90'lı yılların başında çalıştığı, eski solcu beş patronlu işyerinde, üç kişilik iş çıkarması beklenen "abla"nın, bilgisayar başında didindiği gergin bir günün sonunda, bu beş patrondan en çocuksu yaradılışlı olanı gelir ve klavyenin yanına minicik harika bir bebek kedi bırakır! Bu; ücretlerde, su+ekmek değerindeki yemek fişlerinde en ufak bir değişiklik yaratmazken, Ajans kârının katlanışının kanıtı, modelleri güncellendikçe irileşen patron arabalarının sığmadığı küçük arka bahçede bulduğu iki bebek kediden biridir.
Çocuksu yaradılışlı patron iki kardeş bebek kediyi evine götürür, yaklaşık sekiz ay sonra birbirinin aynısı 8 tane olarak, boyunlarında sarı kurdelelerle şık bir sepet içinde geri getirir; ensest ürünü muhteşem güzellikte 8 bebek kedi!
Evde, ölü doğan kardeşlerinden sonra yapılan kürtajdan artakalıp salimen doğduğu için adı Lucky olan "abla"nın sevgili kedisi vardır, bir ikincisi fikrine yanaşmaz. Yanaşmaz ama, bumerang örneği kapılandığı iki adresten yaramazlığı yüzünden geri gönderilen bir bebek kedinin, metin yazarının koca spor ayakkabısı üzerinde bağcıklarıyla oynayışını izlediğinde "abla"nın direnci kırılır, Karapati'ye vurulur, alır eve getirir.
Yavruyken koca kulaklı, karnı iki yanda gül desenli, uzunca tüyleri ipek yumuşaklığında, adını aldığı tabanları kadar, yanmakta olan mumun titreşen alevine pati atacak kadar gözü kara kedicik eve girer girmez kıdemli Lucky’i ikinci sıraya atar. Bir dönem kornişe dek tırmandığı tül perde tepelerinde dolanır; geceleri de, gündüzleri tepelediği Lucky’nin koynunda huzurla uykuya dalar. Apartmanın beşinci katında sürdürdüğü yaşamında başka türlüsü mümkün olmadığından daha önce kısırlaştırılmış Lucky ile aynı kaderi paylaşmadan az bir zaman önce, bir arkadaşlarının yakışıklı erkek kedisi Uğur ile tanıştırılırsa da sempati duymaz; böylece ilk yaşı tamamlanırken Karapati yaşamının bir tarafına veda eder.
İzleyen yıllarda sabırlı, ağırbaşlı Lucky’ye karşın, sıradışılığını her fırsatta sergileyen Karapati, kuşları gözlerken bir kez pencereden aşağı uçar; bereket alt katın pancuru açıktır da ona çarpıp beton yerine toprağa daha yumuşak bir iniş yapar, bir kolu kırılır, çenesi sıyrılır; iki kez de sıcak fırın üzerine çıkar, patikleri soyulur.
Uzun süren sarılığı atlatamayıp, ölmek üzere fırının arkasına sığınmaya başladığı sıra, “abla”nın küçük kız kardeşi işe el koyar; bayağı masraf ederek Karapati’nin köpek dozunda serumla yıkanmasına önayak olduğu iyice sıska, ümitsiz bedenini sağaltır. Sözkonusu bedeli ödeyemeyeceğinden “abla”ya kalmış olsa 10 yıl önce ölmüş olacak Karapati’nin uzayan ömrü, böylelikle, küçük kız kardeşin aileye hediyesi olur.
Haziran sonu kuzen düğünü için İstanbul’a gittiğinde Karapati’nin bedeninde, yandan büyümekte olan hörgücünün iyice irileştiğini gören “abla”, görmeyen gözlerine, duymayan kulaklarına ve giderek yavaşlayan reflekslerine, beslenme, dışkılama alışkanlığına bakarak 20 yaşını sürmekte kedinin, çok fazla yaşayamayacağı kanısına varır.
Endonezya’dan dönüş yolunda kızından aldıkları, “gelince beni arayın” mesajı üzerine iner inmez, bavul beklerken yaptıkları konuşmada, her şeye karşın üç kardeşi çok üzen, “Karapati’yi uyutmaya karar verdik, vedalaşmak isterseniz…” bilgisi alınır.
Kendi kedisi Pamuk’un ömrünü sevgisiyle uzatmış, tüm evini gazeteyle döşediği 2 yıl boyunca büyük fedakârlıkla hayatta tutmuş küçük kızkardeşin, fikir değişikliği sağlamayacaksa gelmek istemediğini bildirdiği Karapati’yi görmeye “abla” ile giden ortancanın niyeti ise, olabilecekse, kediyi kendi evine alıp bir zaman bakmak.
Ortada bir kova su, kan ter içinde kapıyı açan perişan ifadeli damat ile hamileliğin kararsız duygusallığında kız, kimbilir kaçıncı kez silindiği halde sinsi sinsi kokmakta salonda manzara çok net; kanepe arkasını tuvalet bellemiş, kapısı kapatıldığında da kapı dibine işemek dışında pek yaşamsal faaliyeti kalmamış Karapati’nin ise oradan buraya taşınacak gibi değil.
Bir kısmını Endonezya gezisi sohbeti işgal etmiş görünen; arada, arka bacakları üzerine çöke kalka banyoya sürünen, bir lokma yer gibi yapıp başı düşen Karapati’nin soluk alıp almadığının gözlendiği bir kaç saatin sonunda, gönülsüzce yüklendiği kedi çantası ile uğurlanan, 10 yılı Karapati ile aynı evde geçmiş damat da, taşıdığı duygusal yükün üstesinden gelemeyip sonuna dek veterinerde kalacak gücü bulamaz.
Gün akşama kavuşur, “abla” oy vermek üzere evine yollanmaya hazırlanırken aranan veteriner, Karapati’nin geçişini acısız, kolayca yaptığı bilgisini verir.
Beş gün sonra bu yazı yazılırken, gözü halâ kurumamış “abla”, Yeni Dünya’nın, bir yeni yılı eşiğinde (Temmuz –Ağustos) tamamlanışın enerjisi taşıyan bir 9 gününde, henüz yaşayan bir canlı için verilen ölüm kararı çevresinde, derin acı duyduğu şüphesiz kişilere bakarken, her birinin haklı olduğunu biliyor olmanın tuhaf huzurunu duyar; bilir ki sevgi kadar, bırakabilmek, salıverebilmek, -kızına kendisi için vasiyet ettiği gibi- gidebilmek de önemlidir.