Dııııııt, dııııııt, dııııııt, dııııııt! Aranan numaranın meşgul olduğunu, sabrını zorlayarak bildiren ses sürer, egosu Sebastian’ın sevinçle yaratıp kabarttığı öfkesi doruğa yükselirken, kontrolü bir anlığına, güçlükle ele geçiren sağduyusu Basiret Hanım’ın telkini üzerine “abla” deriiiin bir soluk alır, düşünür ve fark eder ki bu bir seçim anı! Sebastian’a uyar da öfkeyi beslerse, akan zamanla zıtlaşıp direterek firmanın telefonunu –belki- düşürebilecek ama, onu öğle otobüsüne aktarırlarsa, evine gidecek son servisi kaçıracak! İkinci seçenek, Basiret Hanım’a uyup işi akışına bırakırsa, her şey olacağına varacak! Gönlü Basiret Hanım’dan yana, aldığı derin soluğu salarak, ara terminaldeki havlucunun duvarına yapışık genel telefonu kapatan “abla”, telefon kartını çıkarır, cüzdanına koyar, otoyol yoncasından dönüp gelen otobüsleri gözlemeye, şehirlerarası yol kıyısına, kurumuş yaprakları boş bulunanı yerinden sıçratan bir hışırtıyla düşen çınarın altına konmuş ahşap sıraya döner.
9:00’da terminalden çıkan Balıkesir otobüsünü karşılamak üzere bindiği servisin, kendisini 9:17’de bıraktığı noktayı birkaç dakikalığına tuvalete gitmesi ile dönmesinin bir olması dışında hiç terk etmez: “Abla”nın amacı, erken saatte Burhaniye’ye otobüs bulamadığından, Balıkesir’den aktarma yapmak, pazardan bir iki sebze alıp son servisle evine ulaşmak!
Servisle gelirken tanıştıkları, üniversite hastanesine tahlil için idrar bırakıp memleketi Bandırma’ya dönen, arabanın açık radyosundan, 9:05’te sireni duyduklarında nûr içinde yatsın, bak böyle bir başımıza, nerden nereye gidip gelebiliyoruz, istediğimiz gibi, -eliyle yüzünün yarısını örtüp- peçesiz… diyen, Erdek’in kirazı, Edincik’in beyazı -insanları pek beyazdır oranın, artık havasından mı suyundan mı bilmem-, Bandırma’nın ayazı! deyimini kendisine armağan eden hanımı, sarılıp vedalaşarak yolculayan “abla”, onun ardı sıra öğretmen emeklisi yaşlı çifti İzmir’e, oğlunun desteğinde yavaş yavaş yürüyebilen ameliyatlı hanımı Çanakkale’ye uğurlar. En çok yarım saatte terminalden “abla”nın bulunduğu noktaya ulaşması gereken otobüs ortalarda yok!
10:30; kendi otobüsünden bir saat sonra yola çıkıp, ara terminalde duraklayarak yolcu alan Balıkesir otobüsü görevlileri, biletini inceledikleri ve bir önceki otobüsün almayı unuttuğu 4 numara olduğunu anladıkları “abla”nın dayatması üzerine, tavırlarına bakılırsa, sıkça rastlanan durumu telefonla otogara bildirip bu otobüste yer olmadığını belirterek, bir sonrakini beklemesini önerir, yola koyulurlar. Tepesinin tasının atmasına neden olup dııııııt, dııııııt, dııııııt!lar ardından vuruşma ya da sükûnet seçim anına varan “abla”nın hikâyesinin bir kısmı budur.
Akıntıya kürek çekmeyi bırakıp, Basiret Hanım’ın bilge önerisi uyarınca her işi olacağına bırakan “abla”, 11:00’de gelen ve bir olay çıkarması beklenen 4 numarayı ayakta karşılayan şoför ve muavinin olağanüstü şefkatiyle Balıkesir’e ulaştırılır. 13:20 Burhaniye arabasına aldığı biletle, çınarın altından ahbabı teyzeyle yan yana yolculuk ederler. Beni de der teyze unuttulardı, bunlar değil başka firma, yine gözüm için gelmiştim hastaneye, bekliyorum ne gelen vaaar, ne giden, sonra –refüjü göstererek- şunların üzerinden atlayıp karşıya geçtimdi, hava soğuk, böyle kan ter içinde kaldım sıkıntımdan, sesli ağladım, Allah inandırsın!
Yol uzun; sohbet sürer. Kendi de hazırlasa her akşam bir bardak rakısını, geçirdiği kalp krizine karşın içen kocasına kızgın teyze, “abla”nın vallaha ben de ara sıra özlemiyor değilim, şöyle sadece buz koyup koklaya çalkalaya rakı içmeyi… sözlerine, şaşkınlıkla dargınlık arası aaaa! haram! deyip, bir elini ağzına kapatıp öteki elini “abla”nın dizine vura vura gösterdiği tepkiyle içten, ikiletmeden anlatır: Bir kızı anlaşmış, biri görücü usulü evlenmiş. Üçüncüyü ise, bir akrabalarını uğurlarken çok beğenen otobüsün şoförü, molada akrabalardan, niyetini belirterek adres istemiş. Annesini kızı istemeye yolladığında, o karanlıkta nasıl görmüşse der teyze, dünürü tembihlemiş, evde başka kız varsa, yanağında ben olanı isteyeceksin ha, diyerek! Vermezlendim, çok genç, daha 16 yaşında, hem de Bursa’ya, Dünya’da olmaz! Damat diyor ki, şuraya çadır kurarım her gün isterim, üç, dört, ben hayır! diyorum, sonra babası araştırdı, bunlar çok iyi aileymiş, verdik, şimdi çok mutlu, Allah acılarını göstermesin, bana anne demez, hep annecim!
15:20’de Burhaniye’ye varan, 11 gün hastanede yatıp …küçücük çocuk, babasının yanında dolanırken gözüne testere girmiş, adamın biri, devesi varmış, semerini dikeyim derken biz kurtulmuş gözüne saplanmış, gencecik kadın, mangal için çıra yarayım derken kıymık saplanmış, dokuz boncuk yaş döküyor kör oldum diye, insan ötekileri görünce haline şükrediyor deyip evini, çocuklarını çok özlemiş teyze önde, “abla” arkada inerler.
Bir saat sonra, akşam pazarı karnabahar, maydanoz, taze soğan yüklenmiş, yol çantası sırtında “abla” son servise binerken şoföre anlatır: Yaa işte böyle Halil Ağabey, koca otobüs beni unutup geçti gitti!
11 Kasım 2008 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
Çok şekersin valla:) İyiki Basiret hanım var canım, sinirlenmemek en iyisi:))... Yazılarını keyifle okuyorum, arayı açma lütfen:)... Bu arada Ekran Koruma döndü mü??
Yorum Gönder