mahalleden ya da kiracı olmalı, tanımadığı iki hanım ağacın dibinde duraklar. Açık pencereden “abla”nın kulağına ulaştığı kadarıyla hanımlardan biri incir hasadı peşindeyken diğeri bunun uygun olmadığı fikrindedir.
Diz hizasındaki alçak bahçe duvarını bir zikzakla dışarıda bırakma nedenini çoktaaan unutmuşa benzeyen “abla”, benliğine nereden sızdığını kestiremediği yakıcı “…benim!” hırsıyla tüyleri diken diken kulaklarını diker incir gölgesindeki konuşmanın nereye varacağını bekler.
Kendisini görebildikleri şüpheli “abla”nın incir dibindekilere “buyurun lütfen, koparabilirsiniz” diyerek seslenme hevesi, dileği nerede, daha ilk sınavda çakıldığı bilinçsizlik çukurunun dibi nerede?
Durum göründüğü kadar umutsuz değildir; izleyen yıllarda “abla”, her Ağustos ayında çok lezzetli meyvesiyle yüklenip sınavı tekrarlayan ağaca karşı, ağaçla birlikte, giderek daha eli açık olur. Hiçbir şey beklemeksizin zamanı geldiğinde, hava, su, topraktan payına düşeni toparlayan ağacın yuvarladığı, ballanarak büyüyen her bir incir, “abla”nın ilk sınavında yüzleştiği “…benim!” ateşine fısırtıyla düşen bir damla olur.
İncir haftaları boyunca “abla”, sabahları erkenden topladığı, kabuğu çıtırtıyla soyulan tazecik incir dolu naylon poşetleri, geceleri geç yatma alışkanlığındaki komşularını uyandırmamaya özenerek, kedi gibi sessizce süzüldüğü verandalarına, masalarına bırakma alışkanlığı edinir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder