31 Aralık 2008 Çarşamba

Her yeni başlangıç için, bir bitiş ve onu hazmetmiş biri olması gerektiğini bilen "abla", yeni yıl eşiğinde, bu formüldeki yerini irdeler.

Her yeni başlangıç için, az öncesinde bir bitiş ve onu tevekkülle karşılayıp hazmetmiş biri olması gerektiğini bilen "abla", yeni yıl eşiğinde, bu formüldeki yerini irdeler.

Bir yıl öncesine göre, yüreğinde epey yer kaplayan öfke ufalmış, bıraktığı boşluğa, karışım oranını kestiremediği miktarlarda sevgi, hoşgörü, sevinç ve neşe dolmuş. Bağımsızlığına tutkun doğası gereği, gerçek bir "Issız Kadın" olup biriyle sevginin, olasılığını dahi ışık hızıyla tepebilen, kendisini "Kel Rapunzel" şeklinde tanımlayan "abla"nın yüreği, "çok şükür!", önceki yeni yıl eşiklerinde olduğu kadar acı dolu değil. Pişmanlıklar, "keşke!"ler, "şimdiki aklım olsaydı..."lar, kirli izleri belli belirsiz seçilse de, silinmiş. Yaşamı kontrol edebileceğini sanarak "aman tedbirimi alayım da bir yerlerde çuvallamayayım" diyerek, olası felaket listeleri yapmalar geride kalmış. Ego'su Sebastian'ın oyuncağı ateş topu "abla" gitmiş, Basiret Hanım rehberliğinde sakin "abla"; gönülden inanarak, "her iş olacağına varır", "herşeyde bir hayır var", "kısmet" demelere başlamış.

Koordinatlarını beğenen "abla" pek beğendiği düstur edindiği Rudyard Kipling şiiri IF/EĞER'i yeni yılda da arada bir içinden okumaya devam edecek:
EĞER

Bütün etrafındakiler panik içine düştüğü

Ve bunun sebebini senden bildikleri zaman,

Eğer başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen,

Eğer sana kimse güvenmezken, sen kendine güvenir

Ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen,

Eğer beklemesinin bilir ve beklemekten de yorulmazsan,

Veya hakkında yalan söylenirse sen yalanla iş görmezsen,

Ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan,

Bütün bunlarla beraber ne çok iyi, ne de çok akıllı görünmezsen,

Eğer hayal edebilir de hayallerinin esiri olmazsan,

Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen,

Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır

Ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen,

Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından,

Ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen;

Ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür

Ve eğrilmiş yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;

Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir

Ve bir yazı tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen,

Ve kaybedip yeniden başlayabilir

Ve kaybın hakkında bir kelimecik olsun bir şey söylemezsen ;

Eğer kalp, sinir ve kaslarını eskidikten çok sonra bile işine yaramaya zorlayabilirsen,

Ve kendinde "dayan " diyen bir iradeden başka bir güç kalmadığı zaman

Dayanabilirsen

Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,

Ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen,

Eğer ne düşmanların, ne de sevgili dostların seni incitemezse,

Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen,

Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı,

Altmış saniyede koşarak doldurabilirsen,

Yeryüzü ve üstündekiler senindir.

Ve dahası, sen bir İNSAN olursun oğlum


Rudyard Kipling

29 Aralık 2008 Pazartesi

"Abla", siteni nasıl ünlü yaptın?" diye soran mesajla, hafiften şüphelenmeye başlar.

İstanbul'a ayak bastığının ertesi günü, kendisi gibi film izlemek için emekli olmuşa benzeyen bir arkadaşından 11. Sinema-Tarih Buluşması'nın haberini alan "abla", 30 filmin gösterildiği 3 salonda, festival teması Mülteciler yüzünden olsa gerek, pek hüzünlü 12 film izler. İzlediği filmlerle ilgili izlenimlerini, orada burada "günü gününe yayımlayayım" derdiyle, bloglar arası koştururken, girdiği azbuz'da bir tuhaflık sezer: Son zamanlarda, haftada ortalama 20-30 kişinin girdiği blogunda bir çeşit trafik sıkışıklığı hüküm sürmekte!

Aklı sinema yazılarında "abla", fırlayan reytinge bir anlam veremezken, haftanın sitesi rozetini de üzerine alınmaz ve azbuz'un tümüyle ilgili olabileceği türünden bir açıklama yapar kendi kendine...

Derken, bir kardeşinden gelen, "abla, siteni nasıl ünlü yaptın?" diye soran mesajla, hafiften şüphelenmeye başlar.

Haftanın yarısından sonra "haftanın sitesi" seçilmişsiniz, tebrikler" diyen mesajla -nihayet- uyanan "abla", bir tane daha "nasıl ünlü yaptın siteni, bana da yazar mısın?" sorusu üzerine, araştırmaya girişir.

Önce, pat! diye kendi sitesine girdiğinden başsayfadan habersiz "abla", sanal bir yolculukla, araya sora başsayfayı bulur. Orada kendisinden sözeden kutucuğun içini evet, itiraf etmeli ki, göğsü kabararak okur, sağını solunu incelerken haftanın sitesi seçilme kriterleri başlığını yakalar, onu da bir güzel okur.

Gelen mesajlara teşekkür yanıtları yollarken, sitesini nasıl ünlü ettiğiyle ilgili öğrendiklerini, bunu merak eden kardeşlerine birkaç satırla aktarır. Bir hafta öncesinde, sadece 28 kişinin uğradığı sitenin, rozetli haline, 686 kişi uğramış; "gel de reklamın gücüne inanma!" diyen "abla"ya bu macera, yaşları 19 ile 48 arasında birkaç arkadaş, bir köy, kendisine "slm, mrb..." diye mesaj yollayan 13 yaşında bir genç kızın ilgisini kazandırır.

19 Aralık 2008 Cuma

"Abla"nın aklındaki ilk düşünce "artık zayıf bir yanım var!"

18 Aralık 1981, günlerden Cuma, saat 23:30; sarışın, yakışıklı aktörün başını çektiği basketbol dizisi Beyaz Gölge yeni bitmiş. Yatağına uzanırken, irileşen karnını, sağa sola devrilip canını yakmasın diye yastıkla destekleyen "abla" uykuya varmada zorlanır. Belki bir 15 dakika sonra bir ıslaklıkla uyanır, panik içinde, doğum için kendisini annesinin mesai arkadaşı hazine avukatı bey ile eşi noter hanımın arabasıyla hep beraber şarkılar türküler eşliğinde Bolu'ya getiren anne-babasına seslenerek alarma geçirir. Yüreği ağzında küt! küt! atarken, annesinin dualar mırıldanarak kafasına tas tas döktüğü ılık sularla yaptığı banyo ardından babasının çağırdığı arabayla caddenin başında ışıkları görünen SSK Hastanesi'ne kırılacak eşya özeniyle götürülen "abla" dizleri titreyerek içeri girer.

Teknik olarak doğum başlamışsa da gerekli, nitelikli sancı yok! Serum bağlanan "abla" uygun sancı aralığını beklerken, kaymış tülbenti altında kumral saçları şakaklarına yapışmış çok genç incecik bir kız, beyaz fayans tezgahın kenarına dayanır, kedi yavrusu sesiyle inleyip sancılanır, "abla"nın aralığı henüz çok geniş iki sancısı arasında, "büyüğe hiç saygı yok, ben daha önce gelmiştim" diye dalga geçebildiği aralıkta, doğurduğu oğulcuğunu alır, gider. Gece "abla"nın iki ebeyle yaptığı, sıklaşmakta nazlanan sancıların bağırtısıyla böldüğü sohbetle sürer. Kadın erkek ilişkileri üzerine kırsal hüzün ve boyun eğmişlik taşıyan konuşmalardan biri bir feryatla kesildiğinde kadınlardan biri sorar: "Böyle canın yanacağını bileydin kocanla yatar mıydın?" Cinsel hazza yönelik olduğunu düşündüğü, -belli belirsiz- intikam sevinci kokusunu alan "abla" yanıtlar: "Niye yatmamayım, ama daha sıkı doğum kontrolu yapardım".

Yaşamını 57 yaşında sona erdirecek sigaralardan, paketteki son dört tanesini, dışarıdan "abla"nın çığlıklarını dinleyerek içen annesi ve kimbilir nerede sakin görünmeye çalışarak dolanan babası için bu, ilk torun sahibi olma deneyimi!

Bir iğne ile sancı kalitesini artırma çabaları da pek işe yaramaz; süt verme komutunu beyne taşıyan hormonun sağlıklı salgılanabilmesi için normal doğum yapma konusunda ısrarlı "abla", bu kararını sorgulamaya başlamışken, doktorun işin uzamasının risklerini ortaya koyması üzerine kaburgaların altındaki rahat köşeciğini terketmeye niyetli görünmeyen bebeğe karşı bir seri eylem planı uygulamaya konur. "Abla"ya ıkın! emri veren iki ebe, sağlı sollu dirseklerinden kıvırdıkları kollarıyla karnındaki tümseği bastırarak aşağı kaydırmaya çalışırlar. Bir yandan ıkınan "abla", diğer yandan da doğumdan sonra günlerce üzerinden kamyon geçmişcesine sızlayan kaburgaları elverdiğince, derin soluklar almaya çalışır.

Böylece, Beyaz Gölge bittikten yaklaşık sekiz saat sonra, bedeninden ayırdıkları ıslak, kaygan, henüz soluk almayan başaşağı bebeği görüp "aaaa! kız!" diyen "abla", sesindeki mutluluğu farketmeyen ebeler tarafından "o da evlat, bak her şeyi sağlam, yerli yerinde" denilerek teselli edilir.

Temizlenen, bir soluk armağan edilen bebekle oturtulduğu tekerlekli sandalyede odasına götürülüp, yatağına yerleştirilen "abla"nın aklındaki ilk düşünce "artık zayıf bir yanım var!"

Anneanne ve büyükbabadan sonra bebeği ilk görenler, ODTÜ'de Ekonomi okuyup hafta sonu için Bolu'ya gelen küçük kız kardeş ile, geride doktor annesini, ablasını bırakıp Humeyni rejiminden kaçan İranlı, kara kaşlı kara gözlü kara saçlı güzel kız, yurt arkadaşı... Omuz başları tüylü, yüzü çizgi kahraman Mr. Magoo'yu andıran bebek, İstanbul'dan gelen babasıyla akşama doğru tanışır.

Ve "abla", bayıldığı ama bir sonrası olduğundan emin olamadığı için doğuma dayandırdığı yaşam planlarını, bu kez sağ ve sağlıklı bir kız çocuğu annesi olduğu bilinciyle yavaş yavaş yeniden yapmaya başlar.

2 Aralık 2008 Salı

11 çeviri ve telif eser içindeki tek kadın yazar, ailede sabrı, titizliği, kılı dört yüz yarmasıyla tanınan, ortanca kız kardeş!

Kedilerine kraker ve bir kap da süt koyan "abla" sırt çantasını yüklenip çıktığında, 8:00 servisine fazla zaman yoktur. Sert poyrazdan korunmak için iki durak geriye yürür, deli incirin altındaki, güneş sarısı koca kuru yaprakların dibine yığıldığı banka yerleşecekken gelen servise, usta, bahçıvan ve ev işlerine gelen hanımlar karmasına "günaydın" diyerek biner. Karaağaç pazarı için saat erken; bilge şoför Halil Ağabey'i, arkasındaki sıradan "kız kardeşim yazdığı bir ders kitabıyla ödül aldı, törene gidiyorum, Ankara'ya…" diyerek aydınlatıp Burhaniye Garajı'nda inerken "kim güzel çorba yapar sen bilirsin, nereye gideyim?" diyerek adres alan "abla", bol sirkeli az sarımsaklı paça'sını içer, otobüsün hareket saatine dek, kasabanın sakin sokaklarında dolanır.

10 saat sürecek yol, uzun; "abla" tek kişilik koltuğa yerleşir kulaklığını klâsik müziğe ayarlar, güneş depolamış ışık kurusu yapraklı ağaçlara hayran, molalarda ayazı hatırlayarak karanlıkta, en son ne zaman geldiğini çıkaramadığı Ankara'ya ulaşır.

Kız kardeşi yaşamını Bursa'ya kaydırdığından kombi küsmüş: Kardeşle, parkın ötesinde oturan yakın komşusu arkadaşı, onun acil yardımı ısıtaç ayakları dibinde, "abla"yı karşılarlar. Girişte oturan Rize, Güneyce'li teyzenin, gece 22:00 sularında, demlenmiş çay, karalahana sarma, bal, yağ, "kepeğini eletmediği kara un"dan yaptığı ekmekle tepeleme doldurduğu koca tepsiyle çıkagelip coşturduğu sohbet, kendine özgü güzelim Karadenizli lehçesiyle anlattığı hikâyeleriyle sürer.

Ertesi sabah, İstanbul'dan bir gece önce yola çıkıp kadroyu tamamlayan en küçük kız kardeşe, saat 9:00'da arkadaşların eklenmesiyle oluşan mini kortejin burnuna "yanık kahve etek ceket altına hangisi daha uygun?" karar veremediği yarım düzine çorabı, dayayan ortanca kız kardeş, jüri üyeliği, sempozyum, seminer, sunum… türü etkinliklerde tavan yapan heyecanını ise birkaç gün önceden başladığı, Passiflora içerek yatıştırmayı dener.

TÜBA Ödülleri'nin verileceği, Dışkapı'daki sonbahar güzeli Ziraat Fakültesi Dekanlık bahçesinde, izleyen dakikalar boyunca öncesi ve sonrasıyla töreni fotoğraflayan fedakâr kuzenle buluşulur, yüksek tavanlı, balkonlu salona geçilir. Yaklaşık iki saat süren törende, TÜBA Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat, "abla"nın pek beğenerek not aldığı, Galileo'nun yaşadığı dönemde kilisenin bilim karşıtı tavrını örneklemek üzere söylenmiş "üç doktorun olduğu yerde iki ateist mutlaka vardır", Kraliyet Akademisi girişindeki "kimsenin sözüne güvenme kendin araştır", bir Akademi amblemindeki çelengin ortasında yer alan, burnunu her yere soktuğundan –"abla"ya Robert Temple'ın Sirius Gizemi kitabını hatırlatan- çakalla örneklediği konuşmasını, "Akademiler insanlığın yaşamına yön verirler, örnek kişileri seçmelidirler" diyerek sonlandırır. Prof. Dr. Ayhan O. Çavdar'ın yaptığı, TÜBA'nin kurucularından, 80 yıllık ömrünü 54 kitap, 1500 makale, çok sayıda ödülle donatan bilim, sanat insanı Metin And'ı anan konuşmanın ardından 151 eser arasından seçilen, aralarında Sosyal Bilimler dalında, "abla"nın ortanca kız kardeşinin yazdığı Temel Sembolik Mantık kitabının da bulunduğu -14'ü mansiyon alan- 25 telif ve çeviri kitaba plaketleri verilir. 11 çeviri ve telif eser içindeki tek kadın yazar, ailede sabrı, titizliği, kılı dört yüz yarmasıyla tanınan, -neredeyse felsefe okuyup yazmak için doğmuş- ortanca kız kardeş!


Oğuz Atay'ın, evde sevilerek okunan, "abla"nın bayıldığı romanı Tutunamayanlar'dan sonra, ortanca kız kardeşin akademik bir rota tutturacağının anlaşılması üzerine annelerinin sık sık alıntılar yaptığı, Prof.
Mustafa İnan'ın hayatını konu eden Bir Bilim Adamının Romanı çevresinde yapılan konuşmaları, "bir bilim insanının ne emekle yetiştiğini, nasıl fedakârlık gerektirdiğini…" kendini vakfetmeye hazır, sevgiyle tekrarlayan, bu törende bulunmakla kim bilir ne mutlu olabilecek annelerinin hatırası neyse ki, tören sırasında "abla"yı -ürktüğü gibi- ağlatmaz. Bunda, annelerini temsil etmek üzere Ankara'ya gelip törene çok katılmak istediği halde katılamayan, yola çıkmadan arayıp özür belirterek, ailenin büyüğü saydığı "abla"yı kutlayan teyzenin, orada olmayışının etkisi yadsınamaz.

Oto yarışçısı kuzenin, arabalardan hiç anlamayan "abla"nın bile dikkatini çeken iç tasarımıyla "özel", "Türkiye'deki üç taneden biri" olduğunu söylediği arabası, günün kahramanlarını toparlar; biri, alt/üst geçitlerle alt üst edilmiş Ankara trafiğinde zor bulunan yol üzerinde bırakılan, diğeriyle Kasım sonu güneşinin nazlanmadan ısıtıp ışıttığı bir cafe önünde vedalaşılan arkadaşlardan kalanla, gün akşama erer. Bir kutlama ziyareti ardından kız kardeşler, -kendileri de birer, birer buçuk saat sonra İstanbul ve Bursa yönüne, yola çıkmak üzere- 22:00'de Sarımsaklı yönüne gidecek otobüse "abla"larını bindirir, hafifçe yağmaya başlayan yağmur altında, uğurlarlar.

8:00'de sitede olması gereken 7:30 Burhaniye çıkışlı servise ucu ucuna yetişen "abla", Halil Ağabey'le "günaydın"laşır, törenin kısa raporunu verir, evine doğru yola çıkar.