Siyah beyaz bir fotoğrafta, siyah önlüğü, beyaz yakası ve kafasına yakın irilikteki kolalı beyaz kurdelesi ile "abla", yaşamının ilk 23 Nisan fotoğrafında, yanında, açık renk etek ceket, beyaz eldivenleriyle, kıvırcık koyu renk saçlı, güleryüzlü bir kadının yanında, yüzünde ciddi bir ifade, Marmaris'in parlak güneşi gözlerini almış, objektife bak(ama)makta...
Uyka Hanım, "abla"nın, -anne ve babasından sonra- ilk öğretmeni: Gayretli, hevesli "abla", defterinin satırlarını özenle, eğik çizgilerle, zigzaglarla, düzgün olması için insanüstü çaba harcadığı yuvarlaklarla doldururken, bir gün, kartondan saat yapmayı beceremeyince, babası işe el koyar; arkasına bir raptiye ile tutturduğu şişe mantarının kumanda ettiği akrep-yelkovanlı saat, sınıfın, -büyük ihtimalle ödevi yapanın kimliği hakkında en ufak kuşku duymayan- öğretmenin beğenisiyle karşılanır. "Abla" bir zaman sonra, bu kez, kartondan soba ödeviyle eve gelir, talebini hemen aktarır, -uygunsuz bir zamana rastlamış olmalı ki- "bu öğretmeniniz de cıvıttı!" tepkisi alır. Hızı hiç de kesilmeyen "abla", -elbette babanın sonradan yaptığı-, kartondan borusundan pamuk dumanlar savrulan güzel sobasıyla okula varır varmaz, ödevini verdiği Uyka Hanım'a, "annemle babam, bu öğretmeniniz de cıvıttı, dediler" demeyi ihmal etmez.
1965 yılının, deprem sonrası Marmaris'inin sen-ben-bizim oğlan mertebesindeki nüfusunda, üstelik ilkokulla aynı binadaki ortaokulda, öğretmen açığını kapamak üzere, vekil öğretmenlik yapan babası ile annesi, Uyka Hanım'ın çok geniş hoşgörü alanı içindedirler de, "abla"nın dili altında bakla ıslanmaz tavrı, büyüklerinin uzun zaman güldükleri bir hikâyeye dönüşür. Pek güldükleri bir diğer hikâye de, okul müdürü "Fethi Bey'i odasına kilitlemesi olayı"dır ki, "abla" bu konuda hiç bir şey hatırlamaz.
İlkokul ikinci sınıf ile üçün yarısını (Niğde) Aksaray'da okuyan "abla"nın öğretmeni, seyrek saçlı, hafif aksayarak yürüyen, ileri yaşta, yaşından çok daha ileride sevecen, hoşgörülü Cavide Hanım. O derece hoşgörülüdür ki, annesiyle babası, "abla"nın, -büyüklerin sohbetine, etkileyici bir tanıklıkla dahil olmak hevesiyle uydurduğu (kendisini çok uzun yıllar huzursuz etse de, bir türlü itiraf edemediği) yalanı- "derste çocuklardan birinin ip atladığını, öğretmenin buna hiçbir şey demediğini" duyduklarında hiç şaşırmazlar.
İlkokul üçün yarısı ile dört ve beşinci sınıf öğretmenleri, (Manisa) Soma 13 Eylül İlkokulu'nda, Remzi Bey ile Kasım Bey: "Abla" bu yılları, kıpırdanmaya başlamış hormonları etkisiyle karşı cinsi inceleyip, ilk kez, kepçe kulaklı, ön dişleri seyrek, yanağında çok güzel bir gamze bulunan oğlana âşık olmakla meşgul geçirdiğinden, üzerine düşeni/kendisinden bekleneni yapıp, her kolonu, yukarıdan aşağı "beş" yazılı karne alışverişi dışında, öğretmenleri hakkında pek bir şey hatırlamaz.
Ve ortaokul birinci sınıfta, sosyal bilgiler öğretmeni, (boş) müzik derslerine de giren, yeni mezun, -40 yıl sonra karşılaştıklarında "abla"nın, aynı coşkuyu taşıdığını gördüğü, neredeyse doğuşan eğitmen- Sabri Bey. "Bu çocuk mutlaka bir şeyler olur!" diye düşünerek Google'da öğrencilerini arayan, o arada, "abla"ya rastlayan, Mayıs sonunda ziyaret ettiği Sabri Bey, öğretmen eşiyle beraber, ekonomik durumu, becerileri, aklı, eğitim sistemine ayak uyduramayan öğrencilere evlerini açıp, onların, kendilerinden daha şanslılarla eşit duruma gelebilmeleri için gecelerini gündüzlerine katan, hiç bir şey beklemeden verebileceğinden fazlası için didinen, sözcüğün tam anlamıyla "öğretmen!"
Ömrü boyunca 15 yıl okula giden "abla"'nın, her birinden bir şey öğrendiği pek çok öğretmeni olur; hiç iz bırakmadığını sandığı bir tanesi, yıllar arasından, -neredeyse anlamsız bir nedenle- süzülür, hatırlanır. "Rastlantı" diye bir şey olmadığını öğrenip, aklı buna yatalı "abla", öğretmen olmadan da kendisine bir şey öğretenlere, öğretmenlerine olduğu gibi şükran duyar.