2014
Haziran’ı başında, Dünya gezegenindeki son enkarnasyonunu
özetleyip yayına koyduğu doğum günü yazısı okunagelirken, aldığı mail üzerine
“abla”nın ayakları bir kez daha suya erer.
İstanbul’da, Kapadokya gezisi gidiş dönüşü için
bulunduğu sıra, 2014 Nisan’ı üçüncü
haftasında karşılaştığı “yeni insan”ın, kendisini, eşekten düşmüş karpuza
çevirişini yana yakıla anlattığı yazılarında “abla”, aşkı aşan -henüz adlandırılmamış olduğundan yine de,
aşk diye anılan- yüksek enerjinin yarattığı hasarı, titreşimi düşük eski
bedeni kaldıramadığından, “doz aşımı rahatsızlığı” olarak nitelendirir.
Yüreğini durulukla okuyan az sayıda insandan, -onpunto’dan tanış- arkadaşı, yazıyı
okur okumaz attığı maille, uğradığı eşekten
düşmüş karpuz durumunun “direnç”ten kaynaklandığını bildirir ise de doz
aşımı rahatsızlığı teşhisi “abla”nın aklına daha çok yattığından, gerilere itilir.
Günler geçerken, birkaç saat içinde 10 yıllık bir
aşk, üstüne beklenmedik ayrılık yaşamışçasına acıyan gönül bölgesi/kalp çakrası
giderek sağalan “abla”, 2014 Mayıs’ı
üçüncü haftası, kız kardeşleriyle epey serin denize girip sezonu açtığı sıra, direnç
meselesi, artık aklının gerilerinde duramayıp bilincine yükselerek, karşılaşmadan
bir ay sonra nihayet, açıklığa kavuşur.
“Karanlık”
deyip yüzüğünü kaybettiği bodrumda değil de kapı önünde arayan Nasreddin Hoca
örneği “abla”, “yeni insan”la karşılaştığında yaşadığı duygu -üçboyut Dünyası gerçekliğinde başka
türlüsünü bilmediğinden aşka benzettiği yüksek titreşim- için, şartların
uygunsuzluğu yüzünden hissettiği büyük mahcubiyetle, acil olarak doz aşımı
teşhisi koymuştur. Arkadaşından aldığı maille olay anını, akıl kaydından birkaç
kez yeniden izlediğinde, “uygunsuz” bulduğu duruma gösterdiği direnci
yakalamakta gecikmez. Bıraksa, –nasıl
yapacağını henüz bilmemekle birlikte- fizikötesi bedenlerinden akıp
gidecek, belki besleyecek o caaanım yüksek enerji “abla”nın direnç duvarına
çarpıp onca acıya yol açmayacak. Altın Çağ’da, Yüksek Benliği/Ben’im Varlığı Basiret
Hanım, bu yüksek titreşimin, yargıdan
uzak Yeni Dünya’da paylaşılabileceğini fısıldıyor olsa da, “abla”nın eski
ağzı yeni taama hazır değil.
“Yeni insan” konusu kapanmadan, “abla” birini daha
tanımak, tanıtmaktan kıvanç duyar: Burhaniye Kemer Pazarı’nın yüksek çatıları
altında, yağmurlar sonrası serin, bereketin taze sebze meyve kokusu yüklü
havasını mutlulukla derin deriiiin içine çekerek dolandığı bir Pazartesi öğle
öncesi “abla”, sağ omzu üzerinden, duygusunu dillendiren genç bir ses duyar.
Döner, -alışılagelmişin dışında,
homurdanmayan- bir delikanlı, –alışıldığı
üzere bezgin- annesi ile pazarda; oğlan yüzünde ışıklı bir gülümseme, burnunu
havaya kaldırmış koklamakta, “abla”yı seslendirmekte! Aynı şekilde düşündüğünü, hatta başka birileri de farkında mı diye
merak ettiğini söyleyen “abla”, annenin, “ama
halkımız kıymet biliyor mu?” sözleri üzerine, doğru yolda, rotada bulduğu
oğlanı bırakıp kadına yönelir: “Eh,
kendileri bilir” der, “gerçekten
pazar çok güzel değil mi?” Rastlaştıkları pazı tezgâhından, köylü kadınların
zeytin, peynir, sabun, kurutulmuş otlar sergiledikleri yol ayrımına kadar, iki-üç
kez aynı sıra ile aynen yinelenen cümleler, karşılıklı iyi pazarlar dilekleriyle sona ererken “abla”, en azından annenin,
oğlundaki farka/farkındalığa dikkat çekebilmiş olmayı umut eder.
O ara, İstanbul’dan birkaç günlüğüne gelen kızı,
mevsim gereği sıklaşmış gelin makyajları koşuşturmasında tanıştığı genç bir
kızdan söz eder; “görsen anne, hiç ego’su
yok, tabii korkusu da, öyle bir güven duygusu, iyilik hali içinde, o kadar
tatlı ki, ilk başta geri zekâlı sandım.”
2014
Haziran’ı ilk haftası geride kalırken “abla”, eski arkadaşı
ile bebekliğini bildiği, bilge anneannesinin ışığını taşıyan genç kızını konuk
eder. Evin dış cephe boyası macerasının da katıldığı, ilk günleri poyraz
buluşmanın oturumlarında “abla” kendisi için çok önemli iki konuyu aydınlığa
kavuşturur:
İlki, “abla”nın ezel ebed en büyük meselesi, ele geçirilme, özgürlüğünü yitirme korkusunun kaynağıdır: Geçmiş
yaşamlarında yaşadığı tutsaklık, kölelik türü deneyime bağladığı korkusunun dayanağı,
poyraz sonrası sakin bir akşamüzeri, deniz dönüşü veranda önüne park edilmiş
bir araba bulduğunda saçları diken diken olan “abla” arkadaşına sızlanırken,
birdenbire açıklık kazanır. Babası ile evlenmeyi hiç istemeyen, nişanlıyken
yüzüğünü bir kaç kez çıkarmasına karşın, aile büyüklerinin uygun bulduğu
evliliği engelleyemeyen annesi, hemen hamile kaldığı “abla” yüzünden dönüş/kaçış
yolunun tıkandığını düşünüp, esaret korkusunu tüm bedeniyle yaşamış, bebeğe yansıtmış
olsa gerek.
İkincisi ise, eskilerin ağır yemekler üzerine hazım
için kullandığı, son aylarda yıldızı yeniden parlayan, “abla”nın beslenme
biçiminin de desteği soda/sodyum bikarbonat ile -ezoteriklerin demesine bakılırsa, karbon temelli bedenlerimizin, rahmet/kozmik
enerjilerle dönüşmekte olduğu, Dünya’nın uzandığı yeni boyuta uyum için
gerekli- silikat esaslı bedenler arasındaki bir tür bağlantı: “Abla”nın, arkadaşının
kızından alıp -sinemablog’dan tanış- kimyager
blogdaşına onaylattığı bilgiye göre, silikatlar
en yaygın mineral grubudur, sodyum bikarbonat da iki silikatın bileşimidir.
Hayatı, bir
başkasının başına gelenleri izliyormuş duygusuyla yaşadığı son zamanda, bir
yandan üçboyut Dünyası’nda görünür diğer yanıyla öte boyutlara uyumlanmaya
çalışırken “abla”, giderek ufalan
beslenme çantasının vazgeçilmezi olmuş, ihtiyaç duydukça bir bardak suda eritip
bünyesine kattığı sodyum bikarbonat ile silikat esaslı beden bağlantısını
yakalamış olmaktan pek memnun.
Bayıldığı ve yılda ancak bir dönem tükettiği koyun
yoğurdunu, dönem sonunda üreticinin %10
inek sütü katmasıyla –inek sütünü
hazmedemediğinden- artık yiyemeyişi üzerine, zaten mayalanmış yiyeceklerden
de uzak “abla”nın yasaklarına bu yıl, geçen yıla kadar pek sevdiği kiraz da
eklenir. Bedeninden yükselen tüm bu itirazların, bitkilere yapılagelen, -ülkeyi ekonomik açıdan bağımlı kılma
amaçlı- hibritleştirme, genetik müdahale vb.den kaynaklandığından eminken
“abla”, bir de, diş macunu türünden sağlık ürünleri içindeki, içme suyuna da
katıldığını okuduğu florür’ün, bir bakış açısına göre üçüncü gözü bloke ederek tekâmül sürecini olumsuz etkilediği bilgisine
ulaşmaz mı?
İlaçlar içindeki etken maddeler de “ilaç için” deyimiyle dalga geçercesine azalıp
yok olmaktayken, tırnak mantarı için “abla”nın umutla alıp sabırla kullandığı
kalem-ilaç, hasarlı yeri siyaha boyamaktan başka hiçbir işe yaramaz; ecza
dolabının, çocukluğundan beri vazgeçilmezi yara yanık merhemi de sulu bir tür
kozmetiğe, kreme dönüşür.
Yiyeceği, ilacı azalıp, yeşilin kazınıp üstüne betonun
yayıldığı yaşam alanı gitgide daralırken; inzivasının, bitiş enerjisi taşıyan
9. yılında, her bitişin yeni bir başlangıcın enerjisiyle birlikte geldiği
bilincinde “abla”, aralarında, yeni adres, yeniden aşk, hatta (kendi) ölümünün
olabileceği bir müfredat değişikliğinin işaretini beklerken, 2014 Temmuz 3. günü haberi alır: Kızı,
5.5 haftalık, henüz 1.5 cm boyunda torununa hamiledir.
İlk günlerin şaşkınlıkla karışık, bu sorumluluğun altından kalkabilecek miyim? kaygısı yerini yavaşça, muhteşem olasılıklar
barındıran harikulade bir deneyimin sevincine bırakır; yeni konumuna
yerleşirken “abla” artık, tüm çirkinlikleriyle güzel, bütün yanlışlarıyla
doğru, bilumum kötülüğüyle iyi, kendisiyle barışık, senbilirsinanneanne olmaya
adaydır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder