20 Mart 2009 Cuma

Senbilirsinabla kimdir? Konsomasyon Taburesi, …demek isterdim!, Öte yandan… neyin nesidir?

Her konuda erken olgunlaştığından, karşı cinse yönelik çıkışları sayılmazsa, kendisinden beklendiği gibi, akıllı, uslu, liseyi dereceyle bitirip, ileri görüşlü annesinin yönlendirmesiyle Grafiker olmaya niyetlenen “abla”, ‘70’li yılların ortasında taşradan ayrılır, İstanbul’a gider. Yurt yaşamından o derece acı duyar ki, 21:30’da, son dakikada içeri girip, dolabından aldığı boyalarını, fırçalarını çalışma masasına koymasıyla, suntaya gerdiği kâğıda kapanıp –kendine koyduğu teşhise göre bu, savunma mekanizmasının marifetidir- uykuya dalması bir olur.

Grafik öğrenimini, -‘70’li yılların ikinci yarısı- duraklarda, kahvelerde ortalama günde 20 kişinin vurulduğu günlerde, Beşiktaş’ta Akademi’ye bağlı, kum deposundan bozma binada, kurt başlı yüzüklü-kemer tokalı, sarkık bıyıklı gençlerin okul basma tehdidi altında, hocaların bazıları “10 kişi olunca beni çağırın” diye savsakladığından “abla”nın öğrenme şansı olmadığı perspektif dersindeki gibi yarı dolu yarı boykot sürerken, değerli grafikçilerden öğrendikleriyle, 30 kişilik sınıftan 3 arkadaşıyla dönem yitirmeden tamamlar. Okulun 3. sınıfında staj için başvurduğu, -zamanın en büyüklerinden- reklam ajansında, devam zorunluluğu olmadığından, son sınıfta çalışmaya başlar.

Evlenen, bir kız doğuran, boşanan, yine evlenen, bir kez daha boşanan “abla”nın, kriz bahanesiyle ücretlerin ödenmediği, iflâsların, bir gecede işsiz kalmaların… yaşandığı 10’dan fazla işyerinde, çalıştığı 22 yıl boyunca yanındaki duvarın dibi, tabure, kalorifer peteği, çekmeceli etajerin üzeri hep doludur. “Abla” çalışırken, onun Konsomasyon Taburesi adını verdiği tüneği boş bulan, kız/erkek arkadaşlarından, ailelerinden, para(sızlık)dan dertli, kimi entelektüel olmanın kriterlerini merak eden, hatta gerdek gecesi doğum kontrol yöntemi soran arkadaşları gelip otururlar; “kelin merhemi olsa kendi kafasına sürer” demeyip, babasız bir kız çocuk büyütmeye çalışırken kendi yaşamını dengelemeye çalışan “abla”ya akıl danışıp öğütlerine kulak verir, sen bilirsin abla derler, “sen bilirsin…” Kuzeninin dükkânında, el yapımı tebrik kartları, kutular sattıkları dönemde de “abla”nın Konsomasyon Taburesi hiç boş kalmaz.

Kendisini, “zorunlulukları yerine getirmekten mutlu olduğuna” inandıran ego’su Sebastian’ın kamçısı altında, beklentileri karşılayıp, olmazsa olmaz sevgiyi/sevilmeyi garantilemeye çalışırken, 30’lu yaşlarında, bir şeylerin içine sinmediğini fark eden “abla”; zaman zaman yanlış bir planete doğduğu duygusu yaşamasına neden olan, tanık olup acı duyduğu –düzeltmeye, mümkün değil birkaç ömür yetmez- yanlışlıklara, savaşlara, kıyımlara, işkenceye, tecavüzlere, istismara, kadın, çocuk, hayvanlara yönelik şiddete, uyuşturucuya, sigaraya… kötü olduğu bilinerek sürdürülen kötülüklere katlanabilmek ve iki boşanmanın yıkımı altından kalkabilmek için katıldığı, bir yıl süren grup terapisinde, “içindeki çocuk”, “kendini sevmek” gibi kavramlarla karşılaşır. Bir yandan, varlığından –henüz- habersiz olduğu sağduyusu Basiret Hanım, kulağına “…her şey göründüğü gibi olmak zorunda değil, her şey bundan ibaret değil…” diye fısıldamaktaysa da “abla”nın onu duyabilmesi, dahası dinlemesi için epey zamana ihtiyaç vardır.

2004’ün ikinci ayında, sabahları, karnında çöreklenmiş, gününü zehir etmeye hazır, nedensiz panik, dehşet, telâş ve sınırsız öfkeyle uyanıp yaşamını sürdürmeye çalışır; mükemmeliyetçiliği, kendisine verdiği alçakgönüllülük eğitiminin dozaşımıyla yol açtığı değersizlik duygusu yüzünden yıllar önce ölmüş annesine söylenirken, sevgili bir arkadaşı, bir kendini geliştirme seminerinden söz eder. “Abla”, haftada birkaç saat, birkaç ay süren bu çalışmalar sonunda, yıllardır peşinde olduğu sorunun yanıtını bulur: “Yanlış bulduğun her şeyi değiştirmene imkân yok, kendini, bakış açını değiştirmelisin!”

Böylece yeni bir yol çizer yaşamına: İlk iş, birbirlerine âşık âşık bakıp, kızın çevresinde dolanan boylu boslu, yakışıklı, yüreği sıfatını gölgede bırakacak güzellikteki delikanlıyı incelemeye alır. “Abla”nın şansına, kızının liseden arkadaşı oğlan, tam o ara iş bulur ama işi onu İstanbul’da yaşatacak geliri sağlamaz. İkisinin bunalımda oldukları günlerden bir gün, üçü sofradayken “abla”, “eee” der, “siz evlenin bari…” Basiret Hanım’ın desteği yadsınmaz bu karar, çok doğru bir adımdır; damadın iyi niyetli, sevecen ailesinin de oluruyla, kızın odasındaki tek kişilik karyola yerine, iki kişilik olanı konur, evlenirler. Karı koca evin ekonomi çarkını döndürünceye dek başlarını bekleyen “abla”, bir yıl sonra, annesinden kalma yazlık evi tadilâtla kışlığa çevirip, boncuk, düğme, kâğıt, kumaş, kitap doldurduğu kolileriyle, kentin örselediği ruhunu onarma kararıyla, Kuzey Ege’ye göçer.

Artık bol bol zamanı vardır; kimdir, nereden gelip nereye gitmektedir, içine sığmayan öfke nedendir, ruhun sonsuzluğu nedir, kesintisiz sevinç mutluluk, huzur mümkün müdür?

“Tıp!… tıp!… tıp!…” sesi üzerine, başını, okuduğu Kryon 3. Kitap’tan kaldıran “abla”, sobanın dirseğinden yere sulu zift damladığını görüp alarma geçer. Kendisi drama dahil olsa da olmasa da, hayatın sürdüğünü keşfedip dramın dışında kalmayı seçtiğinden, birkaç yıldır haber dinlemeyip, gazete de okumadığından, ortanca kız kardeşinin, soba tutuştursun diye, üşenmeyip Bursa’dan taşıdığı gazeteleri güzeeeelce ortalığa yayar. O ara, en üste serdiği Cumhuriyet’in Ekonomi Sayfası’nda, onpunto’yu anlatan, blog, blog yazarlığı üzerine bilgi veren bir yazı-haber dikkatini çeker. Sebastian’ın, söyleyecek çok sözü olduğunu söylemesi, Basiret Hanım’ın da yüreklendirmesiyle abla”, küçük kız kardeşinin hediyesi laptop başına geçer, Google’da onpunto’yu arar, bulur ve 21 Mart 2007 tarihli ilk yazısını yazar.

Blog’unun adı “Konsomasyon Taburesi”, kendisi “senbilirsinabla”dır. Başlangıçta rümuzlu cinsinden bir Güzin Abla çeşitlemesi düşündüyse de, ölçemediği okunma ve gerçekleşmeyen katılım yüzünden taburesine, ev yapımı terapi amacıyla kendi tüner; “abla”nın eteğinde dökmesi gereken bir yığın taş vardır. Onpunto kapanana -9 Temmuz 2008- dek, 164 tane Konsomasyon Taburesi yazar. Daha çok günlük havasındaki yazıların, eteğindeki taşları çok da hafifletmediğini görmekte gecikmeyen “abla”, daha cesur, daha içten davranması gerektiğini düşünür.

Sevgiyi yitirmeme adına, yıllarca söylemediği, söyleyemediklerini yazdığı yeni bir blog açar “abla”: “…demek isterdim!”. 50-60 yazıyla, daha çok ego’su Sebastian’a hizmet eder görünen “…demek isterdim!” i, 30 kadar yazıyla, madalyonun üçüncü yüzünü irdelediği, sağduyusu Basiret Hanım’ın desteklediği “Öte yandan…” izler.

Onpunto’nun beklenmedik vefatından sonra, gezi yazılarını senbilirsinablaseyyah, sinema yazılarını senbilirsinablasinefil isimleriyle, –kendi kendine konuştuğu, bağırsa da kimsenin duymadığı, kapısı ve penceresi olmayan odaya benzettiği- bloglarında yayınlarken, araya sora, -kapıları, pencereleri, salonu, mutfağı olan, insanların bir araya geldiği- blogcu, azbuz, binbirfikir, sinemablog’u keşfeder, derken onpunto’dan arkadaşları birmilyonkalem’de toplanırlar.

Senbilirsinabla adıyla yola çıkan, binbirfikir’de Fatma Kutlusoy adıyla tanınan “abla”, okunulurluk sıralamasında nerede olduğunu bilmez. Şöyle düşünür; her zaman izlediği rotada, aklı-gönlü ne sormuş, yaşamı boyunca ne bilmek istemişse, zaman içinde er geç, mutlaka yanıtı bulmuştur; bu açıdan baktığında içi rahattır, ihtiyacı olan der, “ya Konsomasyon Taburesi’nde, olmadı, …demek isterdim!de, ya da Öte yandan…da, belki de diğer yazılardan birinde, kendisine gerekeni mutlaka bulacaktır…”

11 Mart 2009 Çarşamba

“Abla”nın doğum haritası: Keşifler, sırlar, öğütler…

Gece 23:35 Ayvalık otobüsüyle, evine dönmek üzere yola çıkacak “abla”nın, İstanbul’daki son gününde, Levent Metro çıkışından alınıp, aynı özenle taaaa evine dek bırakıldığı bu önemli buluşmanın temeli, aylar önce Volga gezisi sırasında, gruptan bir başka arkadaşın doğum haritası üzerinde konuşulurken kulağına ulaşan, hayret, hayranlık, teslimiyet taşıyan nîdasıyla atılır.

Annesi, sağlığında, sabah saatleri… türünden belirsiz bilgi verdiği için yükselen burcunu bilmeyen “abla”nın, talebi üzerine, doğum haritasını hazırlayan, birkaç gün önceden randevu veren ve bu konuda söyleyecekleri için, sessiz mekân arayışına giren arkadaşı, sonunda en uygun yer olarak ofisinde karar kılar.

Kız kardeşlerinin ODTÜ’den tanışı arkadaşı, önce Ekonomi’yi bitirir, ardından İstanbul’da Finans ve “abla”nın kendisi için kurduğu hayalleri gerçekleştirerek Uygulamalı Psikoloji okur. Şirket ve bankada üst düzey yöneticilik yapar, Astroloji kursları alır. Okumak, öğrenmek için gelmişe benzediği yaşamının arta kalan zamanında aile-çift terapisi/psikanaliz/bilişsel terapi/yönetici koçluğu-mentor’luk, arada çok azıcık kalmış özel yaşamından fedakârlık ederek beş kedi babası çalışkan adam üşenmez, arkadaşlarının doğum haritalarını oluşturur.

2.5-3 saatlik konuşma için, salonda, ilkokulun ilk sınıfında, sıraların, küme çalışması için düzenlenişi gibi, yüz yüze bakılacak şekilde yerleştirilmiş masaların bir kıyısına yerleşen “abla”, not tutmak için defterini çıkarır. Arkadaşının ayrıntılı, özenli, titiz çalışmasını ortaya sermeden önce çalıştırdığı küçük ses kayıt gerecinin amacı, konuşmanın, daha sonra tekrar dinlenebilmesi…

Okuduğu Sufizm ve Psikoloji isimli kitapta rastladığı “…her birinize birer not düştük…” ibaresinin yükselen burçla ilgili olabileceğini söyleyerek çalışmayı başlatan arkadaşı, “abla”nın bu çalışmayla ilgili beklentisini bilmek ister. “Sınırlarını her zaman merak ettiğini, anlatacaklarından öğrenecekleriyle bu koyundan birkaç post çıkarabileceğini” belirten “abla”, arkadaşına çalışmanın bir laboratuar olduğunu söyler, bunu makale haline getirmesi konusunda yetki verir.

“Burcun İkizler, yükselen burcun Yengeç…”
“Aaaaa, çok ilginç!”
der “abla”, kendisini hiç de “Yengeç” sanmadığından, şaşkınlığı sürerken, arkadaşının eline verdiği, anlamadığı renkli küçük sembollerin yayıldığı doğum haritasını inceler. “Muhtelif konulara ilgi duyuyorsun, öncü karakterinle olayları başlatıcı, yerleştirici, düzelticisin; duygu dolusun, dürtüsellikle yeni fikirlere yöneliyorsun, sistematik düşünceye uzaksın, bir örnek vermek gerekirse bu, yanardağdan fışkıran lâva benzetilebilir, akıcı ve yakıcı… Gölge yanı kendi duygunu tam yakalayamadan, anlayamadan başka bir konuya geçmen… Ben bunu biliyorum diyebilirsin, leb demeden leblebi gibi; önyargılı dinleme sağlıklı öğrenmeyi engelleyecektir." “Abla” bunu hep yaşadığını, geçişi kendisinin bile ayırt edemediğini belirtir. “Acele ve sinirli bir konuşma tarzına sahipsin, duygusal aşırılıklar yaşayabilirsin, ağlarken gülmek ya da tam tersi…”

“Kendini bütünleme alanın grup çalışmaları, burada ego sorun çıkarabilir, gölge yana kayıp seni onaylayan kişileri seçebilirsin, onlara bağımlı olabilirsin ve onları da kendine bağımlı hale getirebilirsin. Dünyaya annelik etme eğilimi gösterebilirsin…” derken “abla”, arkadaşının sözünü keser, “Senbilirsinabla!” der, “Kendime Senbilirsinabla demişim, daha ne olsun?!” Aklında, kızının “beni boğuyorsun anne!” feryadı ile kız kardeşlerinin, “Fatoş’un sultası” dediği anaçlık manzaraları… “Birkaç yakın arkadaşımla, ergenlik krizi yaşadık” diye anlatan “abla”, “ilk gençlikte ana babaya nasıl baş kaldırılır, aynen öyle oldu, yaşamlarını yakından izlediğim, düzenli sevgi dozu aldığım arkadaşlarım, bir zaman geldi, programlara uymadılar, aksaklıklar yarattılar ve sonuçta benden uzaklaştılar” diyerek madalyonun öteki yüzünü çevirir; “…şu da var, sevgi ihtiyacıyla yarattığım/yapıştığım bu bağımlılık içinde, gelişmeme engel olurlar kaygısıyla, bir zaman sonra, belki de, ben onları silkeleyecektim.”

“Yengeç besler, büyütür, kendini de besleyip büyütebilmesi için kabuğunu atması gerekir… Kabuk bir anlamda duygusal güvence arama…” Bu, “abla”ya bir arkadaşından gelen “Yanında daima bir sevgilisi olsun ister” diyen, karakter/burç tahlili konulu mesajı hatırlatır. “…Sevme gücün fazla, başkalarının duygularını emiyorsun…” “Kraldan çok kralcı olmak gibi mi, aşırı empati yani…” diye sorar “abla”; “Başkalarıyla bu derece özdeşleşir ve sen o olursan, bu sefer sen neredesin? Bu gibi durumlarda aklında tutman gereken sözcük feda-kâr, neyi feda ettiğini…” “Ama, bir dakika...” diye arkadaşının sözünü keser “abla”, “…burada niye ama diyorum, savunma mı yapıyorum?” Fedakârlık sözcüğünün aklına ilk getirdiği, temel konularından, kendisinden beklenen anneliği sergilemediğini düşündüğü annelik meselesi! Evet, bu bir savunma: “Ben, bildiğimiz anlamda anne değilim, bizim ilişkimizde, o kadar da fedakâr annelik yok, bir anne çocuğunu bırakıp uzak bir yere yerleşmez. Kahvaltı ettiniz mi, sırtınıza havlu sokun, şunu yapın, böyle edin... yakın markajı ile, en çok bir alt sokağa taşınır. Çocuğum beni arar, ben onu aramam; geçenlerde bir operasyonla yirmi yaş dişini aldırmış, bedeni çok düşkünken işe gitmiş, kendini kötü hissetmiş beni aradı, yalnızca ah, canıııııım demeni istiyorum anne, diyen çocuğa, ben, sorumluluk duygusuyla, 600 km. öteden ne yapabilirim, dedim. Görünüşe göre, benim, anneden çok, kızımın en yakın arkadaşı olmak istememin temelinde, Yengeç’liğimden gelen anaçlığa kaptırırsam, kendimi geliştirme fırsatımı yitirebilirim, korkusu var” Arkadaşının, Yengeç’liğin gölge yanı diye adlandırdığı saptama, “abla”ya, Yengeç Burcu ferdi olan ortanca kız kardeşinin “anne olmamayı seçmesi”ni hatırlatır. Üretken bir akademisyen olup, sınıflar dolusu çocuklar eğitsinler diye, öğretmenler yetiştiren kız kardeş bunu, çok net biçimde, “anne olsaydım, sadece –o çocuğa- anne olurdum” diye ifade eder.

“Geçmişten getirdiğin özelliklerini gösteren Güney Ay Düğümü Boğa’da; yani mülkiyetçilik, toplama, stoklama, inatçılık, para ile ilişkin…” “Abla” düşünür ve yanıtlar: “Para beni ifade etmez ama şu var, bana verilen bir şeyi hak edip etmediğimi düşünürüm, giderek geride bıraktığım bir bakış açısı ama, emeğime fiyat biçerken zorlanırım; bu durumda para, aslında benim değerim, öyle mi? Maddi değeri olan değil kendimce güzel şeyleri, düğmeler, boncuklar, değerlendirebileceğimi düşündüğüm şeyleri biriktiririm, mülkiyetçilik sayılırsa… Ailede dik kafalı, fikri sabit diye anılsam da, kendimi inatçı değil, azimli bulurum. Demek bunlar Boğa tarafımdan… Zoru seçmede ısrar? Buna inatçılık denirse evet… Böylece eylemimin daha değerli olduğunu, sonuçta iki kat puan kazanacağımı düşünürüm.”

“Abla” örnek olarak Kryon Kitapları’nın birinde rastladığı Wo meselini anlatır: “Cinsiyeti belli olmayan Wo, bir gün bilge bir kişi olmaya karar verir, birkaç yıllık süreçte –ki meselde bu süreç, Wo’nun yokuş yukarı, taşlara, dikenlere takılıp bin zahmetle tırmandığı bir tepe olarak sembolize edilmiştir-, kurslara katılır, bununla ilgili tüm kitapları okur, ses, tütsü, renkler eşliğinde meditasyon, yoga yapar, kristaller, taşlar edinir. Sonunda tepeye ulaşır, çok mutludur, ben artık bilge bir kişiyim diye sevinirken, birden kulağına tepenin öteki yamacından bir takım neşeli konuşmalar, gülüşmeler gelir; gider bakar ki, ne görsün? Bir asansör, yamacın dibinden yukarı insanlar taşımakta! Çok kızar ve Tanrı’ya seslenir; Beni niye kandırdın, bunca uğraştım, çabaladım, bana niye bir asansör olduğunu söylemedin? Tanrı Wo’yu yanıtlar; sen bana bir asansör olup olmadığını sormadın ki! İşte,” der “abla”, “aynen böyle, bu Wo, benim! Ne kadar çabalar, yorulursan elde ettiğin şey o kadar değerli olur diyen temel bir inancım var.” “Peki, kolay bir yol varsa da aynı şekilde mi davranırsın?” sorusunu “Evet, üstelik fazlası var, kolayı seçenleri kınarım” diye yanıtlar. Arkadaşının “Zorluklara indeksli bakış açısını değiştirene dek aynı durumlarla, tekrar tekrar karşılaşacaksın” sözleri, “abla”ya, bu ısrarından kurtuluncaya kadar defalarca reenkarne olup aynı durumu pek çok kez deneyimlemesi gerekeceğini düşündürür, dehşete düşürür.

“Bu yaşamında gerçekleştirmen, dönüştürmen gerekenler ise, yani Kuzey Ay Düğümü, Akrep’te. Yardım istemeye açık olmak; bu, bende yok demektir ki…” derken arkadaşının sözünü kesip “Senbilirsinabla’ya yakışmaz” diyerek dalga geçer “abla”, “onda her şeyin fazlası var, ki dağıtmakta, nasıl isteyebilir?” Arkadaşı sabırla sürdürür; “Boğa yanın eski, sabit yolda tutmaya çalışacak seni ama, sen partnerliğe ve değişime açık olmalısın.” Biriyle "birlikte büyüme”nin ne değerli bir deneyim olduğunu bilir “abla”, bir yandan da “değişimimi sağlayacak şeyleri, ben ancak özgür olursam -kendi başıma- gerçekleştirebilirim” diye düşünerek kendi ayağına dolanır; asansörle çıkmayı, dahası, asansörün varlığını reddeder. O arada, güçlü olduğunu iddia edip partnerliği reddederken birden fark eder, “güçlü olan, partnerlikte de varolmaya devam eder, yok olacağımı düşünüyorsam” der “demek ki, sandığım kadar güçlü değilim.”

Arkadaşının Kuzey Ay Düğümü’nde gördüğü ve “abla”ya önerdiği, “sahip olmadan sevmek” konusunu, -Ptaah, Pleiades Mesajları’nda okuduğu ilk zamanlardan beri- ne zaman duysa, “…yumurtasız omlet yani!..” diye söylenmekle birlikte, bu kez, ses kaydını dinlerken fark eder ki, ya başı bağlı, ya da arada uzak mesafelerin olduğu, olmayacak kişilere sevdalanarak çözmüş; yani zaten, yıllardır sahip olmadan sevmekte!

“Baba, felsefesi olan, dengelemeye çalışırken, anne toplumda daha ön planda, kendi hedefleri peşinde giden karakterler… Babanı yok saymış, çatışmış olabilirsin.” “Abla”nın çok isabetli bulduğu teşhisler üzerine, altın öğütler: “Günlük yaşamda düzenlemeleri, iyimserlik, hoşgörü ve kendine yönelik şefkatle yap, sorumluluklarını abartma, kendini daha az yargıla, kendi deneyimine güven. Ve dönüşüme açık olmalısın.” “Abla”, doğum tarihi 23 Mayıs 1958’de tekrarlanıp duran 5 sayısının, (2+3=5, 5. ay, 1+9+5+8=5), mistik anlamda, değişim, dönüşüm anlamına geldiğini söyler ve ekler “yeryüzündeki işimin bundan ibaret olduğunu baştan beri, bilmek değilse de, hep sezdim…”

“Sen Dünya’ya gelişinde, aslında kendi yolunda giden birisisin. Küllerinden doğan Phoenix gibi, kendi iç dünyandaki gelişmelerle büyümektesin…”
Bu fikir “abla”nın kulağına pek hoş gelir, Rehberim kendimim yani” der “öyle mi?”

“Yabancı kültürlerle karşılaştığında –taşra, Burhaniye gibi- kavga etmektense, su gibi akışa uyuyorsun. İlişki kurma biçimin direkt diyen arkadaşı, “abla”nın, sevgiliye “sevginin bilgisi”ni vermekte direkt davrandığını, geliştirmekten ise geri durduğunu, -küçük bir soruşturmayla- ortaya çıkarır; “hayâl kırıklığı yaşamak istemiyorum” der “abla”… İlişkiyi bir statü olarak mı gördüğü sorusunu ise “ileride bilmemkimin annesi sıfatıyla anılmayı istemediğim için anneliği reddettim; annem kadar mükemmel anne olamayacağım takıntısı, Yengeç’likten gelen anaçlığa kaptırma kaygısı, üzerine statü korkusu eklenince, zavallı çocuğum, resmen öksüz büyümüş!” diyerek yanıtlar.

Muhteşem keşif yolculuğunun bitimine doğru, “Güneş tutulmalarının bir yıl, Ay tutulmalarının ise 6 ay kadar etkisini sürdürüp bizi etkilediğini…” belirten arkadaşı, en son, “abla”nın artık nedenini, -geçmişten getirdiği Boğa yanıyla dönüşmesi gerekli Akrep tarafı arasında kalmaktan doğan- bildiği, yüreğinde bir üçgenin dar açısına doğru sürüklendiği hissiyle yaşadığı, Ekim 2008’de başlayıp Ağustos 2009’da sona erecek görünen, Kardeşler Evi’ndeki kıstırılmışlık duygusundan söz eder.