9 Eylül 2008 Salı

Vampir günlerinden “abla”ya kalan, şu olağanüstü denklemdir: Vampir (rüzgârsız gece)+çöp+hoşgörü=DENGE!


Jandarmanın, dağa taşa boyadığı koskocaman ay yıldızın beyazı az çok yerindeyse de zeminin kırmızısı çoktaaaan uçmuş. Dahası, kırmızı olması gereken bölümde çamlar öyle boy atmış ki, kırmızının rengini atmışlığı gölgede kalmış!

Bayrağın boyandığı yamacın dayandığı kayalık “abla” için neredeyse kutsal bir mekân; kalabalık ortasında ıssız, gürültü patırdı arasında sessiz! “Abla”nın ego’su Sebastian’ın bile saygı duyup, sinip sustuğu kayalıktaki küçük mağarada vampirlerden bir takım izler; kullanılmış kâğıt, nemi uçmuş ıslak mendiller, doluların içinden çıktığı belli boş bir alışveriş torbası, boş büyük pet şişeler, boş yırtık bisküvi, ıvır zıvır ambalajları… Bir kayanın dibinde, serildiği yerdeki dikenlerle hemhâl olup elden çıktığından, dürülüp tıkıştırılmış büyük boy turuncu-kırmızı yollu havlu.

Huzur bulduğu yere yapılan saldırıdan rahatsız “abla” söylenerek, çalılara takılıp rüzgârla şişmiş boş alışveriş torbasını alır, parmağının ucuyla çöpleri toplar, en sonra havluyu teper, ağzını bağlar. Kayanın eğimi az kısmına oturur, ayakkabılarını çıkarır, kitabından bir bölüm okur. Toparlanır, tepeden iner, torbayı, bulduğu ilk çöp konteynerine atar.

İki gün sonra, aynı olayı havlusuz biçimiyle yaşayan “abla” kendi yarattığı muhtemel öfkeyi büyütmemeye çalışarak, ama söylenerek aynı sırayla yeni bir çöp torbası yapar; tepeden düze ulaştığında, Sosyal Tesisler ardındaki kayık, tekne park alanı yanındaki çöp konteynerine atar.

Birkaç gün sonra, vampirlerin kol gezdiği rüzgârsız gecelerden birinin sabahında tepeye çıkıp aynı manzarayla karşılaşan “abla”nın sabrı tükenir! Daha üst perdeden söylenerek çöpleri toplar. Ardından ellerini, kol ve bacaklarını delik deşik eden dikenlerden birkaç kucak toplar, çöpten arındırdığı küçük mağaraya tıklım tıkış doldurur, ayağıyla basarak sıkıştırır ki, burayı kullanıp kirletenler en az onun kadar uğraşsın! İçi rahat, kayaya tüner, ayakkabılarını çıkarır, Kryon’un ikinci kitabından bir bölüm okur, güneş ardındaki kayayı aşıp ensesine vurunca kitabını çantasına koyar, ayakkabılarını giyer, çöp torbasını alır, yürür… GİDEMEZ! Yürüyüp gidemez!

Aklında, okuduğu kitaptan tek bir sözcük; hoşgörü!

Çöp torbasını, çıkardığı sırt çantasının yanına koyar; mağaraya basarak teptiği dikenleri çıkarır, kıyı köşe hiç diken kalmamacasına temizler, yürür gider. Toprak yolda inerken duygularını sorgular; kendisini kullanılmış, enayi, aptal yerine konmuş hissediyor mudur? Hayır! Peki, çok güzel bir şey yaptım diyerek kıvanıp övünüyor mudur? Hayır! Duyguları nerededir? Tam ortada, sıfır, denge noktasında!

Vampir sorununun ayyuka, jandarmanın da devriye gezmeye çıktığı günlerde Genel Müdürlük’ten bir anons; … sinema saat 24:00’te, lokantalar 01:00’de, disko en geç saat 04:00’te kapatılacaktır, site sakinlerine…

Bu işbirliği, site sakinlerinin, Ağustos ayının rüzgârsız son birkaç gününü gerçekten sakin geçirmesini sağlar. Eylül, 2008 yılının Eylül’ü, ay başı, hafta başı, ramazan başı, ders başı olmak üzere, başlı başına öyle bir zaman dilimidir ki, nasıl bir psikolojiyle bilinmez, 31 Ağustos’un ertesi günü site, bir gecede boşalmışçasına, terkedilmiş Teksas kasabası görünümündedir! Ve vampirler bilindiği kadarıyla Vahşi Batı ortamında barınamazlar!

Vampir günlerinden “abla”ya kalan, ve kendisini kendisi hakkında düşünmeye iten şu olağanüstü denklemdir: Vampir(rüzgârsız gece)+çöp+hoşgörü=DENGE!


2 yorum:

Filiz dedi ki...

Ben, muhtemelen dayanamaz, mağaranın girişine bir de uzuun vicdan notu asardım:) Keyif aldım...

senbilirsinabla dedi ki...

Birkaç gün sonra, vampirlerin kol gezdiği rüzgârsız gecelerden birinin sabahında tepeye çıkıp aynı manzarayla karşılaşan “abla”nın sabrı tükenir! Daha üst perdeden söylenerek çöpleri toplar. Ardından ellerini, kol ve bacaklarını delik deşik eden dikenlerden birkaç kucak toplar, çöpten arındırdığı küçük mağaraya tıklım tıkış doldurur, ayağıyla basarak sıkıştırır ki, burayı kullanıp kirletenler en az onun kadar uğraşsın! İçi rahat, kayaya tüner, ayakkabılarını çıkarır, Kryon’un ikinci kitabından bir bölüm okur, güneş ardındaki kayayı aşıp ensesine vurunca kitabını çantasına koyar, ayakkabılarını giyer, çöp torbasını alır, yürür… GİDEMEZ! Yürüyüp gidemez!