7 Temmuz 2014 Pazartesi

2014 Temmuz başında “abla”, beklediği müfredat değişikliğinin haberini alır.


2014 Haziran’ı başında, Dünya gezegenindeki son enkarnasyonunu özetleyip yayına koyduğu doğum günü yazısı okunagelirken, aldığı mail üzerine “abla”nın ayakları bir kez daha suya erer.

 
İstanbul’da, Kapadokya gezisi gidiş dönüşü için bulunduğu sıra, 2014 Nisan’ı üçüncü haftasında karşılaştığı “yeni insan”ın, kendisini, eşekten düşmüş karpuza çevirişini yana yakıla anlattığı yazılarında “abla”, aşkı aşan -henüz adlandırılmamış olduğundan yine de, aşk diye anılan- yüksek enerjinin yarattığı hasarı, titreşimi düşük eski bedeni kaldıramadığından, “doz aşımı rahatsızlığı” olarak nitelendirir.


Yüreğini durulukla okuyan az sayıda insandan, -onpunto’dan tanış- arkadaşı, yazıyı okur okumaz attığı maille, uğradığı eşekten düşmüş karpuz durumunun “direnç”ten kaynaklandığını bildirir ise de doz aşımı rahatsızlığı teşhisi “abla”nın aklına daha çok yattığından, gerilere itilir.


Günler geçerken, birkaç saat içinde 10 yıllık bir aşk, üstüne beklenmedik ayrılık yaşamışçasına acıyan gönül bölgesi/kalp çakrası giderek sağalan “abla”, 2014 Mayıs’ı üçüncü haftası, kız kardeşleriyle epey serin denize girip sezonu açtığı sıra, direnç meselesi, artık aklının gerilerinde duramayıp bilincine yükselerek, karşılaşmadan bir ay sonra nihayet, açıklığa kavuşur.

 
“Karanlık” deyip yüzüğünü kaybettiği bodrumda değil de kapı önünde arayan Nasreddin Hoca örneği “abla”, “yeni insan”la karşılaştığında yaşadığı duygu -üçboyut Dünyası gerçekliğinde başka türlüsünü bilmediğinden aşka benzettiği yüksek titreşim- için, şartların uygunsuzluğu yüzünden hissettiği büyük mahcubiyetle, acil olarak doz aşımı teşhisi koymuştur. Arkadaşından aldığı maille olay anını, akıl kaydından birkaç kez yeniden izlediğinde, “uygunsuz” bulduğu duruma gösterdiği direnci yakalamakta gecikmez. Bıraksa, –nasıl yapacağını henüz bilmemekle birlikte- fizikötesi bedenlerinden akıp gidecek, belki besleyecek o caaanım yüksek enerji “abla”nın direnç duvarına çarpıp onca acıya yol açmayacak. Altın Çağ’da, Yüksek Benliği/Ben’im Varlığı Basiret Hanım, bu yüksek titreşimin, yargıdan uzak Yeni Dünya’da paylaşılabileceğini fısıldıyor olsa da, “abla”nın eski ağzı yeni taama hazır değil.

 
“Yeni insan” konusu kapanmadan, “abla” birini daha tanımak, tanıtmaktan kıvanç duyar: Burhaniye Kemer Pazarı’nın yüksek çatıları altında, yağmurlar sonrası serin, bereketin taze sebze meyve kokusu yüklü havasını mutlulukla derin deriiiin içine çekerek dolandığı bir Pazartesi öğle öncesi “abla”, sağ omzu üzerinden, duygusunu dillendiren genç bir ses duyar. Döner, -alışılagelmişin dışında, homurdanmayan- bir delikanlı, –alışıldığı üzere bezgin- annesi ile pazarda; oğlan yüzünde ışıklı bir gülümseme, burnunu havaya kaldırmış koklamakta, “abla”yı seslendirmekte! Aynı şekilde düşündüğünü, hatta başka birileri de farkında mı diye merak ettiğini söyleyen “abla”, annenin, “ama halkımız kıymet biliyor mu?” sözleri üzerine, doğru yolda, rotada bulduğu oğlanı bırakıp kadına yönelir: “Eh, kendileri bilir” der, “gerçekten pazar çok güzel değil mi?” Rastlaştıkları pazı tezgâhından, köylü kadınların zeytin, peynir, sabun, kurutulmuş otlar sergiledikleri yol ayrımına kadar, iki-üç kez aynı sıra ile aynen yinelenen cümleler, karşılıklı iyi pazarlar dilekleriyle sona ererken “abla”, en azından annenin, oğlundaki farka/farkındalığa dikkat çekebilmiş olmayı umut eder.


O ara, İstanbul’dan birkaç günlüğüne gelen kızı, mevsim gereği sıklaşmış gelin makyajları koşuşturmasında tanıştığı genç bir kızdan söz eder; “görsen anne, hiç ego’su yok, tabii korkusu da, öyle bir güven duygusu, iyilik hali içinde, o kadar tatlı ki, ilk başta geri zekâlı sandım.”


2014 Haziran’ı ilk haftası geride kalırken “abla”, eski arkadaşı ile bebekliğini bildiği, bilge anneannesinin ışığını taşıyan genç kızını konuk eder. Evin dış cephe boyası macerasının da katıldığı, ilk günleri poyraz buluşmanın oturumlarında “abla” kendisi için çok önemli iki konuyu aydınlığa kavuşturur:

 
İlki, “abla”nın ezel ebed en büyük meselesi, ele geçirilme, özgürlüğünü yitirme korkusunun kaynağıdır: Geçmiş yaşamlarında yaşadığı tutsaklık, kölelik türü deneyime bağladığı korkusunun dayanağı, poyraz sonrası sakin bir akşamüzeri, deniz dönüşü veranda önüne park edilmiş bir araba bulduğunda saçları diken diken olan “abla” arkadaşına sızlanırken, birdenbire açıklık kazanır. Babası ile evlenmeyi hiç istemeyen, nişanlıyken yüzüğünü bir kaç kez çıkarmasına karşın, aile büyüklerinin uygun bulduğu evliliği engelleyemeyen annesi, hemen hamile kaldığı “abla” yüzünden dönüş/kaçış yolunun tıkandığını düşünüp, esaret korkusunu tüm bedeniyle yaşamış, bebeğe yansıtmış olsa gerek.


İkincisi ise, eskilerin ağır yemekler üzerine hazım için kullandığı, son aylarda yıldızı yeniden parlayan, “abla”nın beslenme biçiminin de desteği soda/sodyum bikarbonat ile -ezoteriklerin demesine bakılırsa, karbon temelli bedenlerimizin, rahmet/kozmik enerjilerle dönüşmekte olduğu, Dünya’nın uzandığı yeni boyuta uyum için gerekli- silikat esaslı bedenler arasındaki bir tür bağlantı: “Abla”nın, arkadaşının kızından alıp -sinemablog’dan tanış- kimyager blogdaşına onaylattığı bilgiye göre, silikatlar en yaygın mineral grubudur, sodyum bikarbonat da iki silikatın bileşimidir.


Hayatı, bir başkasının başına gelenleri izliyormuş duygusuyla yaşadığı son zamanda, bir yandan üçboyut Dünyası’nda görünür diğer yanıyla öte boyutlara uyumlanmaya çalışırken   “abla”, giderek ufalan beslenme çantasının vazgeçilmezi olmuş, ihtiyaç duydukça bir bardak suda eritip bünyesine kattığı sodyum bikarbonat ile silikat esaslı beden bağlantısını yakalamış olmaktan pek memnun.

 
Bayıldığı ve yılda ancak bir dönem tükettiği koyun yoğurdunu, dönem sonunda üreticinin  %10 inek sütü katmasıyla –inek sütünü hazmedemediğinden- artık yiyemeyişi üzerine, zaten mayalanmış yiyeceklerden de uzak “abla”nın yasaklarına bu yıl, geçen yıla kadar pek sevdiği kiraz da eklenir. Bedeninden yükselen tüm bu itirazların, bitkilere yapılagelen, -ülkeyi ekonomik açıdan bağımlı kılma amaçlı- hibritleştirme, genetik müdahale vb.den kaynaklandığından eminken “abla”, bir de, diş macunu türünden sağlık ürünleri içindeki, içme suyuna da katıldığını okuduğu florür’ün, bir bakış açısına göre üçüncü gözü bloke ederek tekâmül sürecini olumsuz etkilediği bilgisine ulaşmaz mı?


İlaçlar içindeki etken maddeler de “ilaç için” deyimiyle dalga geçercesine azalıp yok olmaktayken, tırnak mantarı için “abla”nın umutla alıp sabırla kullandığı kalem-ilaç, hasarlı yeri siyaha boyamaktan başka hiçbir işe yaramaz; ecza dolabının, çocukluğundan beri vazgeçilmezi yara yanık merhemi de sulu bir tür kozmetiğe, kreme dönüşür.


Yiyeceği, ilacı azalıp, yeşilin kazınıp üstüne betonun yayıldığı yaşam alanı gitgide daralırken; inzivasının, bitiş enerjisi taşıyan 9. yılında, her bitişin yeni bir başlangıcın enerjisiyle birlikte geldiği bilincinde “abla”, aralarında, yeni adres, yeniden aşk, hatta (kendi) ölümünün olabileceği bir müfredat değişikliğinin işaretini beklerken, 2014 Temmuz 3. günü haberi alır: Kızı, 5.5 haftalık, henüz 1.5 cm boyunda torununa hamiledir.

 
İlk günlerin şaşkınlıkla karışık, bu sorumluluğun altından kalkabilecek miyim?  kaygısı yerini yavaşça, muhteşem olasılıklar barındıran harikulade bir deneyimin sevincine bırakır; yeni konumuna yerleşirken “abla” artık, tüm çirkinlikleriyle güzel, bütün yanlışlarıyla doğru, bilumum kötülüğüyle iyi, kendisiyle barışık, senbilirsinanneanne olmaya adaydır.

Hiç yorum yok: