19 Kasım 2008 Çarşamba

"Hak yok, vazife vardır!"

Çocuk hakları! "Abla"nın aklına ilk gelen, hayranlıkla izlediği bir Abbas Kiarostami filmi: Arkadaşımın Evi Nerede? Küçük bir oğlan okul dönüşü, yanlışlıkla aldığı defterini geri vermek üzere, arkadaşının evini, iç burkan film boyunca, kendisini saydam sayıp, sorularını duymayan büyüklerin etekleri arasında çaresizce dolanarak arar...

"Abla", çocuk haklarının değil, genç Cumhuriyet'in, "hak yok, vazife vardır!" diyen, görevinin, sorumluluklarının bilincinde fertleri toplumunda; çocukların temiz, terbiyeli, sessiz, saygılı, akıllı, düzenli olmaları, büyüklerin sözünü kesmemeleri, ağızda lokma varken konuşmamaları, koşmamalarının... beklendiği bir ortamda büyür. Yapısından da aldığı destekle, entellektüel yanına, akla, bilgiye, elinden geldiğince yatırım yapar, okur, güzel resim yapar, yeteneği desteklenir. "Abla", en büyük çocuk olmaktan da kaynaklanan beklentileri var gücüyle karşılamaya çalışırken, hemen hemen aynı zaman aralığında, Atlantik'in ötesindeki ülkede, -o dönemde yapılmış ve yapılagelen filmlerden izlediği kadarıyla- "honey", "sweetheart" diye çağrılan, görevden habersiz, sınırsız hak sahibi mutlu çocuklar büyümektedir.

Zaman geçer, "abla" anne olur; kendisine uygulanan eğitim kalıbını, başka türlüsünü bilmediğinden kızına uygular. Elbette, birkaç adım daha atar; durumun gereklerine uygun "çeviri kitaplar" alıp okuyarak, ana-babadan gelen tarzın, azıcık dışına taşar. Ortaokulda, çocukları sıra dayağına çeken bir öğretmen yüzünden, "ben bir fiske vurmadan bu yaşa getirdim, bu adam nasıl..." diyerek ortalığı ayağa kaldıran bir anne karşısında "abla", kendince, "çocuğumu hayatı boyunca sarmalayıp korumam mümkün değil, yaşamın sertlikleriyle de karşılaşmalı" düşüncesiyle tepkisiz kalır.

Kız büyür, haklarından çok sorumluluklarının bilincinde bir genç kız olarak liseyi, dört yıl boyunca evden uzakta, sorunsuz -elbette, "abla"nın, kız kardeşlerinin, çok sevgili bir arkadaşının bitip tükenmez Kütahya ziyaretleri desteğiyle- bitirir. Hakları hakkında bir beklenti ortaya koymadan, doğru seçimler yapar; işini ve eşini doğru seçer, yaşam yoluna düşer.

Kızıyla karşılaştırdığında, görev bilincinden çok, hakları, rahatları, mutluluk ve tatminleri uyarınca, "ben bir fiske vurmadan... ekolü"nce yetiştirilen çocukların, günümüz gençlerinin, ortaya hiçbir şey koymaksızın herşeyi edinme arzularını şaşırtıcı bulmayan "abla", bu eğilimin doğal sonucu, 80'li yıllarda, "aşırı sevgi ve hoşgörü" önerdiği bebek-çocuk bakım kitapları kapış kapış satılan Dr. Benjamin Spock'un, 1998'de 94 yaşında ölmeden bir zaman önce, Atlantik'in ötesindeki "sweetheart"ların, kendilerini, Dünyanın sahibi ilân edip oraya buraya "ille de barış götüreceğiz!" diyerek saldırıp neden oldukları yıkımlar üzerine, "pişmanlık belirttiğini" okuduğunu hatırlar.

"Çocuk Hakları" terimiyle kastedilenin, bir sohbet sırasında hukukçu annesinin söylediği gibi ihmâle uğramış, ebeveyni tarafından yok sayılmış, hak sahibi olmak bir yana, hakkından gelinmiş çocuğa, en alt düzeyde, sağlıklı büyüme şartlarının, temiz çevre, beslenme, okul... sağlanması demek olduğunu öğrenen "abla"nın, son zamanlarda buna eklediği bilgi ise, ne yazık ki, yasalarla garanti altına alınamayan, olmazsa olmaz, bağışıklık sistemi üzerindeki yaşamsal etkisi kanıtlanmış sevgidir.

Sonuçta, sağduyusu Basiret Hanım'a kulak veren "abla"nın vardığı nokta; yaşamın her alanında olduğu gibi, aşırı sevgi ve hoşgörünün neden olduğu doyumsuzluk, mutsuzluk, saldırganlık rotasını izlemek yerine, verilenin alınanla dengelendiği, yaşamın sorumluluğunu alan, haklarını görevleriyle dengeleyen, dengeli beslenip dengeli sevilen çocuklar yetiştirebilmek en doğrusu!

1 yorum:

atesinsesi dedi ki...

pisiklet hızsızıyım