2017 Mayıs’ı yirmisinden beri, artık duyduğu her yeni sözcüğü yarım yamalak tekrarlayan torunuyla bir arada “abla” çok mutlu. Arada fare başlı sarı boya kalemiyle “fale, fale, faleeee” diye bağırarak mutfağa dalıp bulaşık yıkayan anneannesinin poposunu ısırtan küçük oğlan “abla”nın “ay, aaaay!”larına pek güler. Çamaşır serer toplarken mandaldan mamûl renkli tavşanlar, mutfak artığı temiz streçten, alüminyum folyodan yuvarladığı toplar, oyuncaktan ziyade kutu, kapak, kozalak türünden çer çöp barındırır görünen oyun sepetinde yerini alırken Senbilirsinanneanne’nin asıl amacı çocuğun hayal ve tasarım gücüne fırsat vermek.
Annesi gider babası gelir, arada anneanne gözetiminde küçük aile biraraya da gelir. Bayramdan sonra, iki yıla yakındır oğlanın bakıcı ablası, gerekli parayı biriktirdiğinden mimarlık okumaya Rusya’ya giderken doldurulamaz görünen yerini, kendisinden kat be kat büyük özgüvenini “abla”nın kıskançlıkla gözlediği, çok daha genç bir ablaya bırakır. Plajda iki haftada, sitede 10 yıldan fazladır oturan anneannesinden fazla çevre yapan, sosyal becerisi tartışılmaz torunun, yeni ablaya “kebelek resmi” çizdirip saklambaça başlamaları çok sürmez.
Bayramın bağlandığı Haziran sonu, ev yaşamını sağlık, mutluluk ve huzurla dengede tutmaya çalışırken, üzerine yığılı hissettiği tonlarca taşın, eski yılın hesap kapatması olduğunun farkında “abla” sabırla bekler. Eş dosttan duyduğu ishaller, bulantı ve kusmalar “abla”ya kalırsa, yeni ayın desteklediği, duygusal bedenlerdeki blokajların çözülmekte oluşunun müjdecisidir. Damada kekik kaynatır, karnına koyduğu sıcak su torbasını yenilerken kendisi de bir kaç gece üstüste, -biri, sakladığı kavanoz dibindeki azıcık yiyeceğini (salça?), yan koğuştaki birine (kardeş?) verirse onu da tehlikeye atar mı kaygısıyla sarsıcı- hapishane rüyaları görür. “Abla”, en derin korkusu özgürlüğünü yitirme, ele geçirilme, esaret kökenli blokajlarını kan ter içinde salıverirken, sabaha karşı uykusunu bölen, can sıkıcı yoğurt makinesi alarmını bu kez minnetle karşılar.
2012’yi dengelenme yılı sayıp Yeni Çağ takvimini 2013’ten başlatan ezoteriklerin 5. Yılının ilk ayı Temmuz başında, -torununun doğumu ile başlayıp üç yıl süren ders yardımıyla- kendine aldığı yolu gözden geçiren “abla”nın başka düzeye atladığının farkına varışının nedeni, bir bilimkurgu klasiği; 1953’te yayınlanmış Arthur C. Clarke’ın ödüllü kitabı Çocukluğun Sonu*.
Pek çok tartışmaya yol açabilecek içeriği bir yana, kitabın çok etkileyici, kendisini de derinden sarsan finalini kızı, çok yerinde bulup hayranlıkla okuduğunu söyler. Yaklaşımını bir de sık sık tekrarladığı, Halil Cibran’ın
Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhları yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever
Diyen şiiriyle destekleyen özgürlük tutkunu kızının tavrını incelemeye alan “abla” kendisi ile ilgili derin bir gerçeğin farkına varır.
60’lı yaşlarının başına yol aldığı son üç yılda, giderek, yükselen burcu Yengeç’in özelliklerine bürünmüş “abla” aslında, doğumunda, -kendi annesi gibi mükemmel bir anne olamayacağını düşündüğünden- kızının ablası, arkadaşı olmayı seçmiştir. Gelişmelere bakılırsa, bu kez yan çizemeyip bu son enkarnasyonunda anneliği ille de deneyimlemesi gerekmektedir; öyle ki, kendisinden hiç de beklemediği biçimde davranan “abla”, evladını, kendi beklentileriyle sıkıca sardığı kıskaçları arasında tutmaya çalışır.
Zamanında hem babasız hem de annesiz, iyi kötü büyüyüp yetkin bir yetişkin olmuş kızı elbette bu sonradan türeyen anneye yol vermez; ebeveyninin tekâmülünü hızlandırma amacıyla gelmişe benzeyen torun merkezli tartışmalar bitmek bilmez ve kızının sözleri “abla”ya pek kırıcı, pek acı gelir.
Arthur C. Clarke’ın kitabının yol açtığı, kızının hükümran bir anneye ihtiyaç duymadığını net biçimde belirttiği konuşma, “abla”da bir bilinç aydınlanması yaratmıştır, bir karar alır. Doz aşımı sorumluluk duygusunun da katladığı arızalı annelik tavrından vazgeçmenin, dolayısıyla da tartışmaların incitici etkisinden korunmanın tek çaresi “abla”ya göre budur.
Ocağı kontrol edip türlünün altını kapatır, mayosunu giyip plaja iner, uzak iskeleden denize girer; epey açılmış kızını bulur “onu evlâtlıktan ama esas olarak kendisini annelikten reddettiğini” gerekçeleri ile bildirir. “Abla”nın, yüklediği binbir anlamla ağırlaşmış hasarlı enerji bağını kesmesini izleyen günlerde, irili ufaklı olaylarla sürekli sınanan radikal çıkışının sonuçları muhteşemdir, eski acılar hiçbir zaman tekrarlanmaz.
Tüm bunlar olup biterken, yılsonu değerlendirmesinin ana kalemi, “abla”nın halâ en temel eksiği, “kendine şefkat gösterip sevme” konusunda yol alıyor görünse de teoride süper, pratikte nal toplamada oluşu. Kafasında ürettiği olası çözümlerden birini, bu konuda konuştukları arkadaşına önerir; yürüyüş yaparken, “kendisi hakkında iyi düşünme” çalışmasına yardımı olsun diye, “Tanrı’nın eşsiz güzellikte bir parçayım, burada oluşum bunun kanıtı” ya da “Tanrı’m zihnimi sessiz, duygularımı dengede, bedenimi sağlıklı tut” türünden, mümkünse kendi sesiyle yaptığı kaydı dinlemesidir. Kendi sesini de duymaktan hoşlanmayan “abla”nın asıl beklentisi, duya dinleye kendimize önce şefkat sonra da sevgi duyabilme becerimizi tez zamanda kazanabilmek.
*Çocukluğun Sonu, birer buçuk saatlik üç bölümlük bir dizi olarak da izlenebilir; bir miktar klişeye bulanmış diziyi de izlemiş “abla”nın gönlü, elbette kitabın okunmasından yana…