6 Mayıs 2012 Pazar

"Abla" bir dilekçe yazar, iki de kitap okur: Büyük Açlık ve Akaşik Kayıtlar



Komşularının, hatırı ile birlikte kalbini de kırdığı "abla", iğdenin acı kaybı üzerine, site ahalisinin bir kısmının diğerine açtığı manzaramı / ağacımı kestin davalarına bir tane daha ekleyip adlî makamı oyalayacak değil elbette; yine de gönlü hiç bir şey olmamış gibi davranmaya elvermez. Böyle derin kırgınlık ve suskunluk içindeyken birden fark eder: Verandanın önüne yaz kış yeşil genişçe yayılmış, kuşların konağı, cıvıltı, mis koku kaynağı çitlembiğin yapraklarında bir seyrelme! Ayşe Hanım'ın oğlu, emaneti bahçıvanıyla yaptıkları konsültasyon sonucu vardıkları sonuç; sitede yaygın biçimde uygulanan, -manzara kapatan- bitki köküne, -hak ettiği üzere- kurutma amacıyla çamaşır suyu, tuz, kostik, tuz ruhu... dökme felaketine caaanım çitlembiğin de uğramış olması ihtimali...

Can havliyle şirkete koşan "abla" kalanı kurtarma derdiyle bir dilekçe verir:

3 Mayıs 2012

..... Turizm A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanlığına,
Evimin bulunduğu 46 Ada önünde, benim ve bahçıvanımın bilgisi ve onayı dışında, ağaç -çitlembik makisi dahil- kesimine hiç bir biçimde iznim, rızam yoktur. 
Gereken duyarlılığın gösterilmesini saygılarımla rica ediyorum.

..no.lu ortak, isim, adres, telefon, imza

Film festivali dönüşü, poyrazsız neredeyse üçüncü hafta; 23 Nisan tatilini de fırsat bilerek gelenler deniz mevsimi açarlar. Bir ay öncesine kadar başı karlı Kaz Dağları'yla Madra Dağı'na bakmakta "abla", kar sularının nereye gittiğinden çok emin, denize girmeye kalkışmaz. İrili ufaklı kaplumbağaların kahvaltı saatinde, mor, beyaz yabani çiçeklerle kaplı patikadan yürüyerek Katırtırnağı kokularıyla mest, Karatepe tırmanışlarını sadakatle sürdürür. Kitabını açar okur, bakınır, düşünür, ağlar, güler, ağzında avıyla geçen tilkiyi ürkütmemek için taşla taş olur.

Sudan'lı yazar Cemal Mahcup'un Cinlerle Yolculuk romanının, "abla"nın gülmekten gözünden yaşlar gelerek okuduğu pasajları gibi, Parantez Yayıncılık'tan, John Fante'nin yazdığı Büyük Açlık da, 1900'lerin ilk yarısında Amerika'daki İtalyanların öykülerini çok yalın bir dille anlatır. Annenin Günahları öyküsünden (s. 155) bir bölüm: 
"...O gece Papa, haberleri Donna Martino'ya açtı. Carlotta, Bettina ve kocası ile sinemaya gitmişti, oturma odasında yalnızdılar. Papa radyonun yanına oturmuş, on haberlerini dinliyordu. Mama karşısındaki derin koltukta uyukluyordu. Uyuyan bir dağ gibi kaplamıştı koltuğu. Çocuklarından biri gece dışarı çıkmışsa Donna kapı açılıncaya kadar o koltuktan kalkmazdı. Giovanni korkuyla baktı uyuyan dağa. O bir yanardağdı ve Papa haberi öğrendiği anda patlayacağından emindi. Mama patladıktan sonra o dağın yamacında oturan ve kurtulma şansı olmayan bir köylüden farkı kalmayacaktı...

"Abla"nın çocukluğunun kitapları arasında biri, Pamuk Prenses'in son sayfada jelatin tabutta betimlendiği üç boyutlu kitabın bir sayfası, cücelerin çalıştığı rengarenk ışıltılı muhteşem kristallerle dolu bir madeni resmeder. Daha sonra Kryon kitaplarında rastladığı, Dünyanın fiziksel ortasında bulunduğu halde, boyutlar arası özelliği nedeniyle asla keşfedemeyeceksiniz diye belirtilen yerde, Akaşik Kayıtları barındıran kristaller ifadesiyle yerinden zıplayan "abla" kendisini elli yıl sonra halâ etkileyen bu manzarayı "bilir".

Ruh ve Madde Yayınları'ndan, Akaşik Kayıtlar; Şenol Sohtorik'in büyük beceri gerektiren çevirisiyle, aktaran/yazan Rudolf Steiner. 1939'da yayınlanan ilk baskı için Maria Steiner'in önsözü, Ruhbilim ışığında günümüz kültürü, Atlantikli (Atlantisli) Atalarımız, Dördüncüden beşinci ana-ırka geçiş, Lemurya ırkı, Cinsiyetlerin ayrılışı, Cinsiyetlerin ayrılışından önceki son dönem, Hiperboreal ve Kutupsal çağ, Günümüz Dünyasının başlangıcı, Güneş'in ayrılışı, Ay'ın ayrılışı, Dünya'nın kökenine dair, Dört bedenli insan... gibi bölümleri olan kitabın arka kapağında "Okunduğunda insanı şaşkınlığa sürükleyecek olan bu kitap, bizi yakın geçmişten uzak geçmişe doğru spiritüel bir yolculuğa çıkarıyor. Bu, kitap olmaktan çok, "Spiritüel bir Plan", geçmişin kayıtları, geleceğin planıdır..." denmekte.
(s. 92) "...Dış gerçeklik henüz mevcut değildi, çünkü dış duyular yoktu. Fakat ruhsal gerçeklik kendini bu üstün varlıklara sunuyordu. İçlerinde ışıldıyordu; bugünün insanının bedensel gözüne yansıyan güneş ışıkları gibi. Bu varlıkların içindeki bilgilenme (içinde mevcut olan bilgilenme olgusu), tam anlamıyla sezgisel (mantal sezgi) bilgi denilen şeydi. Onlarda varsayım ve kombinasyon yoktu, bunlar üstün akıl sahibi varlıkların (Dünya planının) tesirlerinin bir görünümüydü. Bu insan üstü kişilikler, ruhsal alemin tebligatlarını doğrudan kendi iradelerine kayıtlayabiliyorlardı. İnsanları bilinçli bir şekilde yönlendiriyorlardı. Görevlerini ruhlar aleminden alıyor ve verilen talimatlara göre davranıyorlardı. 

Bu varlıklar (Sevgi varlıkları ya da bir diğer deyişle, üstün akıl sahibi varlıklar, yani doğa yasalarını düzenleyen ruhsal varlıklar, melekler vs. Işık getiren güçler değil.) cinsiyetlerin ayrılma zamanı geldiğinde, yeni yaşamı misyonları doğrultusunda şekillendirmeyi görevleri olarak görmek zorundaydılar. Cinsel yaşamın düzenlenmesi onlardan sorulurdu. İnsan neslinin devamıyla ilgili her tür faaliyet, başlangıcını onda buldu. Bunu uygularken ne yaptıklarının tamamen farkındaydılar; fakat diğer insanlar bu etkiyi üzerilerine ekilmiş bir içgüdü olarak hissediyorlardı. Cinsel aşk, insanın içine aracısız düşünce aktarımı yoluyla ekiliyordu. Başlangıçta açığa vurulan ifade tarzlarının tümü en asil / soylu türdendi. Bu alanda çirkin bir karaktere bürünen ne varsa, daha ileri zamanlarla ilgilidir; insan özgürleşmesiyle birlikte bu özü, saf dürtüyü kirletti. Eski zamanlarda cinsel dürtüler insanın kendini tatmin etmesi için değildi. Burada her şey insan varlığının devamını sağlayabilmek için bir fedakarlıktı. Döllenme kutsal bir şey olarak görülmeye başlandı, insanın dünya üzerinde yerine getirmesi şart olan bir hizmet. Ve bu alanın yönlendiricileri ve düzenleyicileri fedakarlık rahipleriydi..."

Sonuçta kafa kafaya veren bahçıvan "abla" ikilisi, çitlembiğin, ikinci evin verandasından bakıldığında manzarayı engelleyen kısmını feda etmekle kalanı kurtarabilecekleri fikrine varırlar: Hacminin 1/3'üne mal olan acı verici işlem sonrası bol su ile yıkanan kökleri azıcık gübreyle yoğun bakıma alınan güzelim bitki için, İstanbul'a giderayak, "abla" dualarıyla, bahçıvanınkiler birbirine karışır. 

Hiç yorum yok: