5 Mayıs 2010 Çarşamba

Genç kadın, "abla"yı dehşete düşürerek, "...babam" der, "elimi tutar... o ıslak bir bez derdi, ıslak bez..." diye anlatır.

Birmilyonkalem'den sevgili editörünün Radyo 1'e yaptığı, çocuk istismarının, cinsellikle sınırlı olmadığı fikrine katıldığı, istismarın sınırları araştıran, bu konuda eğitimin nasıl yapılabileceğine dair değerli ipuçları veren özlü, güzel konuşmayı dinleyip, epeydir toparlamaya çalıştığı yazısını bitiren "abla", dağıtıma geçmeden, "Çocuğuma Dokunma" diye de etiketler.

1989 ile 1990 arasında bir yıl süreyle Abide-i Hürriyet Caddesi üzerinde 110 numara çatı katında,
"abla"nın da katıldığı, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu toplantılarda, her perşembe ortalama 10 kadın, iki saatliğine bir araya gelir, hayatın ruhlarında açtığı gedikleri onarmak üzere, iki terapist gözetiminde konuşur, konuşurlar.

Bir seferinde, -grup terapisine bir kereliğine katılan, ağır bir vak'a olduğu için birebir terapi yanında ilâç desteği de alan- çok genç bir kadın, "abla"yı dehşete düşürerek, "...babam" der, "...gelirdi yatağa, yanıma, yorganı boğazıma kadar çeker, elimi tutar..." bir yandan yanaklarından seller gibi inen gözyaşlarının boğduğu sesiyle, "...o ıslak bir bez, derdi, ıslak bez..."
diye anlatır. Yeni evlidir, omuzlarından -yorgan hizası- aşağısı hiç bir şey hissetmediği için, eşiyle, yaşadığı eksik cinselliğin arızasını giderme peşindedir.

Toplumun yargıları yüzünden gizlenen,
-yalnızca %30'unun ortaya çıktığı- taciz olaylarının büyük kısmının, çocukların güvendikleri, genelde baba, ağabey, amca, dayı gibi en yakın kişilerce gerçekleştirildiğini, annelerin farkına vardıklarında, bu duruma, hep birlikte sokağa atılır kötü yola düşeriz korkusuyla göz yumduğunu öğrenen "abla", son yıllarda ensest olaylarının, aynı ailenin cezaî ehliyeti olmayan genç fertlerinden biri eliyle örtbas ettirilişinin pek çok örneğine tanık olur.

Tim Roth filmi The War Zone, babanın kızıyla yıllar süren ilişkisini anlatır; anne durumun farkına, ancak, yeni doğurduğu kız bebeğin kundağında kan gördüğünde varır. İlk Dogma filmlerinin en iyilerinden, Thomas Vinterberg'in Şölen'i, annelerin kapı aralığından sessizce izleyip suskun kaldığı yıllar boyu, tecavüzüne uğradıkları babalarının, 60. doğum gününde bir araya gelen yetişkin erkek kardeşler çevresinde döner; ifşaatlara karşın şölen/düzen sürer.

Todd Solondz
filmi Mutluluk'ta akranı küçük oğlanlara ilgisini farkedip, sevgisi uğruna, babasına kendisini "öneren" küçük oğul, Savaş Sırasında Yaşam'da, -artık- üniversiteye gitmekte, bonobolar arasındaki ensest ilişkiler üzerine tez hazırlamaktadır. Terapi de gördüğü hapisten çıktığında, kendisini, üniversitedeki odasında ziyarete gelip özür dileyen babasına, tezini, "baba oğulla, kızıyla, ana oğluyla... huzur içindeler..." diye anlatır. Filmin sonunda -bu kez- küçük oğlan, öldüğü söylenen babası hakkındaki gerçeği bilerek, -adamın siyah takım elbisesiyle karşı kaldırımda sessizce süzüldüğü sahnede, beride- "ben" der, "babamı istiyorum!"

Çocuklar sadece aile üyelerinin tacizine uğramaz. Hiç bilmedikleri bir konuda küçük bir çocuğu -ne diyerek, nasıl yaparak- uyarmanın zorluğu ortadayken, tanımadıkları kişilere karşı "çocuğu yaşamdan yalıtmadan korumanın yolu ne olabilir?" diye düşündüğü günlerde "abla", -Konsomasyon Taburesi 157'de yazdığı üzere- bir belgesel izler: Şempanzeler üzerine siyah beyaz eski bölüm “abla”nın dikkatini çeker. Biri, elinde dolu bir süt şişesi tutan tellerle üretilmiş anne maketi, diğeri süt şişesi taşımayıp tellerin üzeri yumuşak kumaşla kaplanmış bir başka bir anne maketi: Yavru şempanzeler acıktıklarında gidip süt içerler ve geride kalan zamanlarının tamamını yumuşak kumaş kaplı maketin kucağında geçirirler! Muhteşem!

Dokunmanın önemi üzerine inanılması zor, etkileyici bir gözlem! “Abla”nın, Irvin D. Yalom’un Nietzsche Ağladığında ve Divan kitaplarında okuyup, terapistinin onu ille de omzuna dokunarak uğurlayışında test ettiği dokunulmak, bazı ruhsal hastaların dokunulmaya tepkileri, dokunulmanın taciz başlangıçı olabileceği kaygısıyla bir diğerine dokunmayan -örn. Amerikan- toplumların arızalı duygusal yaşamları, bizim sıkı sıkı sarılmaya yatkın, sevecen ve çoook daha dengeli duygusal toplumumuz, bir çok gözleminin yerli yerine oturduğu, bütünleşen bir manzara oluşturur. Bu çok önemli diye düşünür "abla" dokunulmak; bu anda, burada! olduğumuzun yaşamsal kanıtıdır ona göre...


Her parçası başlı başına bir anlam taşısa da, parçalı resim tamamlandığında ortaya tuhaf bir manzara çıktığını gören "abla", sağduyusu Basiret Hanım rehberliğiyle şu noktaya varır: "Saldım çayıra Mevlâm kayıra!..", "Allah rızkını verir...", Dünyada aç mezarı yok!" yaklaşımı bir yana bırakılıp, -özellikle sevmeye zaman ayrılarak, bakılabilecek sayıda edinilen- çocuk, güven duygusu, yakınlık ihtiyacı zedelenmeden, ebeveyninin gözetiminde sevgiyle
büyü(tül)meli...

Hiç yorum yok: