10 Eylül 2014 Çarşamba

Endonezya’daki üçüncü günde “abla” grubu, Bali Adası’nın doğusuna yönelir, Batubulan, Ubud ile iki de tapınak gezer.



30 Temmuz 2014 Çarşamba sabahı yine, vurmalı iki çalgıya eşlik eden bir nefesli ile canlı müzikli; iri sarımsak dişlerine benzeyen sert ince kahverengi kabuklu, lezzetli Salak adlı meyveli, kahvaltının ardından yola çıkan grup adanın doğusuna yönelir.

Taş işçiliğiyle tanınan Batubulan Köyü’ne varıp ünlü Barong Dansı’nı izleme amacıyla dağıldıkları sıralarda, -bir kenarında müzisyenlerin oturduğu sahne- üç yanı açık, üstü kapalı alanda izledikleri, 1930’larda turistlerin bir gece gösterisini beğenmeleri üzerine gündüze de alınan oyundan, ne “abla” ne ortanca, ellerine verilen İngilizce metne karşın, pek bir şey anlamaz. Sonradan rehberin yaptığı “Dansta el figürleri çok önemlidir, çocuklukta başlayan çalışmalarla parmaklar geriye doğru açılır, evde denemeyin!.. İyi ile kötünün bitmeyen mücadelesini anlatan oyunda, koruyucu ruh, kırmızı maskeli Barong yanında, mezarlıkları gezen, hastalıkları yöneten dul cadı kraliçe Randa, büyüleri kutsal suyla temizleyen bir rahip vardır; dansın sonunda kazanan kaybeden olmaz, her şey dengede biter” açıklamasına bakarak “abla”, giderek tek yöne, para ile ölçülen başarıya şartlandırılmış toplum olma yolundayken, kazanan/kaybedenin olmadığı bir anlayışı kavramakta zorlanmalarını hoşgörüyle kabullenir. Yine de, oyunu binlerce yıldır aynı heyecanla, sempatiyle izleyen yerel halka bakarak, rehberle aynı bakış açısıyla, “Peki biz, Karagöz’den, Kavuklu ile Pişekâr’dan, -“abla”nın kısırlaşma korkusu toplu terapisi dediği- erkek cinsel organının kesildiği eğlenceli sahne türünden paralellikler taşıyan geleneksel seyirlikten nasıl, ne zaman soğu(tul)duk?” diye sormadan edemez.

Dansçı heykelleriyle süslü bulvarda yol alınırken rehber anlatır: “Batu Ay, bulan taş anlamında; köy, hayal gücünü zorlayan formlarda, incelikli taş işçiliği ile tanınır. Paras, nehirlerin daraldığı yerlerden toplanan volkanik malzemenin, basınç altında bloklar haline getirilmiş taşın ismidir.” Yoldaki uyarı tabelası üzerine “Hati kalp demek, HATİ HATİ DİKKAT.”

Bir araya gelmiş ince gövdelerden oluşan, kutsal ruhları barındırdığından dipleri her zaman sunak ve ibadet yeri, geniş gölgeli Banyan Ağacı yakınında bir taş işleme atölyesinde grup çalışanları izler: “Gri, siyah ve açık sarı beyaz renkte taşlar, usta tarafından model kullanılmaksızın şekillendirilir, çıraklar tarafından pürüzler giderilir, rötuşlanır.”

Caluk Köyü’nden geçerken “altın ve gümüş bu adada yok, diğerlerinden çıkarılıyor ama bu köy altın ve gümüş işçiliğiyle ünlü.”

Yol boyunca adım başı, bir ağaç kovuğunda, şemsiyeli, siyah beyaz kareli saronglu iki aslan yontusu önünde hasır örme kaplarda pirinç, çiçek vb. cililer.

Bir ağaç işleme atölyesinde ise, yine ustaların ana hatlarını belirlediği desenleri çıraklar zımparalayıp cilalıyor; derinlemesine kat kat iç içe geçmiş ağaç dalları, hayvanlarıyla bir ormanın derinlemesine resmedildiği pano gibi ustalık eseri pek çok oyma için kullanılan ağaçlar arasında dayanıklı Teak, Abanoz ve Sandal Ağacı yanında en ilginci, açık sarı renkli, kabuğu kabaralı Krokodil Ağacı.

Ubud’a doğru yol alınırken rehber anlatır: “1920’lerde Alman ve Hollandalı iki ressam, müzisyen ‘30’larda prensten aldıkları destekle, büyük yaşam gücü zindelik anlamına Pitamaha’yı kuruyor, genç sanatçıları eğitiyorlar. Bu hareket 1942’de Japon istilası sırasında kesintiye uğruyor. Julia Roberts’ın oynadığı Eat, Pray, Love, burada çekildikten sonra Ubud iyice popüler olmuş. 1890’lı yıllardan kalma bir saray var, Pitamaha hareketi uyuyan bir köyü sanat kenti haline getirmiş… Halk gelecek bilgisine önem veriyor, pirinç tarlasına konan sıska ördek, orayı satın alıp Bebek Bangil isimli lokanta açan adam için bir işaret sayılmış. Buraya 30 yıl önce gelmiş olsaydık, sadece pirinç tarlaları bulacaktık, trafik böyle olmayacaktı.”

Kıymetli şeylerin konduğu çanak anlamına Pundi Pundi Lokantasında sergilenen eski, marka bir motosiklet, servis edilen ördek kızartmasından daha çok beğenilir. Pazara göz atıp caddede yürümeyi seçen kardeşler, aşırı sıcağın verdiği zahmete karşın ufak tefek alışveriş yapar, dükkânların giriş kapısı önüne konmuş, alışık olmayan turistlerin kazaen basıp dağıttıkları pirinçli, çiçekli cililerin fotoğrafını çekerler.

11. yy. Hindu Tapınağı Gunung Kawi’yi görmeye yollanan grup, hangisinin nerede başlayıp bittiği belirsiz, yakın düzen köyler arasında patlamış su borusunun iyice ağırlaştırdığı trafik yüzünden epey zaman yitirir.

Bir gün öncesinden “yanınıza örtünmek üzere şal alın ya da pantolon giyin” uyarısı üzerine gayet tedbirli grubu karşılayan tapınak görevlisi, şaşkınlığa aldırmaksızın ve ayırmaksızın şortlar, etekler, pantolonlar üzerine, kadın erkek herkesi fuşya çiçekli sarongla donatır.

Çiçekler içinde huzur noktaları gibi, arkadaki kaynağın yüzyıllardır beslediği, ortası kutsal sunaklı havuzlar arasından geçilir, beş aslanın ağzından bir başka havuza şırıltıyla akan şifalı olduğu söylenen suya gelinir. İri kıyım turuncu balıkların salındığı, dilek paralarının şavkıdığı havuzun şifalı suyunu, sıcağı umarsız Ubud’dan getirdiği baş ağrısına çare gören “abla”, küçüğün belgelediği biçimde sudan içer, tepe çakrasını ıslatır, faydasını da görür.


Meyvesiyle beraber Mangosteen ağacı ile bahçede asaletle salınmakta iri kıyım bıldırcınlar, dağları simgeleyen yapılardan en yükseği, tepeden aşağı salınan uzun sarı kumaşla süslü olanı fotoğraflanır. “Kutsal taş yapıların kumaşlarla süslendiği, 210 günde bir yapılan 3 gün süren törenlerin, başı ile aşamaları ahşap çanlarla duyuruluyor. 30 tapınak alanı kapsayan 23 tapınak var. 1917 depreminde ikisi hariç zarar görmüş ama 1963’teki patlamadan 6 km uzakta olmasına karşın hasar görmemiş.”

Grup yola, doğuya, rehberin “1963’te patlayıp 3142 m olan yüksekliği 3000 m’ye düşen yanardağ, Doğu Bali’nin sembollerinden. Evlerini yataklarını buna göre yerleştirirler” diye anlattığı Agung Dağı’na doğru devam ederken yol, kalabalık bir grup tarafından doldurulur.

Şık kadınlar, erkekler, omuzlarındaki sopalara bağlı hasır sepetlerde kümes hayvanları, meyveler, yiyecekler taşımakta. Müzik eşliğinde güle oynaya yol alan grup, bir toplu ölü yakma töreni için yürümekte: “100 ailenin katılımı ile üç farklı -Şiva, Brahma, Vişnu- tapınağı ziyaret edip mezarlığa gidecekler, tabutlarını çıkardıkları, bir gece evde misafir edecekleri ölülerini ertesi gün krematoryuma götürecekler… Başrahip olmak için Brahman sınıfı üyesi olmak gerekiyor; dört kast var, bir üst sınıftan biriyle evlenen kadın, sınıfını ve çocuğunu yükseltir, alt sınıftan evlenen düşürür, pek tercih edilmiyor, yıllar öncesi geçiş mümkün değildi. Köylerde yaşayanlar birbirlerini isimlerinden biliyorlar ama okumaya şehre gidenler bu işi eskisi kadar izlemiyorlar… Kutsal hayvanı, sembolü beyaz fil olan Brahma yaratıcıdır; kutsal kuş Garuda ile simgelenen Vişnu yürütücüdür; beyaz bir boğa ile tanımlanan Şiva yok edicidir; Hindu tanrıları bir bütündür.” 

Atatürk Çiçeği’nin ağaç versiyonları arasından geçen yol yükselirken bir sokak başında, yerel halkın bayıldığı ve Temmuz’da festivalini yaptığı uçurtmaların siyah naylondan ilkel ama gayet işlevsel bir biçimini, iki oğlandan biri salıverirken, diğeri koşarak yükseltir.

Mandalina bahçelerini, uzun aradan sonra bir benzin istasyonu böler.

“Birçok grup, din var, keskin ayrımlar kalkmış. Okullarda çocuklar kendi dinlerini öğreniyorlar, teoloji okuyup tapınaklarda görev alabiliyorlar. Öğrenim 9 yıl sürüyor, yeni başkan 12 yıla çıkarmak istiyormuş. Devlet okulları parasız, özelleri de devlet yarı yarıya destekliyormuş.”

“Abla”nın Peru gezisinden tanıdığı muhteşem kokulu, salkım saçak Melek Borazanı ağaçları ardında 1730 m Batur Volkanı.

Kutsal Dağ anlamına başı bulutlu Agung Dağı eteğindeki taraçalara yerleşmiş, ana tapınak olarak da kabul edilen Besakih Tapınağı’na giden, çok yüksek ağaçlı yol epeydir, sıklıkla rastlanan doktor tabelalarıyla -Dokter Umum, Dokter Prakter, Dokter Gigi (dişçi)- inişte.

Alacakaranlıkta ulaşılan, yoldan aranıp beklemesi sağlanan biletçiden alınan bilet ve hızlıca sarong sarınma sonrası, serinde, yüksek merdivenlerle bir üst taraçaya tırmanılan, yine dağları betimleyen üç tanrıya adanmış tek sayılı çok katlı taş yapıların sessiz siluetleri huzurunda tapınakta; karanlık iyice çöktüğünden tanıtımında sözü edilen manzara görülemese de,  gecenin kendine özgü ses(sizliğ)ine karışan ziller, birkaç ampulün puslu aydınlığında beyaz giysili bir ailenin çoluk çocuk katıldığı, okunmuş su, pirinçli tam tekmil küçük tören, “abla” için muhteşem bir şölen!

Adım başı olsa da, medeniyete uzaklık oranında pahalanan tuvaletler burada 5.000 rupi; -bir ihtimal daha ufak tefek insanlar olduklarından- az ufak alaturka taşlı, yanı başında da içinde plastik bir maşrapa ile temiz su dolu, yaklaşık 1x1x1 m’lik bir sarnıç.

Aksamalar yüzünden programın bir eksiğiyle tamamlandığı yoğun günün dönüşünde otobüste tek ses çıkmaz; yorgun grubun uyuyarak vardığı otelde, akşam yemeği sonrası dinlenmeye çekilinir.

 

“Abla”nın gezi arkadaşının bol fotoğraflı izlenimleri:

http://gezix.blogspot.com.tr/

Barong Dansı

Gunung Kawi görselleri:
https://www.google.com.tr/search?q=gunung+kawi+bali&biw=1188&bih=585&tbm=isch&tbo=u&source=univ&sa=X&ei=mTURVMipJ4i6ygPO7IAo&ved=0CBoQsAQ

Besakih Tapınağı görselleri:

Hiç yorum yok: